28 Şubat 2009

Tatlı Dillim


Geçen gün Analar Ölmez filmini yazarken, benzer bir metamorfoz/mutasyon :P geçiren başka bir film karakteri geldi aklıma hemen. Esas kadının, biri yontulmuş diğeri ise yontulmamış iki karakteri canlandırdığı filmlerden birisi de Arzu Filme ait 1972 yapımı Tatlı Dillim.

Yeşilçam'ın zarif yıldızı Filiz Akın'ın başrol oynadığı filmde esas oğlanı Tarık Akan canlandırıyor. Filmin oyuncu kadrosu zaten tek başına bu filmi izlemek için bir neden. Bakın kimler var kimler;

Filiz Akın: Emine / Mine
Tarık Akan: Bittabi Ferit başka ne olabilir ki :)
Münir Özkul:Köy muhtarı Hasan Amca
Hulusi Kentmen: Ferit'in babası
Nedret Güvenç : Ferit'in annesi
Zeki Alasya: Basketbol koçu
Metin Akpınar : Kazanova Metin
Suna Keskin: Ferit'e asılan kız Jülide
Halit Akçatepe: Çoban

Bu oyuncuların dışında, basket takımındaki gençleri canlandıranlar da müthiş, kimler yok ki; Kemal Sunal, Suphi Tekniker, Alev Sezer, Metin Çekmez, Cemil Can Bıçakçı (İnanç dünyamızın tok sesi), Argun Kınal ve Cem Erman (Kemal Sunal'ın 100 Numaralı Adam filmindeki üç kağıtçı reklamcı)

Ertem Eğilmez'in yönetmenliğini yaptığı bu filmin senaryosu Sadık Şendil'e ait. Filmin hâlâ akıllarda kalmasının bir nedeni de gencecik Selda Bağcan'ın "Neredesin Sen" yorumu. Neşet Usta'ya da Selda Bağcan'a da selam olsun.

Aslında ballandıra ballandıra bu filmi anlatmaya niyetliydim lâkin Ekşi Sözlük'te filmi oldukça matrak anlatan bir yazıya rastlayınca benim yazmama hiç ama hiç gerek yok dedim. Yazının sahibi arkadaş Yüzüklerin Beyefendisi de sağolsun izin verince, Tatlı Dillim'i onun ağzından aktarmak istedim size. Kendisine tekrardan teşekkür ediyorum. Buyrun bakalım...

Tatlı Dillim

Bir köy öğretmeni, o öğretmene aşık basketbol oyuncusu, onun kaptanı olduğu basket takım ve takımın her yere götürdüğü basket topu çevresinde gelişen türk filmi. Evet, basketbol topuna film boyunca özel ihtimam gösterilmiştir - amors çekimler, pan yapmalar, vs...

Tarık Akan, Ferit rolünü üstlendiği çoğu filmde olduğu gibi gayet yavşak bir portre çizer. Bununla birlikte, o dönemki çapkınlık teknolojileri pek gelişmediğinden, Emine'yi kafalamak adına şunun gibi yarıcı bir rutini sarf etmiştir:

(Ferit gece Emine'yi düşünmekten uyuyamıyordur; azmıştır. Oeah diyip yatakhaneden fırlar, Emine'nin camına dayanır:)
[tık tık tık tık tık]

- (ıhhha!) Gene mi siz? Ne arıyorsunuz burada?
- kalbimi kaybettim de, burada mı acaba?*
- şşşşht! yavaş! siz deli misiniz yoksa?
- hayır; basketçiyim...

Böyle
travmatik bir diyaloğa rağmen, yavşak Ferit allem eder kallem eder, kızın peşini bırakmaz; olaylar gelişir ve Emine'yi kafalar. Aşıktır Emine'ye. Birlikte sabana giderler, salıncağa binerler, köyün sınırları dahilinde eksi beş oktavlık ses aralığında "neredesiiiin seeeen?" şarkısını söyleye söyleye mutlu bahtiyar hayatlarını sürdürürler.
Ama Ferit bir ittir ve it olmanın bir gereği olarak "işi çıkar". Çıkan iş de basket maçıdır. (Aslında, böyle abuk bir nedenin öne sürülmesinin sebebi, başrol oyuncularından basketbol topuna filmde daha fazla süre yer vermektir.) Ferit diriplingini yapar, şutunu çeker; faulsüz bir seri akabinde şampiyonluğu kazandırır. Bu noktada şampiyonluğun kutlanması gerekmektedir ve bu tarz işler için Türk filmlerinde neredeyse klişeleşmiş "esmer fettan" devreye girer. Ferit, "sarışının adı ama esmerin de tadı" der, ve fettan hatunla otel ruflarında haşna fişnaya dalar...

