31 Aralık 2008

İyi Seneler

(Bizim Aile, 1975)

Belki geniş bir aileniz olmayabilir, belki yalnızsınızdır ama
eminim dost ve arkadaşlarınız vardır. Sevdikleriniz yanıbaşınızda
olsun daima. Çilek'in Dünyası okuyucularına sağlık, mutluluk ve huzur
diliyorum.

Dilek Gürses G.

27 Aralık 2008

AĞAÇLAR AYAKTA ÖLÜR

Yönetmen: Memduh Ün
Senaryo : Safa Önal
Yapım Yılı: 1964

En başta adı ile çok iddialı bir film gibi gelir bana Ağaçlar Ayakta Ölür. Adı iddialı olsa da , filmin kendisi aslında hiç de iddialı değildir. Aslında oldukça vasat, klişelerle süslü bu film ile izzet günay en iyi erkek oyuncu, filmin başrol oyuncusu yıldız kenter ise en iyi yardımcı kadın ödüllerini almışlar, pek garip.

İmdi gelelim konuya:

Yıllar ve yıllar evvel oğullarını ve gelinlerini kaybeden Asım bey (Hulusi Kentmen) ve eşi (Yıldız Kenter) onlardan geriye tek hatıra kalan torunları Orhan'ın (Fikret Uçak) üzerine titremektedirler. Gel gör ki haşarı, yaramaz mı yaramaz orhan'ın eli de biraz uzundur ve bir gün onu gizlice para aşırırken gören dedesi tarafından tokatlanınca gurur yapar evi terkeder. Bu sıralarda Orhan daha henüz 15-16 yaşlarındadır.

Torun Orhan'ın gitmesi ile büyükanne'nin de yaşama sevinci gider, hastalıklı ve içine kapanık bir insana dönüşür. Artık bir kalp hastasıdır.

Asım bey'in kahvehane arkadaşları vardır; birbirinden tonton üç tekaüt amca (selahattin içsel, faik coşkun , üçüncüyü çıkaramadım) yaşlarını başlarını almış, gündüz kahve akşam da kafa çeken. Dördü bir araya geldiler mi cin fikirler üretmek gibi maharetleri vardır. Derler ki Asım bey'e :

- Asımcığım... Dert ettiğin şeye bak... Torununun ağzından mektuplar yazarak avutsana karıcığını.

İşte Asım beyciğim de torununun ağzından sürekli mektuplar yazar. Mektuplarında onu büyütür, Amerika'ya yollar, mimar yapar, hatta orada tanıştırdığı bir türk kızı ile evlendirir falan. Bu mektuplar on beş yıl aralıksız devam eder. Tâ ki; adinin en adisi, sefilin en sefili, serserinin en şerbetlisi olan Orhan (ki o da cidden nasılsa Amerika'ya gitmiştir) ona geri geleceğini bildiren bir telgraf çekene kadar.

Büyük anne torununun geleceğini duyunca yer yerinden oynar tabi; Hallaç çağrılır yorganlar elden geçirilir, karyola cilalanır, oda havalandırılır, herşey orhan için baştan aşağı yenilenir adeta. Neyse efendim. Büyük günün gelip çatmasına bir gün kala Asım bey gazetede ne haberi okusun? Orhan'ı getirecek olan uçak düşmüş meğer. Yolculardan kurtulan da yok.

Soluğu kahvehanede alıyor Asım bey. O üç teaküt amcaya derdini anlatıyor. Bu sefer de ona :

- Asımcığım... Çocuk gibisin yahu... En ufacık şeyde hemen yıkılıyorsun. Bulursun Orhan'ın yerine geçecek sahte bir torun...

Olma mı? Olur tabi.

Asım beyimiz aklında bu düşüncelerle sokaklarda avare dolaşırken, intihar etmek üzere olan bir kızı (semra sar) son anda kurtarır. Bu kızceğiz de annesini yeni kaybetmiş zavallı Semra'cıktır. İki dertli insan birbirlerine açılırlar. Semra'ya gelini olma rolünü verir. Torundan evvel, gelini bulmuştur Asım bey , iş şimdi torunu bulmaya kalmıştır.

Vakit daralmaktayken, bir gün kapı çalar, elektrik memuru İzzet, yan inşaatta çok elektrik harcandığını, civar evlerdeki elektrik tâkatinin yeterli olup olmadığını kontrole gelmiştir. Asım bey bakar İzzet'in bir endamına, evet bu torunu Orhan olabilir pekalâ diye düşünür.

Aslında evi soymaya niyetli bir çetenin elemanı olan İzzet için bu rol bulunmaz bir nimettir. Anında kabul eder.

Semra olur Ayşe, İzzet olur Orhan... Başlar evclik oyunu.

Filmin büyük bölümünde büyükannenin tekrar yakaladığı yaşama sevincine tanık oluruz. Sahte Orhan'ın dersine iyi çalışması, hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyor oluşu Asım bey'i çok mutlu eder.

Daha eve geleli üç gün olmuştur, soyguncu İzzet'in fikrinde bir değişiklik olur... Tophaneli İzzet, büyükanneyi sevmiştir, karısı rolündeki Semra'yı da sevmiştir. Evi soymaktan vazgeçer. Ortakları (danyal topatan, haydar karaer, mehmet ali akpınar) bu kararını tabi ki onaylamazlar, bir güzel döverler İzzet'i.

Büyükanne, yıllar sonra kavuştuğu torununa, yeni gelinine oturdukları köşkü hediye etmek ister. İzzet kabul etmez, bir an evvel artık oradan ayrılması gerektiğine karar verir. İşler tam burada bitti derken, gerçek Orhan , dedesi Asım bey'in karşısına dikilir. Meğer ölmemiştir Orhan, dünyanın polisi onu ararken o uçağa tabi ki binmemiştir. Buraya gelmesinin sebebi de dedesinden 100 bin lira para koparmak içindir. Ya dedesi o parayı verecek ya da büyükanneye olan biten herşeyi (nerden biliyorsa artık) kendisinin azılı bir suçlu ve serseri olduğunu söyleyecektir.

İzzet durumu öğrenir, Orhan'ı güzellikle bu işden vazgeçmesi için uyarmaya gider. Orhan kaçın kurrasıdır be... Tehdide papuç bırakacak göz var mıdır onda hiç. Hem ona Amerika'da bile Mayk Orhan derlerken. O Mayk Orhan'sa karşısındaki de Tophaneli İzzet'tir anam babam. Ama bunun konumuzla ilgisi yok çünkü bu bahis bir süre sonra havada kalacaktır filmde.

En sonunda gerçek Orhan, büyükanneye acı gerçeği büyük bir zevk içinde anlatır. Büyükanne ise beklenmedik bir tepki gösterir; aslında İzzet'in gerçek torunu olmadığını çoktan anlamıştır (nerden, nasıl ?), olsundur, o tanımadığı insanlar onu çok mutlu etmiştir, karşısındaki bu sefil yaratığın ise gözünde hiç bir değeri yoktur. Orhan büyük bir hayal kırıklığı ve yanında ettiği okkalı bir tehdit ile evden ayrılır ayrılmaz kapıda bekleyen Türk polislerince kendine bile hayrı olmayan külüstür bir araca bindirilip götürülür.

Büyükanne ve Asım bey, sahte torunlarını ve gelinlerini yolcu ederler. İzzet ve Semra, büyükannenin gerçeği öğrenmesinden habersiz evden ayrılırlar, vapur iskelesine gelince birbirlerine aşklarını da itiraf ederler. Büyükanne onları yolculadıktan sonra Asım bey'e:

- İçten ölen bir ağaç gibi ayaktayım, der.

Film biter.

İşte benim notlarım:

36 yaşındaki Yıldız Kenter'in yaşlı büyükanneyi büyük bir başarı ile oynaması takdire şayan.

Filmde duvar saati saat altıyı gösterirken sadece beş gong sesi duyuyoruz, önemli değil :)

Gerçek Orhan, büyükannesinin kendisi hakkındaki grçeği öğrenmesinden neden o kadar çok müteessir olacağını nereden biliyor onu da anlamış değilim.

İzzet'in çete arkadaşları onu dövüp bırakıyorlar, oysa ki onu bu işi yapması için zorlamalı değiller miydi?

Acar türk polisi, gerçek Orhan'ın büyükannenin evine geldiğini nereden nasıl haber alıyorlar?

Zengin bir adamın metresi olmayı kabul etmeyip, annesine ilaç parası bulamayan ve bu yüzden annesini kaybeden genç Semra nasıl oluyor da hayata bu kadar çabuk adapte oluyor.

25 Aralık 2008

Bir Suphi Kaner Vardı...

(1933-1963)

Zamanında boyacılık, sinemada yer göstericilik bile yapmış, üşenmeden bıkmadan yazmış yazmış yazmış adam.
Hem oyuncu, hem senaryo yazarı, hem yönetmen hem dublaj sanatçısı. Filmlerde kendisini seslendiren ender oyunculardan.
Gururlu, işine aşık, üretken bir kimse. Bir zaafı var; alkol...
Keşke Suphi'nin hikayesi intihar ile bitmeseydi. İkiz çocukları Aşkın ile Taşkın (sahi ne oldu onlar sonradan acaba?), onunla daha çok vakit geçirseydi, onlara mesleğe aşk nasıl duyulur gösterebilseydi. Üretseydi üretseydi, biz daha çok görseydik onu beyaz perdede.
Kaynaklardan öğrendiğimize göre kendisine ilk ambargoyu uygulayan, işsiz kalarak büyük bir çöküntü yaşamasına neden olan ve kendisi de intihar ederek bu dünyadan göçen nevzat pesen acaba hiç suphi ile ilgili bir pişmanlık, gönül yarası, suçuluk hissetti mi hep merak etmişimdir.
Hepsini geçtim. Şimdi bir zamanların sıkı dostları Öztürk * , Fikret * ve Suphi'den geriye, Allah uzun ömür versin Fikret kaldı. Anlatsa ya fikret hakan. Anlatsa, biz de dinlesek ya. Öğrensek ya. Bu muhteşem, zaman zaman gözüme jean paul belmondo gibi gözüken dramı da muhteşem oynayan komedyen nasıl biriydi? Komedilerin aranılan yüzü, aktör Suphi Kaner nasıl biriydi?
Ah sevgili Suphi Kaner... Son gecende arkadaşların , "beni sabah uyandırmayın" dediğinde senin ilaç içtiğini, gitmekte ne kadar kararlı olduğunu bilselerdi, seni kurtarsalardı birşey değişir miydi? Elbette ki hayır. Ama gönül, benim gönlüm hala senin hüzünlü hikayeni dinledikçe sızlar işte.
Suphi Kaner yaşasaydı bugün 76 yaşında olgun bir oyuncu olacaktı. Yaşasaydı onu çok daha güzel yapıtlarda belki çok başka karakterlerde seyrediyor olacaktık. Kimbilir belki Avrupa Yakası'nın Tahsin'i belki Ekmek Teknesi'nin Nusrettin Babası Suphi Kaner olurdu... Belki Hababam Sınıfı'ndaki öğretmenlerden de biri...
İşte öyle. Hayat nasıl da akıp gidiyor oysa. Kaner'in dramatik yaşamı belki iç acıtıyor ama geride bıraktığı filmler bizi güldürüyor, mutlu ediyor. Hatıramızda yer etmişbu büyük aktörü de rahmetle anıyorum.

24 Aralık 2008

Özlemle Anıyoruz...

Bendenizin bir yaş daha aldığı senenin bu son ayında gidenleri de sevgiyle saygıyla anmak boynumun borcudur.



Adiloş Teyzem bir 11 Aralık günü aramızdan ayrılmıştı. O gideli 21 yıl oldu ve ben onu hala çok özlüyorum.





Bıyıkları ile müsemma tonton dede Hulusi Kentmen 20 Aralık 1993 günü vefat etmişti.








Ölümünün üzerinden 30 yıl geçen, nostaljik Türk filmi seven herkesin şüphesiz onu da çok sevdiğini düşündüğüm Dario Moreno da aralık ayında veda eden ünlülerden.






Usta tiyatro oyuncusu , Ekmek Teknesi'nin Nusrettin Babası Savaş Dinçel geçtiğimiz sene 20 Aralık'ta aramızdan ayrıldı.

Ekran Başına- 5

  • Evde tembellik yapabilme lüksüne sahip okurlar 25 Aralık Perşembe günü saat 11:20 'de , Müjde Ar'ın başrolünü oynadığı 1986 yapımı Teyzem filmini izlemek için TRT Türk'e takılabilirler.

  • Cumartesi sabahı ( 27 Aralık) soğuk bir kış sabahı erkenden kalkmayı göze alabilenler için TRT 1'de daha evvelce blogda tanıtımını yaptığım Yeşil Köşk'ün Lambası isimli filmi seyredebilirler. Belgin Doruk'un uğruna ilk eşi Faruk Kenç 'i terkedip evlendiği Özdemir Birsel'in yapımcılığını yaptığı film haddinden fazla sıkıcı ama filmde Alaaddin Yavaşça'nın sesi ile şarkı söyleyen gencecik Ekrem Bora'yı seyretmek de fena değil benden söylemesi. (TRT 1, 06:15)

  • Yine Cumartesi sabahı saat 09:30 'da başrolünü Tarık Akan ile Meral Orhonsay'ın paylaştığı bir Erden Kıral filmi var: KANAL. Senaryosu usta kalem İhsan Yüce'ye ait. (TRT Türk, 09:30)

  • Pazar sabahı (28 Aralık), bir dönem aşk yaşamış olan Aliki Vuyuklaki ile bu sene içinde kaybettiğimiz Orhan Günşiray'ın başrollerini oynadığı 1963 yapımı Sıralardaki Heyecan filmi izlenebilir. Tabi ki erkencecik kalkmak şartıyla :) Türk- Yunan ortak yapımı filmde yakışıklı bir doktor ile ona aşık olan şımarık ve zengin kolejli bir kızın aşkı anlatılıyor. (TRT 1, 06:15)

  • Ve geldik en son tavsiyemize; Sinemasal kuşağında bu hafta gösterilecek film, Cüneytim Arkınımın sinemadaki ilk rolünün olduğu GURBET KUŞLARI. Uzun uzun yazmaya gerek yok, Türk sinemasının en güzel filmlerindne olan Gurbet Kuşları'nı mutlaka ama mutlaka izleyiniz izlettiriniz :) (TRT 2, 21:10, 28 Aralık)

Ezcümle, bu hafta Filiz Akın'a, Tanju Gürsu'ya, Ekrem Bora'ya, Belgin Doruk'a, Sema Özcan'a, Önder Somer'e ve Kartal tibet'e doyabileceğiniz bir hafta. İyi seyirler...

Sevdiğim Replikler - 11


- Adım Sosyete Şakir. Bendeki lügât değme külhanda yoktur. Bıçkınım ! Serseriyim ! Hovardayım ! Altın kalpliyim...
Senaryosunu Erdoğan Tünaş ve Nejat Saydam ile birlikte kaleme aldığı 1969 yapımı SENİNLE DÜŞTÜM DİLE filminde Sosyete Şakir rolündeki Tanju Gürsu'dan duyuyoruz bu repliği.
Sema Özcan, Kartal Tibet, Yusuf Sezgin ve Reha Yurdakul'un oynadığı film Tanju Gürsu'nun ilk bitirim şoförü rolünü oynadığı film oluyor.
Filme dair Murat Çelenligil'in kaleme aldığı güzel bir yazı için Sinematurk'e tıklayınız.

4 Aralık 2008

Ekran Başına - 4

Cumartesi sabahı 1963 yapımı heyecanlı bir polisiye filmi var TRT 1 ekranlarında. Fatma Girik ve Tamer Yiğit'in başrol oynadığı "Bire On Vardı"'nın senaryosu Akad ustanın kaleminden çıkmış. Yönetmenliğini de Memduh Ün yapmış. Sinematurk'de Murat Çelenligil ağabeyim filmi en ince detayına kadar didiklemiş, harika ayrıntılar yakalamış pek tabi yine... Film hakkında bir fikriniz olması açısından bu güzel yazıyı tavsiye ederim. Taşralı bir gencin (T.Yiğit) tesadüf eseri bulduğu bir ölünün katilini de bulmasını konu edinen filmde Fatma Girik de bir bar kızını canlandırıyor. İkisi de İstanbul'a bambaşka hayallerle gelen bu iki genç insanın zalim İstanbul'da değişen kaderlerine de şahit oluyoruz. Bir ayrıntı daha; filmin sanat yönetmenliğini yeşilçamın on parmağında on marifet kişilerinden Semih Sezerli yapmış. (TRT1, 6 Aralık, 06:30)



Pazar günü ise yine başrolünde Fatma Girik'in Suphi Kaner ile birlikte oynadığı bir film var; Üsküdar İskelesi. Bu filmi mutlaka izleyin derim. Rahmetli Suphi Kaner'in ikinci yönetmenlik denemsi olan aynı zamanda senaryosunu da yazdığı çok hoş bir film Üsküdar İskelesi. Becerikli genç sigortacı Tarık Atlamaz (S.Kaner) ve bir mağazada çalışan güzel Leyla'nın aşkı anlatılıyor. Leyla babasız büyümüştür, annesinin tek arzusu onu zengin sandığı inşaatçı Suat ile evlendirmek ve rahata ermektir. Oysa ki kendileirne kalan yüklü mirasdan bihaberlerdir. Tarık ise önüne konulan her engele rağmen (taşraya sürülmek gibi) Leyla'dan vazgeçmek niyetinde değildir. Bu filmi yitirilmiş ve hakkı verilmemiş bir değer olan Suphi Kaner için tekrardan izleyeceğim inşallah. (TRT 1, 7 Aralık , 06:30)
Not: Afişler Sinematurk'den...