Emine unutulur.
Aslında unutulmaz; unutmaz it Ferit.* Telgraflar çekilir. Telgraf üstüne telgraf; ulan sanki adam vali de yirmi üç Nisan kutlama mesajı atıyor! Emine çok bozulur buna, köyün ihtiyar heyetinin ileri geleni rolündeki Münir Özkul'un gazıyla İstanbul'a Ferit'i aramaya gider. Ferit tüm bu esnada hâlâ şampiyonluğu kutluyordur. Fakat takılmıştır esmer fettana. (Ama esmer de esmer hani!) orasını burasını eller, sırtına krem sürer, hoppada diyerek sırtına alır. Tam bu noktada Emine sahneyi bir dolly zoom eşliğinde, şok olaraktan seyreyler. (Tamam abarttım; dolly zoom yoktu o filmde.)

Boşayacaktır it Ferit'i. Beybabadan aldığı gazla, kendinden emin bir şekilde köyün işlerini halletmekte olan avukata başvururlar; avukat Hulusi Kentmen'dır. Olayı avukata anlatırlar. Babacan avukat çok içerler Emine'nin düştüğü duruma. Merak eder acaba kimin neyi, nesidir bu it oğlu it. Kendi oğlu olduğunu görür şoke olur.


İnsan sarrafıdır avukat. Emine'ye yardım etmek ister. Böylece Ferit'in bu son derece dallama hareketine karşı plan kurar, olaya girişirler; Emine, Mine olacaktır!


Mine taş gibi bir hatundur. Lâkin bu noktada seyircinin kafasına şu soru takılır: Nasıl olmuştur da Emine'nin switchi bu kadar kısa sürede on olmuştur? Namuslu köy öğretmeni Emine, bir anda vamp ve selam edilesi bağyan Mine'ye bu kadar başarılı bir şekilde nasıl dönüşür? Yoksa, geçmişte aslen concon bir bünyedir, vicdanı sızlamıştır da daha sonra sine-i millete dönmüş ve öyle mi köy öğretmeni olmuştur? (Hayır, çünkü göreceksiniz yavruyu: gece klübündeki ortamalara süzülmeler, su kayağında fettan esmeri kepaze etmeler; bunlar kompetanlık isteyen müesseseler.) Bu konu biraz muallak; girmeyelim yoksa asıl konudan sapacağız.


Neyse, Mine Ferit'in çevresini feth eder önce. Ferit, bunu görünce bir dumur yaşar, Mine muhabbetine hemen inanır. (Halbuki it herif, insan dansederken şöyle bir koklar kızı da anlar mine diye bir karakterin aslında var olmadığını! çok sinirleniyorum bu ferit'e; kusura bakmayınız.) Aklı şeyindedir Ferit'in. Mine'yi de elde etmek ister. Ama bu o kadar kolay değildir tabi...


Bundan sonrasını anlatmayayım. Ama bildiğiniz ve tahmin ettiğiniz üzere olaylar gelişir ve Mine aslında Emine olduğunu belli eder.

Ferit bir mallaşır, şaşırır. (Senin okuduğun tıp fakültesine...) Ama Ferit de iyi biridir aslında: Bir anda basketçiliği bırakır asıl mesleğine geri döner; Ferit olur Ferdi! Kızın nutku tutulur. Tekrar birbirlerine âşık olurlar. Ferit'teki değişim kızın psikolojisini bozar, ona elmyra gibi sarılır ve sıkmaktan bir hâl eder; Ferdi kangren olur. Yine de hayatlarından çok memnundur. Kız fferdi'yi ölene kadar bırakmaz ve film mutlu sonla biter...


[Son olarak eklemek isterim: http://www.youtube.com/watch?v=d8esskbomky (6.44'e bakınız.) dünya dans literatürüne geçmiş akıllara ziyan bu muhteşem dans figürü, "çılgın atmak" tabirinin bedenleşmiş hâlidir.]