27 Kasım 2008

Ekran Başın - 3


Geçen blogspot Türkiye'de yasaklandığında adını kullanarak konuya atıf yaptığım bir Türk filmi vardı; Karanlıkta Uyananlar.
Yönetmenliğini Ertem Göreç'in yaptığı 1964 yapımı filmde Ayla ve Beklan Algan, Fikret Hakan, Kenan Pars oynuyorlar. Sevdiğim filmlerden biridir Karanlıkta Uyananlar... Eskiden çok sıkı dost olan iki arkadaşın (biri işci diğeri ise patron olduğunda) arası açılır. Aklı bir karış havada olan yeni patron (F.Hakan) olayların akışı sonucu işcilerinin yanında olmayı seçer. Toplumsal bir meseleye işaret eden ve filmde bir de hoş bir aşk hikayesi var... Tavsiye ederim.

TRT 1, 29 Kasım Cumartesi, 06:00


Yeşilçam'ın dini motifli filmlerinden hoşlananlar için 1965 yapımı Veysel Karani isimli film bir seçenek. Yönetmenliğini Hüseyin Peyda'nın yaptığı filmin başrolunde Türk sinemasının en masum, en temiz yüzlü yıldızlarından Yusuf Sezgin var :)

TRT 1, 30 Kasım Pazar, 06:20

9 Kasım 2008

Türkân Şoray Beyaz Perdede Kostümler Sergisi'nden

Geçtiğimiz Cuma akşamı CRR'de açılışı yapılan sergiden notlar :)
Kıskanmayın :P

CRR'ye vardığımızda Sultan açılış konuşmasının sonuna gelmişti nerdeyse. Bu kare oradan. Konuşmasını kollarını iki yana açarak "Teşekkürler Sinema" diyerek bitirdi.


Ardından Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş kendisine İstanbul'dan bahseden kalınca bir kitap hediye etti ki içinde ona ayrılmış özel bir bölüm vardı. Sultanım ona da teşekkür etti. Sonra sergiyi başkan eşliğinde gezmeye başladılar. Ben de onu uzaktan uzağa incelemeye.



Kahverengi , yakasında taşlar işli olan tek parça bol bir elbise giymişti. Kuzgun siyahı saçlarını ortadan ayırmış şekilde bir topuz yaptırmış. Sallantılı kocaman küpeler de süsü. Yanına sokulup iki çift laf söylemek derdi ile ha bire yanında dolandım ama ne mümkün. Zaten sürekli ona bişeyler söyleyenler var. Boyumuz nerdeyse eşitmiş Sultanımla. Üstelik bana çok minyon geldi. Mini mini bir hanımmış Sultan yahu :) Ona hayranlığını belirtenlere sürekli gülümseyerek, mahcup bir edayla mukabele etti: Ben işimi çok severek yaptığım için böyle dedi.




(Sergi için bastırılan rehber kitapçığı imzalatmaya çalışırken)

Ben ardında, benim ardımda da fotoğraf çekmeye çabalayan arkadaşım Havva :) Baktık olacak gibi değil, kostümleri incelemeye başladık. Kendimi sınadım orada. Şu kıyafet şu filmden dedim hepsini bildim. Siyah beyaz dönemden kalma olanları çıkarmakta zorluk çektim. Misal Vesikalı Yarim filminde giydiği sabahlığı tanıyamadım. Pazenden, siyah üzerine yeşil sarı motifleri olan bir giysiymiş.

Kostümlerin bir çoğunda hangi yılın hangi filminden olduğu bilgisi eksikti maalesef. Dikkatimi çeken bir şey de o muhteşem gözüken kıyafetlerin kumaşlarının cinsi oldu. Hani naylon karışımı, hiç ter çekmeyen , ucuz kumaşlar olur ya... veya bazısı da penyeden (Misal "Seni Kalbime Gömdüm" filmindeki yeşil pardesü trençkot gibi gözüküyor ama penye). Boncuk işlemeli kıyafetleirn hepsi çok çok güzel, müthiş bir işçilik var üzerlerinde. Filmlerde giydiği kostümleri Sultan'ın kendisinin tasarladığı veya gidip kendisinin beğenip aldığını düşünürsek ben zevki karşısında şapka çıkarıyorum.

Bir de takılarını sergiliyorlardı. Hep sallantılı, taşlı küpeler. Zincirli mini çantalar. Bizim dore, lame olarak gördüğümüz o çantalar da naylondan mesela.

Yıllar var ki tafta görmemiştim, Tatlı Betüş dizisinden kalma tafta tuvaletler de çok şıktı.

Gelen misafirler içinde Selim İleri, Atilla Dorsay ve Murathan Mungan hemen dikkatimi çekti. Üçü de Sultanın yakın arkadaşları ve üçü de Sultan için mutlaka birşeyler üretmiş insanlar. Bu gecede de onu yalnız bırakmamışlardı.

Safa Önal'ı da gördüm ve kendisine teşekkür ettim; çocukluğumdan itibaren üzerimde iz bırakan filmleri için, beni mutlu ettiği için.

Metres'de giydiği yeşil kıyafet, Gelin Çiçeği filmindeki kırmızı üzerine yeşil yıldızlı kıyafet, Vukuat Var'daki açık mavi tek parça elbise, Güllü'nün keşanı, Asya'nın yazması... Evet hepsini tek tek yakından gördüm. Sevindim sevindim sevindim :)

Sergi için hazırlanan kalınca rehberin içinde de hata yapılmış gözümden kaçmadı. Baraj filmine ait olması gereken afiş Hazal filmine ait.

Ben her bir kıyafetin yanında fotoğraf çektirdim !Zaten hikayemiz de "Görmemişin biri bi gün sergiye gitmiş ..." diye başlıyordu.

Sergiden fotoğraflar için Hürriyet arşivine tıklayabilirsiniz

1 Kasım 2008

Türkan Şoray - BEYAZ PERDEDE KOSTÜMLER SERGİSİ


Meraklısına harika bir sergi haberim var. Türk Sinemasının kanaatimce en güzel kadını , inatla benzediğimi düşündüğüm :) güzellik Türkan Sultan'ın, Arım Balım Peteğim, Selvi Boylum Al Yazmalım, Kara Gözlüm, Tatlı Nigâr gibi filmlerde giydiği kostümler, Beyaz Perdede Kostümler Sergisi adı altında CRR'de sergilenecek.

Şahin ve Gönül Paksoy'un hazırladığı sergi geçtiğimiz yıl da meraklısı tarafından büyük ilgi ile karşılanmış, Sultan'ım sergiyi gezerken gözyaşalrına zor hakim olmuştu. E ona da o yakışırdı zaten :)

Neyse efendim... Serginin açılışı 07 Kasım Cuma günü saat 19:00'da Cemal Reşit Rey Konser Salonu Fuayesinde olacak. Sergi 30 Kasım tarihine kadar gezilip görülebilir, iç çekilebilir, zaman tünelinde gezintiye çıkılabilir...

Azize'nin balıkçı kıyafetini, Asya'nın yemenisini görmek için heyecanla bekliyorum....

not: foto sinemalar.com'dan

30 Ekim 2008

En Sev(e)mediğim Türk Filmleri -1


Geçenlerde Hürriyet yazarı Ahmet Hakan Coşkun'un "Bu da benim - En Kötü Türk Filmleri- listem" başlıklı yazısını gülümseyerek okudum... İntikam vakti geldiğinden bahsediyordu :) Listesine aldığı filmler : Sarı Tebessüm, Gece Dansı Tutsakları, Su Da Yanar, Büyük Yalnızlık... Hepsi seksenlerden. Fikrini paylaşır buldum kendimi :)

İflah olmaz bir Türk filmi kolik olduğum aşikâr ama bu demek değil ki her filmi ayıla bayıla seyrediyorum... Aralarından hoşlanmadığım yüzlercesi var... yüzlerce mi? biraz abarttım mı ne :)
İşte yeni bir başlık buldum kendime. Siz de sevmediklerinizi eklerseniz ortalık şenlenir :)

Hemen hatırlatayım; liste elbette ki göreceli...



daha gider bu :)

26 Ekim 2008

Karanlıkta Uyananlar - Uyutanlar

Selam...

Bloggera, blogspota... memleketimde erişim yasaklandı. Sözün bittiği değil artık söz söylemenin de abes kaçtığı abuk yerdeyiz. Neyi engellediğini sanıyor bu zihniyet, anlamak güç. 1964 yapımı Karanlıkta Uyananlar filminin son sahnesindeki replikle bitiriyorum:

KARŞILARINDA BİZ VARIZ...

düşünen, üreten, kendini söz ile yazı ile anlatan biz.

Yakında görüşmek dileği ile... Nereden olur bilemiyorum.

22 Ekim 2008

Ekran Başına - 2



Haftasonuna erken saatte pijama, kumanda ve kahve ile başlamak isteyenler için bu haftaki seçeneklerimiz şöyle;

TRT1 haftasonu ekranını Karaoğlan serilerine ayırmış. İlk filmimiz Altay'dan Gelen Yiğit . Eseri , senaryosu , rejisi ve yapımı ile tamemen Suat Yalaz'a ait bu 1965 yapımı filmin başrol oyuncusu Kartal Tibet. Kartal Tibet'in ilk defa Karaoğlan oluşunu ve Camoka rolünde rahmetli Danyal Topatan'ı izleyip yâd etmek isteyenler için iyi bir seçenek. (TRT1, 25 Ekim C.tesi , 06:30)



Karaoğlan serilerini sevenler Pazar sabahı ise Karaoğlan Baybora'nın Oğlu'nu seyretma şansını elde edebilecekler. 1966 yapımı bu filmin kadrosunda da sonsuzluğa uğurladığımız çok isim var; Reha Yurdakul, Hüseyin Peyda, Engin İnal, Yavuz Selekman,Hayri Caner bu isimlerden bazıları. Filmin künyesinde "Kaan Yalaz" ismi de dikkatimi çekti, sanırım Suat Yalaz'ın oğlu... (TRT1, 26 Ekim Pazar, 06:30)





Altmışlardan sıkılanlar için TRT Türk'de 1990 yapımı, senaryosunu rahmetli İhsan Yüce'nin kaleme aldığı, Hasan Karcı'nın yönettiği Bir Avuç Sevgi isimli film var. Filmi izlemedim o yüzden bişey diyemiyorum. Lâkin , Yüce'nin kalemi kuvvetlidir, yorumlara baktığımda da duygu yüklü bir film olduğunu gördüm. Gerisi size kalmış. Başrol oyuncusunun Yalçın Gülhan olduğunu belirtelim. (TRT Türk, 25 ekim C.tesi, 09:20)


Şimdi mutlaka izleyin diyeceğim bir filmde sıra. TRT Türk ekranında yayınlanan "Sinemasal"ın bu haftaki filmi, 1974 yapımı bir Ömer Kavur filmi olan Yatık Emine. Necla Nazır'ı en çok beğendiğim filmdir. Refik Halit Karay'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanan filmin diğe rbaşrol oyuncuları Serdar Gökhan, Mahmut Hekimoğlu ve Bilal İnci. (TRT Türk, 26 Ekim Pazar, 21:10)



Not: Afişler Sinematurk'den...

14 Ekim 2008

Peki Ama Chevrolet Gören Bir Çilek Ne Yapar Bakalım?


Chevrolet, Impala, Cadillac... ıımmm. Ve tabi ki Anadollar, Muratlar :) Gözbebeğim Chevrolet...

Geçtiğimiz hafta bir akşam bir düğüne davetliydim. Mekâna vardığımızda bir de ne göreyim? Kapının önüne çektikleri 1955 model güzeller güzeli, açık mavi/beyaz renkli bir Chevrolet... Offf. Gelin arabası diye bir de süslemişler bu taş bebeği. Tüller ve güllerle, çok şekerdi. Sadece önünde gelinlik giydirilmiş bebeği eksikti :)

E tabi ben bu arabayı görünce hemen soluğu yanında aldım. Gözlerimle sevdim ve içimden "al beniiii, al götür beni doğayaaaaaa" diye terennüm... etmedim :) Yanına vardım, kapı önünde birikmiş davetlilere aldırmadan, "çekin çabuk beni şu güzellikle" dedim. Yaslandım bir güzel, ama ne keyif nasıl anlatayım size yahu. Bir poz öyle, bir poz da sanki ben arabanın sahibiyim de kapısını açıyorum :) Düğüne de gelmişiz ya, façamız da iyi. Hatta Filiz Akın misali inciler takmışım boynuma. Ah dedim içimden bir de şapkam olmalıydı :) Keyiften kahkalar atıyorum bir taraftan, bir taraftan da arabanın dizilere kiralandığını öğreniyorum.


Çekindiğim fotoları değil ama taş bebeğin netten bulduğum bir fotosunu ekleyeyim, sizin de gözünüz gönlünüz açılsın... Benim yamulduğum Chevrolet çift kapılıydı gerçi :) Pikaba takacağınız şarkıyı da siz seçiverin cânım. Benim favorim Nermin Candan. Yaşamak mıııı... hayat mı buuu ?

Sevgiler... haa unutmadan... sahil yolunda arabasının kornasnı öttüre öttüre, saçlarını savura savura geçen bir çilek görürseniz... bilin ki o benim :)

29 Eylül 2008

Hayırlı Bayramlar


Size güzel bir bayram hediyesi ararken bir siteye, fotoritim'e denk geldim... Beni zaman tünelinde bir gezintiye çıkardı baktığım fotoğraflar... Şimdi ağzınıza bir parmak çilek balı çalıp, Ramazan Bayramınızı en içten çileklerimle tebrik ederim :)
Ahmet Esmer'in objektifinden , kimi artık aramızda olmayan kimi ise halâ güzelliklerini bizimle paylaşan ayndaki tanıdıklarımıza ait fotoğraflar için tıklayınız.



19 Eylül 2008

Ekran Başına - 1

Yeni bir başlığımız var artık... Yemedim içmedim değerli okurlarım için hazırladım. Nostaljik bir türk filminden mahrum kalmamanız için...

Yarın sabah TRT1'in Türk sineması kuşağında; başrollerini Sadri Alışık, Ayhan Işık ve Belgin Doruk'un paylaştığı 1962 yapımı KÜÇÜK HANIM AVRUPA'DA adlı film var. Erken kalkan birisiyseniz, kaçırmayın derim.


TRT 1, 20 Eylül Cumartesi, saat 07:00

Bitmedi... Yine aynı gün TRT TÜRK ekranlarında da bir başka nostaljik film var ki, biraz piskopata bağlayabilirseniz, Cüneyt Arkın'ı en bi gıcık rollerinden birinde izleyebilirsiniz. 1966 yapımı İNTİKAM UĞRUNA'da başrollerde Selda Alkor ve Cüneyt Arkın oynuyor. Konusu çok değişik. Bir türlü mutlu olmayı başaramayan ama aslında birbirini çok seven bir çiftin hikayesi anlatılıyor.

TRT TÜRK, 20 Eylül Cumartesi, saat 09:20



Pazar günü ; TRT TÜRK 'de 1955 YAPIMI bir Ömer Lütfi Akad filmi BEYAZ MENDİL (saat 09:20), TRT 1'de ise bir salon komedisi olan 1964 yapımı ÖP ANNEMİN ELİNİ (SAAT 07:00) adlı filmleri izlemek mümkün.

15 Eylül 2008

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları - 15

Efendiiim... Mazinin tozlu mu tozlu raflarından birinde bu set fotoğrafına rastlamıştım epey zaman önce. Bugün acaba hangi fotoğrafı bulsam da hafızamı yoklayıp kim kimdir diye çıkarsam diye bakınırken yine bu foto ile karşılaşınca, biraz arşiv taraması yapmanın vakti geldi geçti dedim içimden.

Baktabul.com adlı forumdan kopyaladığım bu fotoğrafın hangi film setine ait olduğu internetteki herhangi bir kaynakta geçmiyor. Ama şimdi geçecek :)

İlk önce Fatma Girik'in o gencecik halinden yola çıkarak sinemadaki ilk rollerinden biri olduğunu düşündüm. Sonra baktım orada Baki Tamer de var... İkisinin birikte rol aldığı filmleri taramaya başladım ve bingo... Turgut Özatay'ı da görünce iyice emin oldum. Evet açıklıyorum : Bu fotoğraf, 1958 yapımı MURADA ERECEĞİZ filmine ait. Senaryosu Orhan Elmas'a ait filmi Memduh Ün yönetmiş.

Şimdi gelelim, fotoğraftan benim çıkarabildiklerime:
En alt sırada sağ başta TURGUT ÖZATAY... Orta sıra sağ başta GÖNÜL BAYHAN, FATMA GİRİK, MEMDUH ÜN, ERSUN KAZANÇEL, üst sıra sağ başta BAKİ TAMER, AHMET TARIK TEKÇE

Karede yer alan diğer isismler için katkılarınızı bekliyorum. Tahminim kimisinin teknik ekipten kişiler olduğu. Murat Çelenligil ağabeyimize selam ediyorum bu konuda ki, bilse bilse ancak o bilir :)

Notcuk: Araştırma yaparken Gönül Bayhan ile ilgili de şöyle bir haber çarptı gözüme

9 Eylül 2008

Yeşilçam'lı Bilmece - 3


Öhhöö... muhterem okuyucular

Yukarıda size doğru bakan bir çift göz acaba hangi artizimize aittir?

Atış serbest... buyrun.

3 Eylül 2008

Ses Veriyorum Bir kiii... Siz De Verin !

Bir süredir Çilek Analiz yazamadım... Şimdi de uğraşamayacağım, ama merak etmeyin haberler iyi :) Her gün biraz daha fazla okuyucu uğruyor bu naftalinli mekâna ne güzel...

Az önce şöyle analizlere bir göz gezdireyim dedim... Bir de ne göreyim; Kazakistan, Hollanda, Danimarka ve İsveç'ten yolu buraya düşüp de çok çok uzun bir süre blogu inceleyen, okuyan arkadaşlar olmuş... Hoşgeldiniz safa getirdiniz de, oralardan bir selam etmez mi insan yahu ?

Nostaljik türk sinemasına en çok yönlendirme Yeni Şafak'ta Ali Murat Güven'in yazısında belirttiği linkten, Öteki Sinema'dan, Kısa Film blogundan ve Blog Kazanından gelmiş...