Meraklısına "Neredesin Sen" türküsünün sözleri;

Şu garip halimden bilen işveli nazlım,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?
Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?

Ben ağlarsam ağlayip gülersem gülen,
Bütün dertlerim anlayıp göynümü bilen,
Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?

Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyor,
Hiçbir tabib şu yarama merhem olmuyor,
Boynu bükük bir garibim yüzüm gülmüyor,
Göynüm hep seni arıyor neredesin sen?

Notcuk: Ya benim tarayıcıda sorun var, afişi bu yüzden ekleyemedim. Sinematurk'den aparttım bu fotoyu da :) Ahmet Aktaş'a selamlar buradan :)

25 Şubat 2009

Yeşilçam Emektarı Yılmaz Kurt Vefat Etti

Nostaljik sinemaseverlerin yüzlerceTürk filminde irili ufaklı, çoğunlukla kötü adam rollerinde gördüğü, tabiri caizse Cüneyt Arkın'ın dayakçı takımı içinde sayabileceğimiz Yılmaz Kurt (esas adı ile Bilal Maksutoğu), tedavi gördüğü İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde 82 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Hayatının son on altı yılında İsmail Gülnar Tiyatrosu'nda oyunculuk yapan sinema emektarı Kurt, kanser tedavisi görüyormuş. Görüyormuş diyorum çünkü kendisinin varlığını ancak ölüm haberi ile tekrar hatırlayabildik maalesef.

Kurt, tiyatro ile çıktığı turnede rahatsızlanarak hastaneye kaldırılmış, hastanedeki üç günün sonunda ise aramızdan ayrılmış. Allah rahmet eylesin.

Kurt'un yaşamı nasıldı bilemem ama hayatının geri kalanında bile bu yaşına kadar hâlâ sinema ve tiyatro yapmış tutku ile. İşin güzel yanı adının Fethiye'deki İsmail Gülnar Sanatçı Köyü'nde yaşatılacak olması.

Kendisi ile daha ayrıntılı bilgiye sahip okuyucuların katkılarını beklediğimi belirtirken, sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

Not: Foto ekşi sözlük'teki Yılmaz Kurt başlığına verilen bir imaj linkinden.

22 Şubat 2009

Analar Ölmez

Yönetmen :Ertem Göreç
Senaryo: Hamdi Değirmencioğlu
Yapım Yılı: 1976

Benim vaktiyle çok severek izlediğim Sezercik filmlerinden biri "Analar Ölmez". Bizim Sezercik'in cik eki düşeli 3-4 yıl olmuş tabi. Bu filmde artık on yaşında delikanlı.

Oyunca kadrosundan başlayalım;

Olaylar bittabi Sezer'in etrafında dönüyor. En baş rol , filmin yapımcısının (Berker İnanoğlu) oğlunun. Sezercik serilerinde afişlere dikkat ederseniz ilk önce Sezer İnanoğlu'nun adının yazıldığını göreceksiniz.

O dönemler İnanoğlu ailesi ile yakınlık içinde bulunan Perihan Savaş ; ki kendisini pek severim; filmin baş kadın oyuncusu. Esas adam rolünde ise Serdar Gökhan var.

Filmde geçen iki replik hâlâ aklımdadır. Şu ünlü " Ben donyanın en gözel garısıyam" bu filme aittir. İkincisini filmi anlatırken zikredeceğim :)

Kenan (Serdar Gökhan) büyükşehirde okumuş, hali vakti oldukça yerinde , ayrıca da büyük bir çiftlik sahibidir. Çiftliğe zaman zaman gelmektedir. Yine bir gelişinde küçüklüğünü bildiği ama şimdi büyüyüp serpilmiş, dünya güzeli olmuş Kezban'ı görür. Böyle içi kıpır kıpır olur. Yok be olmaz, resmen vay anam yavruya bak ohş durumları olur adamımızda. Kezban kız da ağasına böyle işveli işveli bakar durur zaten. Çiftlikte bir gece bir şenlik düzenlenir, Kezban orada türkü söyler. Ağamızın içinin yağları erimeye devam etmektedir :))

Ağamız içer içer, iyice kafayı bulur, derken gecenin köründe Kezban'a ağılda sahip olur. Kezbancık da o geceden hamile kalır. Bir oğlu olur; Sezer. Şehirde yaşayan ağamız bir oğlu olduğu için çok mutludur ama bir köylü kızını yanına yakıştıramaz. Çocuğu alır, Kezbancık kalır geride. Tam kezbanmış yani. Aradan sekiz sene geçer, nihayetinde Kenan ve Sezer çiftliğe gelirler. Tabi bu arada Sezer annesini öldü biliyordur. Babası ise Şermin (Gülistan Okan) ile evlilik arifesindedir, Sezer de bu evliliğe şiddetle karşıdır.