Ziyaretçiler arama motorlarına en çok "türk sineması" , "nostaljik türk filmleri" yazarak buraya gelmişler...

Ayrıca arama motoruna "türk sineması izlemek istiyorum" , "dilâ hanım izlemek istiyorum". "cennet mahallesi filmi hangi semtte çekildi" diye yazanlar da soluğu burda almışlar. Hemen cevap vereyim , cennet mahallesi filmi hangi semtte çekilmiş bilmiyorum :)

Umut Dünyası


Afişte yazdığı gibi evet; Bu normal bir aşk filmi değildir... Normallik sınırlarında gezinmeyen bir aşk filmidir ama anormal de değildir... Sessiz sakin ve alabildiğine derin bir filmdir.

1973 yılının SES Dergisi birincisi Necla Nazır ve ondan daha iki sene önce sinemaya adım atmış olan Tarık Akan başrollerde. Bu filme gelene dek ağırlıklı olarak jön prömiye rollerde izlediğimiz Akan bu sefer bambaşka... Toy Nazır ise çok duru ve gerçekten başarılı.

Gurbete çıkıp ekmek parasını ellerde arama furyasının yoğun olduğu yıllarda geçiyor konumuz. Esas oğlan Ahmet, para canlısı bir adama (Atıf Kaptan) ait küçücük bir matbaada çalışmaktadır. Yalnızdır. Oturduğu ev zaten bodrum kattadır, sıvaları dökük, rutubetli bir bekar odası. Bir de yakın arkadaşı vardır (Bülent Kayabaş), o biraz hayatı gırgıra almaktadır neyse ki...

Ahmet'in, küçücük bekar odasına sığmayan hayalleri vardır. Ufkunda Avustralya'nın gözüktüğü hayaller. Sonunda zengin olunan hayaller. Şairin dediği gibi; insan hayal ettiği müddetçe yaşar ya...Hayallerin gerçekleşmesi için biriktirilen paralar, sayılan günler... Ve yağmurlu bir gece ansızın çıkagelen yetim Zeynep.




Gerçekçi diyaloglarla bezeli, sahici bakışlar, sahici umutsuzluklar ve sahici umutlar yumak yapılmış bir top halinde önümüze atılılıyor. Safa Önal'ın kaleme aldığı senaryo yine kendi elinde öyle bir güzel şekillenmiş ki, Dönüş, Mahpus, Umutsuzlar, Keşanlı Ali Destanı, Cemo ve daha nice filmden notalarına aşina olduğumuz Yalçın Tura'nın müziği eşliğinde film bir girdaba dönüşüyor , içine içine çekiyor sizi. O rutubetli odanın kokusunu duyuyorsunuz, elinizi uzatsanız sıvaları yere düşüreceksiniz. Odaya koyulan bebek karyolasını odanın sıcak bir köşesine itiverme isteği uyanıyor içinizde.

Ahmet , bir gece ansızın kapısını çalanın kaderi olduğunu bilemezdi elbet. Zeynep Ahmet'in, Ahmet de Zeynep'in kaderi. Küçük odasına sığmayan hayallerini mi tercih edecek Ahmet yoksa kimsesiz, yurtta büyümüş Zeynep'i mi?

Hayallerini paylaşamıyor kahramanlarımız belki ama kaderlerini ve umutlarını paylaşıyorlar.

Bir türk filmi izleycisi olarak beni en çarpan filmlerden birisi Umut Dünyası. Benim ailem de aynı umutlarla gurbete gittiği için midir bilmiyorum. Annem de benzer şeyler anlatırdı onu gurbet ele götüren nedenler için. Bir umut işte, bir umuttu belki.

Not: Fotoğraf Hürriyet foto galeriden...

2 Eylül 2008

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları -14


Hürriyet foto galerisinde rastladım bu fotoğrafa. Hey gidi günler dedim... hey hey... Bir Hababam serisinden sonra mı çekilmiştir bu foto, yoksa dostlar bir araya gelip iki lafın belini mi kırmak istemişlerdir, orasını biz bilemeyeceğiz. Tahminim, karede Tarık Akan'ı da gördüğüm için Hababam sınıfı yılları, yani 1974-76 tarihleri. Zira Gül Sunal (Kemal Sunal'ın eşi) dışında hepsi Habababam ile hemhâl :)

Soldan sağa üst sıra : Güdük Necmi Halit Akçatepe
Damat Ferit Tarık Akan
Yardımcı yönetmen Kartal Tibet
oturanlar: Gül Sunal, İnek Şaban Kemal Sunal, Hafize Ana Adile Naşit ve ünlü müfettişimiz Hüseyin Şevki Topuz Ergin Orbey...

Kalanlara selam olsun ne diyelim...

29 Ağustos 2008

Ayhan Işık Afişleri Sergisi Sinematik'de


Ayhan Işık Afişleri Sergisi Sinematik Salon'da açılmıştır efendim. Giriş ücretsizdir. Lütfen afişleri izinsiz falan kopyalamayınız . Kopyalarsanız dilerim rüyanızda sizi Gulyabani kovalar :))
Not: Ayhan abimizi hiç böyle kaslı bilmezdim... ve evet afiş sinematik'den.

28 Ağustos 2008

Ve Bir Yıldız Daha... Orhan Günşiray

Artık vedalar sıklaştı... Kenan Pars, Senih Orkan, Suna Pekuysal... ve sinemamızın ilk Kıtıpiyoz Çetin'i Orhan Günşiray.

Çocukluğumun yıldızları birer birer kayıyorlar.

Yeşilçam'ın en yakışıklı jönlerinden , ellilerin sonunda sinemaya "Lejon'un Dönüşü" filmi ile giriş yapan Orhan Günişray, İstanbul'da tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 79 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Mesut Kara'nın "Yeşilçam'da Unutulmayan Yüzler" kitabına Orhan Günşiray ile yapılmış bir röportaj vardır. Oradan öğrendiğimize göre Günşiray , Yeşilçam'ın en çapkın jönü olmuştur. Başından 7 evlilik geçmiş olan Orhan Günşiray, hayatın tadını çıkarmayı seven, ehl-i keyif bir kişilik imiş. Su gibi para harcarmış. Birikim yapmayı da ihmal etmemiş ama bunun yanında kaybettiklerini de saklayabilseymiş çokça mal mülk edinebilecek birisi olurmuş... Oyunculuk dışında sinemamıza yapımcı olarak da destek veren Orhan Günşiray bu uğurda para harcamaktan da asla çekinmemiştir; ki bir iş için kendi deyimi ile beş villa parasını rahatlıkla çar çur edebilmiştir. Öyle anlatıyordu kendisini kitapta.


Not: Yazının bir kısmı ekşi sözlük'teki girdimden alınmadır. Fotoğraf gittigidiyor.com'dan.

22 Ağustos 2008

Gün gelecek adını neonlarla yazdıracağım :))



Bugünü kendime ayırdım sevgili okuyucular... Arada şımarmam lazım ki, daha çok üretebileyim, kafa ütüleyeyim :)

Gün... gerçekten de bir türk filmi repliği günüdür benim için:
- Bir zamanlar fakir ama gururlu bir çilek vardı... hâlâ var... çok şımarıyor :)

Yazdıklarını her daim severek ve keyifle okuduğum sevgili Ali Murat Güven , geçtiğimiz günlerde Yeni Şafak'taki köşesinde "Çilek'in Dünyası"ndan bahsetti.

O ana dek kendi halimde takıldığım, nostaljik Türk sinemasından hoşlanan bir kaç arkadaşımızla yazıştığımız, bilgi paylaştığımız bu blog ... sinema üzerine ciddi yazılar yazan bir kalemin elinde şekillendi ve bir gazete sayfasına taşındı...

Elim ayağım titredi... hem çok sevindim hem de azıcık utandım işin doğrusu :)

İşte Ali Murat ağabeyin yazısı...

'Çilek'in Dünyası'nı mutlaka ziyaret edin
ALİ MURAT GÜVEN


Batılı bir düşünür, bundan yıllar önce, dünyanın iki dikey yarımküresi arasındaki düşünsel farklılığı vurgulamak amacıyla “Birinci dünya ülkelerinin sakinleri internette ağırlıklı olarak 'klavye'yi, üçüncü dünya ülkelerinde yaşayanlar ise daha ziyade 'fare'yi kullanırlar” demişti.
Kimin söylediğini şu an hatırlayamıyorum, ancak Allah bu sözü düşünüp de sarfedenden gerçekten razı olsun. Sanal âleme ne zaman adım atsam, bilgi üretme ve bilgiyi paylaşma kabızı Türkler tarafından âdeta ıkına ıkına, ite kaka hazırlanmış –ki buna sanal ansiklopedi Wikipedia'nın Türkçe edisyonu da dahil- gayet az miktardaki bilgi kaynağını ve bunlardaki entelektüel sığlığı, biçim ve içerik açısından sergilenen tüyler ürpertici kalitesizliği her görüşümde aklıma yukarıda aktardığım o müthiş saptama geliyor.
Biz Türkler, internet âlemini verimli ve akılcı kullanma noktasında gerçekten de çok tipik birer “üçüncü dünyalı”yız. Bu uçsuz bucaksız tarlaya bilgi adına ekebileceğimiz çok fazla bir birikimimiz yok; o yüzden de varlığı bilişim teknolojisinde “üretme” eylemine karşılık gelen “klavye”ye pek fazla işimiz düşmüyor. Onun yerine, başka uluslardan gayretli insanların bin bir emekle ürettiği taze bilgilerin röntgenciliğiyle geçiniyoruz; yani işimiz gücümüz “fare”yi kıpırdatmakla...
Bunu doğrulamak için yalnızca son iki yılın en gözde paylaşım sitesi Youtube'a bakmak bile yeterli...
Bir sinema araştırmacısı olarak, Youtube'u ne zaman ziyaret etsem, bana gerekli olan her türlü yabancı filmin görüntülerini, fragmanlarını, müziklerini, o filmin yapım ekibine ilişkin bir çok ayrıntılı bilgiyi rahatlıkla bulabiliyorum. Hatta, nostalji damarlarım kabardığında, çocukluk hatırlarımda özel bir yeri olan bazı eski televizyon dizilerinin jeneriklerine ulaşıp, o eşsiz 1970'leri yâdettiğim bile oluyor.
Ancak gelin görün ki Youtube'un Türkiye ve Türklerle ilişkili cephesi, PKK'lılar, Ermeniler ve Yunanlılarla en galiz küfürler eşliğinde yapılan mahalle kavgalarından ibaret... Oraya, Allah rızası için, araştırma yapan birilerine yarayacak herhangi bir ses ya da görüntü kaydı yükleyen insanlarımızın sayısı o kadar az ki. Youtube'a görüntü olarak en büyük kültürel katkımız “Ankara pavyonları”nda yapılmış birbirinden berbat kalitedeki cep telefonu çekimleri ve bir de şu dillere destan olmuş “Van Gölü canavarını gören Kürt mazotçu” parodisi... Oraya yüklediğimiz gayet sınırlı sayıdaki yararlı malzemenin ses ve görüntü kalitesi ise genel olarak Batılı meraklılarınkilerden kat be kat düşük...
Özetle, Youtube gibi bulunmaz bir hazineyi, kendimiz, ülkemiz ve milletimizin yararına kullanmayı henüz öğrenebilmiş değiliz. Çünkü, dediğim gibi, bilgi üretmeyi sevmiyoruz, internetteki bütün numaramız yabancı birilerinin ürettiği ithal bilgilerii tüketmek. Bu durum, “sinema” sitelerinden “porno”ya kadar böyle...
Öte yandan, Türkiye'de yalnızca amatörlerin değil, kamu ya da özel sektörden pek çok profesyonel kuruluşun internet siteleri bile bu türden bir döküntülüğe sahip...
Google'da gösterime yeni çıkmış bir filmin içerik bilgilerini taratmayı deneyin, en az 30-40 ayrı Türk sinema sitesinde noktasına virgülüne kadar birbirinin tıpatıp aynısı olan özetlerle karşılaşırsınız. Bunun da nedeni söz konusu sitelerden bir tekinin yöneticisinin bile o filmi bizzat gidip perdede izleyerek özgün bir tanıtım metni yazmamasıdır. Film şirketlerinin gönderdiği (en kötü yapımlar için bile abartılı övgü cümleleriyle bezenmiş) tek yanlı tanıtım bültenleri, evlerinden haftalarca günışığına çıkmayan site editörleri ve onların sitelerine itibar edenlerin bilgi edinme ihtiyacını fazlasıyla gideriyor anlaşılan...
Hâl böyle olunca da benim geçmiş yıllarda uzun emekler sonucu hazırladığım “Zamanda Yolculuk” ve “Yüreğimizi Delip Geçen Filmler” adlı yazı dizilerinin her birinin, ortalama 150-200 internet sitesi tarafından (izinsizce) iktibas edilmesine hiç şaşmamak gerekiyor. Çünkü, “bilgi üretme”yi kendine bir iş edinen, bu amaçla oturup günlerce, haftalarca araştırma yapan ve bunların sonuçlarını derli toplu bir Türkçe metin eşliğinde ekrana döken, bunu iş edinmiş “çılgın insan” kaynağımız yok bizim. Bu gibi ileriye dönük çabalar, yediden yetmişe milyonlarca uyanık Türk tarafından “abesle iştigal” olarak görülüyor.
Kırk yılda bir heyecanlanıp internet ortamında özgün bir şeyler yapmaya çalışanlar olduğunda da “İyiler erken ölür” kuralı gereği ya bu gibi iyi niyetli gayretlerin sahiplerini onlara doyamadan kaybediyoruz, ya da bu kişiler parasızlık, ilgisizlik, takdirsizlik gibi haklı gerekçelerle bir süre sonra ilk hızlarını kaybediyorlar. Sözgelimi, “trash movie” (sinema tarihinin görece az bilinen, düşük bütçeli, ancak içerdikleri sinemasal samimiyet nedeniyle yine de kendilerine özgü bir hayran kitlesine sahip bulunan “çöplük” filmleri) alanında internetin en özgün iki sitesini hazırlayan sevgili kardeşim, usta karikatürist ve yazar Metin Demirhan'ın geçen sonbahardaki vefatının ardından, ülkemiz sinema yazınındaki bu bakir alan bütün cepheleriyle birlikte resmen öksüz kaldı. Her ne kadar “Öteki Sinema” gibi zengin içerikli bazı sitelerin editörü konumundaki bir kaç vefalı ve çalışkan arkadaşımız bu alanda ellerinden gelen gayreti ortaya koymaktalarsa da sinemada “trash” kategorisine 42 yıllık bir ömür adamış, cebindeki son kuruşu gözünü kırpmadan bu alana harcamayı kendisine bir hayat tarzı olarak seçmiş rahmetli Demirhan'dan sonraki o benzersiz bilgi birikimi ve özveri açığını kapatmak hiç de kolay değil. Ondan geriye yadigâr olarak çok değerli iki inceleme-araştırma kitabı (“Fantastik Türk Sineması” ve “Erotik Türk Sineması”), bir kaç eğlenceli kısa film, yüzlerce araştırma yazısı ve üyelik süresi dolduğunda kapatılmasından (dolayısıyla bütün o değerli içeriklerinin de tarihe karışmasından) feci şekilde korktuğum aşağıdaki iki internet sitesi kaldı:
http://fantastiksinema.blogspot.com/http://www.maskeveyumruk.blogspot.com/
Aynı şekilde, İslâmî câmiada da “SineMüslim” gibi bazı iyi niyetli girişimlerin, “hımbıllıktan kırılan” bir tüketici kitlesi nedeniyle giderek tavsamaya başladığını da üzüntü içinde izlemekteyim. Türlü türlü özveriler eşliğinde hizmete sokup “bilgi paylaşımı”, “tartışma” ve “öneri” ile adım adım zenginleşmesini umduğunuz bir sinema sitesine haftalarca hiç kimse tek satırlık bir giriş yapmazsa, girenler de bu platformu birbirlerini yemek için kullanırsa, böylesine çorak bir tarlanın orta yerinde, güneşin tam altında oturup gelecek güzel günleri beklemeye ne kadar tahammül edebilirsiniz ki? Sanırım, Sinemuslim”in gayretli editörü Osman Gazali Çakmak da şu sıralarda böyle bir ruh hâlini yaşıyor ki sitesinde haftalarca günceleme göremediğimiz zamanlar oluyor. Ancak, bu câmiayı çok iyi tanıyan biri olarak, hissettiği “ruhsal yorgunluk” için ona kesinlikle kızmıyorum; aksine oldukça iyi bile dayandığı söylenebilir. Üye olduğu günden itibaren siteye tek satırlık bir mesaj girmemiş olan bazı (bu alanda benden daha hızlı oldukları iddiasındaki) mücahit gençlerin, “Uçurtma Avcısı” filmine ilişkin bir yazımın iktibası vesilesiyle aylar sonra siftah edip ilk döktürmelerini (daha doğrusu ilk giydirmelerini) şahsımı alttan alta “münafıklık”la suçlamak amacıyla yaptıklarını gördükten sonra, benim de sevgili Osman'a “Allah sana sabır versin” demekten başka bir seçeneğim kalmamıştı.
Türklerin, özellikle de dindar Türklerin sanal âlemdeki üretim fukaralıklarına işaret eden bu tatsız girizgâhtan sonra, şimdi de sözü aynı çorak bahçede âdeta nadide bir çiçek gibi açan çok kaliteli bir sinema sitesine getirmek istiyorum. Burası, Dilek Gürses Güven adlı Türk sineması tutkunu genç bir hanımefendi (ki kendisi aynı zamanda da sadık okurlarım arasındadır) tarafından kurulup yönetilen “Çilek'in Dünyası” bloğu...
Türk sinemasının nostaljik ürünlerine tutkuyla bağlılık noktasında rahmetli Metin Demirhan'ın ruh ikizi olarak gördüğüm bu hanım arkadaşımız, benim takip edebildiğim kadarıyla iki yılı aşkın bir süredir sitesini hiç eksilmeyen bir sevgi, özen ve gayretle sürekli güncelliyor. Dediğim gibi, Dilek'in (ya da siteye de ad olan sevimli lâkabıyla “çilek”in) ilgi alanı Türk sineması, özellikle de ulusal sinemamızın naftalin kokan örnekleri ve o klasik döneme emek vermiş olan kıdemli sanatçılar... Bu yüzden, eğer ki temel ilgi alanınız yabancı ülke sinemalarıysa “Çilek'in Dünyası”nda işinize yarayacak çok fazla bir şey bulamazsınız. Ancak, Yeşilçam'ın melodram geleneği karşısında samimi bir saygı duruşu görmekten hoşlanan bir sinemaseverseniz, o durumda sözünü ettiğim site size tam anlamıyla ilaç gibi gelecek.
Çok rahat okunan ve kontrolü oldukça kolay bir sayfa tasarımı, hiç bir yerden aşırılmamış, aksine her kelimesi Dilek Gürses Güven tarafından kaleme alınmış özgün metinler ve neredeyse pek çoğunu bulmanın artık imkânsız olduğu, büyük bir bölümü özel koleksiyonlardan ödünç alınmış yüzlerce lobi fotoğrafı, afiş, imzalı kartpostal ya da video kayıtlardan dondurularak elde edilmiş film kareleriyle bezeli bir adres burası...
“Çilek'in Dünyası”nda yer alan yalnızca son bir kaç yazıyı alelacele okusanız bile, sitenin editörünün işini nasıl sevgi ve özenle yaptığını hemen fark ediyorsunuz. Bu arada, bana sinemasal sorularıyla ilgili olarak bir kaç kez elektronik posta da göndermiş olan bu değerli meslektaşımın, aynı zamanda en muteber aktivitenin küfürbazca bir gevezelik olduğu “Ekşi Sözlük” cangılına ciddi sinemasal bilgiler ve yorumlar aktarma noktasında en üretken bir kaç yazardan biri olduğunu, bu alanda sözlüğü geyik çöplüğü olmaktan kurtaran görece az sayıdaki üyeden biri olarak oraya son derece zengin içerikli metinler girdiğini de özellikle vurgulayayım. Ve tabiî, kendisinin beni başka bir tarafıyla değil de “gözleriyle” okuyup, yazdıklarımı özgür iradesiyle değerlendiren ve bunun sonucunda da “insan yiyen bir canavar” olmadığıma kanat getiren son derece az sayıdaki “Ekşi”ciden biri olduğunu vurgulamayı da burada vicdanî bir borç biliyorum. O yüzdendir ki adımın altında yıllardır biriken sayısız alay ve hakaret cümlesinin aralarında kendisinden de şahsımla ilgili olarak “insana yaraşır” bazı cümleler okumanız mümkündür. Sağolsun, bizleri gözü dönmüş Ekşi Sözlük vandallarına ucuza yem etmeyen sınırlı sayıdaki vicdan sahibi sinemasever arasında yer alıyor sevgili kardeşim Dilek Gürses Güven...
Soru sorarken, bilgi paylaşımında bulunurken saygıyı ve kibarlığı asla elden bırakmayan, “Ekşi” dahil hiç bir ortamda sahip olduğu yüksek insanî ve entelektüel düzeyden ödün vermeyen, kendisine soru sorup yardım istediğinizde de iki eli kanda bile olsa mutlaka cevap veren samimi bir sinema gönüllüsünün, bir eş ve anne olarak sırtına binmiş onca yükün arasında çok ciddi bir emek sarfederek hazırladığı bu harika sinema sitesiyle en kısa zamanda tanışmanızı tavsiye ediyorum.
http://cilekindunyasi.blogspot.com/
17.08.2008