Sezer , tesadüfen kâhya (Osman Alyanak) ile babasının bir konuşmasına şahit olunca, annesinin yaşadığını ve bu çiftlikte olduğunu öğrenir. Sezer daha sonrasında kâhyayı iyice sıkıştırır bütün hikayeyi tüm ayrıntıları ile öğrenir; ki bir ara kâhya şöyle demektedir "işte o gece baban anana...".

Derken efendim Kezban ile Sezer kavuşurlar. Sezer ne de olsa babasının oğludur, annesini o köylü şivesinden, görünümünden , kabalığından kurtarması gerektiğini anlar. Ba ba ba ba...

Kezbanım başlar kilo vermeye, çatal bıçak tutmasını, dans etmesini, kibar kibar konuşmasını öğrenir. Kafasına da sarı bir peruk kondurdular mı, Kezban olur Gülay ve sonunda Kenan'ın karşısına öyle çıkar.Tabi Kenan bu, zevk, estetik düşkünü bir adam. Anında vurulur Gülay'a.

Filmin sonunu tahmin ediyorsunuz elbette. Kahramanlarımızın esas amacı Kenan'ın Gülay'a değil, Kezban'a aşık olması. Başarıyorlar da.

Film ile ilgili bir diğer not da Müzeyyen Senar'ın da rol alması. Kendisini canlandırdığı filmde Senar, zengin Kenan Bey'in oğlu Sezer'i kıramaz ve gazinoda sahneye çıkacağı sırada Gülay'ın sahneye çıkıp şarkı söylemesine izin verir. Kenan da orada vurulur zaten Gülay'a.

Film mutlu sonla biter. Son sahnede Kenan, Kezban ve Sezer sarılırlar, son yazısını görürüz.

Geldik nostaljik bir filmimizin anatomisinin daha sonuna... Hoşkalın canlarım.

Not: Şimdilik afiş niyetine dvd kapağını bulabildim, esas afişini bir ara ekleyeceğim kısmetse.

18 Şubat 2009

Gazanfer Özcan'ı Kaybettik

Türk tiyatrosunun olduğu kadar Türk sinemasının da yıldızlarından olan Gazanfer Özcan dün gece hayata veda etti. Televizyon ve sinema izleyicisinin de yakından tanıyıp sevdiği Özcan daha çok 50 li ve 60 lı yıllarda sinema filmlerinde rol aldı, birçok Türk filmine sesi ile renk verdi.

Yediden yetmişe herkesin bildiği Kuruntu Ailesi'ndeki kuruntulu baba Hüsnü Kuruntu karakteri bir adeta kendi adının da önüne geçti.

Uzun zaman ara verdiği sinemaya 2000 yılında çevrilen Komser Şekspir ile geri döndü. Özcan, onu yıllarca Hüsnü Kuruntu olarak bellemiş televizyon izleyicisinin karşısına 2004 yılında , ekranların başarılı dizisi Avrupa Yakası'nın babası Tahsin Sütçüoğlu karakteri olarak çıktı.

Sinema izleyicisi Gazanfer Özcan'ı son olarak 2007 yapımı Beyaz Melek'te gördü. Halen yapım aşaması süren Amerikan Traşı filminde Ahmet Tayyip rolünü oynayan Özcan 78 yaşında idi.

Çilek'in Dünyası olarak başta eşi Gönül Ülkü Özcan, kızı, damadı ve torunu olmak üzere Türk tiyatro, sinema ve televizyon izleyicilerine baş sağlığı diliyorum.