Çok teşekkür ederim Ali Murat Ağabeycim :)

18 Ağustos 2008

Gülşah Küçük Anne


akşam oldu eve gidemedim
boyacı sipor yuuuhhh
golleri yemiş
hadi kızım yandan yandan
severler seni candan
şu fasulye on beşe çıktı
şu fasulye on beşe çıktı
hem kaynatır
hem oynatır
hadi kızım yandan yandan
severler seni candan
1976 yapımı Gülşah Küçük Anne filminde böyle söylüyordu Gülşah Soydan...bilmem sözlerini doğru hatırlayabildim mi ?
Sülale gücü ile bir voltran oluşturulmuş ve bu film ortaya çıkmış diyorum. Baba pişirmiş, anne yemiş, kızı da "hani bana hani bana" demiş... Yapımcılığını Hülya Koçyiğit'in eşi Selim Soydan'ın Gülşah Film adına üstlendiği filmin başrol oyuncuları elbette ki Hülya Koçyiğit ve Gülşah Soydan.
Gülşah Film'in yapımları arasında İşte Hayat, Evlidir Ne Yapsa Yeridir, İstasyon, İbo ile Güllüşah, Şark Bülbülü, İyi Aile Çocuğu , Kurbağalar'ın yanında en aklımda kalan filmlerinden birisi de Gülşah Küçük Anne.
Filmi ilk izlediğimde dokuz on yaşlarındaydım ve hikayesinin beni oldukça etkilediğini hatırlıyorum.
Evin babası Murat (Fikret Hakan) , bir fabrikatörün özel şoförlüğünü yapıyor. Murat, çalışkan, dürüst ve gururlı insanların bulunduğu sevimli bir mahallede eşi Selma (H.Koçyiğit) ve kızı Gülşah ile kirada oturuyor. Yakında bir de oğulları olacak , adını Haydar koyacaklar (Allahım, bebeğin adı hiç Haydar olur mu yahu diye cık cıkladığımı biliyorum, çocuk aklımla bebeğe bu ismi yakıştıramamıştım :)). Mahallede herkes ebesinden, bakkalına , komiserine kadar birbirini tanıyor. Gülşah kız çocuğu ama tam bir erkek Fatma, mahallenin futbol takımı Boyacı Sporun , rakip takımdan adam transfer edebilen minik amigosu.
Derken ; yaz sıcağında bahçelerinde yedikleri akşam yemekleri bile onlara sonsuz mutluluk veren bu çekirdek ailenin başına hiç umulmadık bir iş geliyor. İftiraya uğrayan baba hapse düşerken, anne hastaneye yatıyor, yeni doğan kardeşine annelik yapmak zorunda kalan Gülşah da bir süre sonra sokakta dilendirilen bir sokak çocuğu oluyor.
İşte bir Türk filminde bulunması gereken ana klişeler :)
Bu mutlu aileyi tekrar bir araya getirmek görevi de Gülşah'a düşüyor. Kardeşini emzirmeye çalışması, gazinoya "biz cüceyiz !" palavrasıyla girmesi, şarkıcı Gülistan Okan'a " bana bak kızım, çocuğunu bir daha görmek istiyorsan..." diyerek posta koyması; işte bunlar hep aklımda kalan detaylar olmuş... Ha tabi bir de filmimizin kötü adamı rolündeki Atilla Ergün'ün korkunç façasını unutamıyorum :)
Sokakta dilenirken Gülşah "Sigaralarım vaar, balonlarım vaar" diye cıyık bir sesle bağırıyordu, evde epey taklidini yapmıştım.
VHS kasetten izlediğim bu filmin sonunda bir inşaatta kovalamaca sahnesi vardır, ki çocuk halimle beni çok heyecanlandırmıştı, aklım çıkmıştı düşecekler diye. Diyeceğim o ki, bizim elimizdeki kasette film bu kovalamaca sahnesinde baba ile kızın yerden nerdeyse 20 metre yüksekte birbirlerine sarılması ile adeta zınk diye bitiyor. Böyle şak diye, aniden ! Hep merak ettim, bizim elimizdeki kasetten miydi bu yoksa film gerçekten böyle mi bitiyor diye. Fikri olan varsa buyursun.
Yapım yılı:1976
Yönetmen: Orhan Elmas
Senaryo: Erdoğan Tünaş
Not: Fotoğraf , Hafta Sonu dergisi sanal sergisinden alınma.

14 Ağustos 2008

Yeşilçam'lı Bilmece - 2

Evet... esasen tiyatrocular... ama sinemada da çokca filmleri var. Kimdir efendim bu gencecik insanlar? Sene 1900 kaçlar sizce?