16 Şubat 2009

Sonbahar Rüzgârları


Yönetmen : Mehmet Dinler
Senaryo : Burhan Bolan
Yapım Yılı : 1969

Oyuncular : Türkân Şoray, Ediz Hun, Çolpan İlhan, Fatma Karanfil

Filmi ilk izlediğimde henüz 9-10 yaşlarındaydım. Yaşımın küçüklüğü , filmin şarkısına vurulmama engel olmamıştı. Bir benzer vurulmayı da Sevgili Babam filminde Kamuran Akkor'un sesinden dinlediğim Zalimin Zulmü'nde de yaşamıştım. Büyük değer, rahmetli Yıldırım Gürses'e ait Sonbahar Rüzgârları, Türkân Sultan'ın yapraklar içinde salınışına, yaşadığı abartılı trajediye deyim yerindeyse cuk oturmuştu. Şarkıyı çokça sevmemin nedenlerinden biri de şüphesiz ki Handan Kara'nın güzel sesiydi.

İtiraf etmeliyim ki, hatıra defteri denilen şeyin varlığını ben ilk kez bu film ile öğrenmiştim. Esas kızımızın yıllar boyu tuttuğu hatıra defteri günü gelince masumiyetini de kanıtlayacak en önemli belge oluyordu. Film boyunca duyduğumuz dış ses de tabi ki, hatıra defterindeki sayfalardan satırlar okuyordu bize.

Filmden aklımda kalan o kadar çok sahne, sekans var ki. Bir kere, bu filmde kötü karakteri oynayan Çolpan İlhan'ın o tablo gibi muhteşem güzelliği, Anjelik saçları, Türkan Sultan'ın akıl hastanesindeki işkence gibi tedavisi, evde çıkan yangını gösteren sahneyi mini minnacık maket bir evi yakarak göstermeleri... en çok aklımda kalanlar.

Nostaljik sinemamızın birbirine en çok yakıştırdığım çiftlerinden Ediz Hun ve Türkân Şoray'a bu filmde ayrıca janti abimiz rahmetli Önder Somer, sinema kariyerine henüz çocuk denecek yaşta ağırlıklı olarak melodramlarda ikinci sınıf roller oynayarak başlayan daha sonrasında ise yeşilçamın seks furyası dediğimiz dönemdeki filmlerde oynayarak sinema macerasını sonlandıran Gülgün Erdem de oynuyor. Eniştesine aşık baldız rolündeki Gülgün Erdem'in kıskançlığı kahramanlarımızı büyük bir felaketin eşiğine getirdiği gibi sonunda ortada hiçbir engel kalmadan kavuşmalarına da sebeb oluyor.

Sultanımın en sevdiğim filmlerinde yönetmen olarak imzası bulunan Mehmet Dinler'in aynı zamanda Ah Müjgan Ah'ın da yönetmeni olduğunu hatırlatayım.

Gelelim kısaca filmimizin konusuna;

Esas kızımız ile oğlumuz bir tesadüf sonucu tanışıp aşık oluyorlar. Esas oğlumuz herşeye ciddi yaklaşan ve aşkla deli divane olan bir gençtir. Bir yanlış anlama sonucu bu aşk, başladığı gün gibi yine bir sonbaharda sona erer. Esas oğlan, kadınlara karşı nefretle dolu bir adam haline gelir lakin yıllar içinde evlenmiştir ve bir kızı olmuştur. Karısı ise zevk ve sefa alemlerinde yaşamayı seçen, alkolik bir kadındır. Alkole olan düşkünlüğü sonunda onu akıl hastası edecektir. Esas oğlan bu durumda kızına , annesinin öldüğünü söylemeyi tercih eder. Oysa ki anne, tavan arasında kitli kapıların arkasında gün yüzü görmeden yaşamaktadır.

Filmimizin tek delisi :) elbette ki Çolpan İlhan'ın canlandırdığı anne karakteri değildir. Bir yanlış anlama sonucu sevdiği erkeği kaybeden Nalan de akıl hastanesinde uzun bir süre geçirip, ardından ehilleşip sosyal hayata örnek bir insan olark katılacaktır. O derece ki, yıllar sonra sevdiği adamın evine, dadı olarak dönecektir.

İşte sevgili okurlar... iki aşığın yıllar sonra karşılaşması çeşitli olayların gelişmesine yol açacaktır.

Aşk, nefret, üzüntü, dert, keder hepsi bu filmde var.

Lütfen filmi izlerken gazozunuzun ağzını açık bırakmayınız, ki bu film onu kaldırmaz :)