13 Ağustos 2008

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları - 13


Hep bir film sahnesini konu edinecek değiliz ya, kamera arkasından bir ayrıntı... Hadi birlikte ilerleyelim...
Fotoğrafta serinin "Semra Hoca"sı Semra Özdamar hemen dikkatimi çekti. Demek ki yıl 1975. Seri de "Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı" .
Devam edelim. Filmin yönetmeni Ertem Eğilmez biliyorsunuz. Kameranın başındakisi o. Uzun boyu ile hemen gözümüze çarpan ve Eğilmez'e önce asistanlık daha sonrasında da "Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor" serisinde yönetmenlik yapma imkânı bulan Kartal Tibet.
Arka sıralarda Güdük Necmi'miz Halit Akçatepe, Damat Ferit'imiz Tarık Akan, onların önünde İnek Şaban'ımız rahmetli Kemal Sunal, Allah sağlıklı ömür versin Mahmut Hoca'mız Münir Özkul , rahmetli Adiloş Teyzem (Hafize Hanım), onun solunda yine rahmetli Feridun Şavlı (Domdom Ali), sağında Hayta İsmail'imiz Ahmet Arıman, Domdom'un önünde Bozum Cahit rolündeki Cengiz Nezir...
Herkes nasıl da gülümsemiş değil mi? Ne kadar güzel bir set ortamıydı kimbilir? Hiç aklına gelir mi ki ; bir film çevrilecek ve bunun için amatör oyuncular aranıyor gazete ilanıyla. Sen gideceksin, elemeleri geçeceksin. Sana verilen karakterle birebir örtüşecek, Domdom Ali, Hayta İsmail, Tulum Hayri olarak anılacaksın. Herbişeyi geç, ustalarla aynı havayı soluyup rol keseceksin... Bu nasıl bir güzelliktir, nasıl kıskanmayayım :)
Not: Fotoğraf bilgipasaji.com sitesinden

12 Ağustos 2008

Ahmet Sezgin Aramızdan Ayrıldı


Türk Halk Müziğinin sevilen seslerinden, beyefendi kişiliği ile hayranlık uyandıran Ahmet Sezgin de, sessiz gemiye binip yol alanlar kervanına katıldı. Ününün doruklarında olduğu altmışlı yıllarda Ahmet Sezgin de modaya uyup kamera karşısına geçmişti.
1965 yapımı Mirasyedi ve 1969 yapımı Aşk Yarası Derindir filmleri ve geride bıraktığı onlarca albümle sevenleri onu daima yâd edecekler...
Ahmet abi yolun aydınlık olsun inşallah...
Not: Fotoğraf Ercan Demirel'in "Diskotek Arka Plan" sitesinden alınmıştır.

Geçmiş Olsun



Fenerbahçe camiasının yakından tanıdığı, nostaljik Türk sinemaseverlerin ise 1972 yapımı "HAYAT MI BU?" filminden hatırlayacakları Serkan Acar , Amerika'da tedavi görüyor.

Sinemamızın Ayşecik'i Zeynep Değirmencioğlu ile evli olan Serkan Acar'a acil şifalar diliyoruz.

9 Ağustos 2008

Sinema Bloglarını Bilmek İsteyenler....

Sinealtyazı blogunda meraklısına hitap eden çok güzel bir tarama yapmış Şeyda Kübra. Ve demiş ki;

"Hep sinema filmlerinden mi bahsedecek bu bloglar, artık sıra bu bloglardan bahsedecek bir blog yapmaya geldi. Sinema meraklılarının filmlere yorumlar yazdıkları, filmlerle ilgili farklı fotoğraflar koydukları, sevdikleri yönetmenlerlerle, oyuncularla ilgili etkileşimli sohbet ettikleri, yeri gelince de herkes için farklı bir anlamı olan kült filmleri değerlendirdikleri bu blogların da tanıtılma ve değerlendirme vakitleri geldi. İşte en çok takip edilen, en sevilen sinema blogları ve onları tanıtan yeni rehberiniz…."

Sonra da listesini vermiş... Çilek de var aralarında...

Liste için
tıklayınız nütfen kuzum :)

Teşekkürler Şeyda Kübra...

7 Ağustos 2008

İzin İstemek Çok Mu Zor Anam Babam?

İnternette gezinirken Çilek'in Dünyası'nda yayınlanan görselleri , yazıları , noktasına virgülüne dokunmadan başka bir forum ortamına kendi ürünü, emeği gibi yapıştıran bir alıntıcı (!) ile karşılaştım.
Tesadüfen gördüğüm bir şey bu. Yazdığım çizdiğim herşeyin peşine düşme imkânım maalesef yok.
Blogun karşılama yazısında da belirttiğim gibi, bilgi benden çıktı sizlerin oldu. Kullanmak isterseniz tepe tepe kullanın, lâkin izin isteyin. Kaynak belirtin. Ben bu konuda hassasiyet gösteriyorum, insanların haklarını teslim ediyorum.
Bazen bir küçücük ayrıntıyı yakalayabilmek için bütün bir filmi baştan sonra izlemek durumunda kaldığım, sayfalarca yazı okuduğum oluyor... Ben pişiriyorum ve yazdıklarımdan hoşlandığı belli olan bir kişi, fütursuzca saygısızca benim bilgimi kullanıyor. Kendisinmiş gibi !
Sinematurk'de vardı böyle bir alıntıcı, zevzek ve küstah birisiydi. Bilgi paylaşılması gereken bişeymiş, egoistlik yapmayaymışım ! Herifçioğlu , "ben senin emeğini kendiminmiş gibi gösterdim, intihalciyimin" diyemiyor da, "ne varmış yani o bilgiyi başkası da öğrenseymiş". Ha bir de zerzevatlığın şahlığını göstererek konuşmasını şöyle bitirmişti; Türk sineması hakkında kim daha bilgiliymiş bakalım... Benimle boy ölçüşemezsiniz ! Siz tıkanır kalırsınız !
:)))) Güler misin ağlar mısın?
Şimdi Ekşi Forum denilen yerde birini tespit ettim. Hayır çocukluk deyip geçmek var ama, kolay hazmedemiyorum. Revna nickli kişi ... Bilginin kaynağını belirtmeni bekliyorum. Anladım ki blogumu çok yakından takip ediyorsun...
Üstelik bana ulaşmak çok kolay biliyor musun ?cilekindunyasi[at]gmail.com adresine ileti gönderebiliyorsun... Ve çok şaşıracaksın... ben her iletiyi cevaplıyorum... Ve yine şaşıracaksın, şu ana dek , blogdaki yazı, fotoğraf vs. materyalleri başka yerde kullanmak için izin isteyen hiç kimseyi geri çevirmedim. Hadi bakalım, kendine yakışanı yap.

22 Temmuz 2008

Güle Güle Suna Abla

1933-2008
Türk Tiyatro ve Sineması'nın usta oyuncusu Suna Pekuysal aramızdan ayrıldı. Sevenlerine başsağlığı diliyorum.
Sinemada onu hatırlayacağım rollerinden bazıları;
Otobüs Yolcuları'nın tatlı Necile'si (1961)
Küçük Hanım'ın dostu Ayşe (1962)
Kadın Berberi'nin Suna'sı (1964)
Hapishane Gelini ve Kanlı Nigâr'ın işbirlikçi hizmetçisi (1968)
Ayşecik'in dert ortağı (1969-1971))
Hüdaverdi-Pırtık'ın çok bilmiş , ağzında asla laf alınamayan (!) hizmetçisi Halime (1971)
Keloğlan keleş oğlanın çilekeş anası (1971-1976)
Yeter Anne'de Altan'ın çılgın annesi Makbule (2002)
....




4 Haziran 2008

ARKADAŞIMIN AŞKISIN


İnsan kalbinin başına gelebilecek en bela işlerden birini anlatan bir konuya sahip bu şarkıyı bilmeyen yoktur herhalde. Yarım yamalak Türkçe telaffuzu ile sadece ve sadece Juanito'ya yakışan bu şarkının sözleri bana hep bir masal gibi gelir. Şarkıyı her dinlediğimde aktör ve aktristleri yol boyu değişen bir hikaye akar gözümün önünden. Bestesi Enrico Macias imzalı şarkının Türkçe sözlerini Fecri Ebcioğlu kaleme almış... Bakın ne diyor:

Hakkım yok seni sevmeye... Çıktın karşıma ne diye?
Sen başkasının malısın, kalbim bunu nerden anlasın?
Unutmam lazım çünkü sen... Arkadaşımın aşkısın!

Kaderin oyunu bu bana, göstermesin seni bana
Karşımda olsan da bakmam, arkadaşımı aldatmam
İsterse kalbim ağlasın ! Arkadaşımın aşkısın...

Ümit verme insanım ben
Çek bakışlarını benden
Şüphe de etme sevgimden

Kalbim yalnız senin değil, arkadaşımın da... bunu bil
Tercihle geçerse ömrün
Yaşayamam ben ölürüm
Dikkat ! Kimse anlamasın
Arkadaşımın aşkısın...

Dinleyince bu şarkımı, anlayacaksın hatanı
İki dost arasına girdin
Yalnız onu sevindirdin
Dikkat kimse anlamasın... Arkadaşımın aşkısın.

Kimseyle hiç dertleşemem
Başkasını da sevemem
Ölmek ister ah ölemem
Dikkat et anlaşılmasın
Bırak kalbim ağlasın
Arkadaşımın aşkısın... Arkadaşımıııııııııııın.... aaaşkııısııııııııııııııııııın

İşte bu şarkının hem fon müziği olduğu hem de adını bu şarkıdan alan bir filmi paylaşmak istiyorum sizinle.

Nostaljik Türk Sineması konusunda rahle-i mektebinden zevkle geçilesi sevgili ağabeyim Murat Çelenligil'in eşsiz ayrıntılarla bezeli yazısı eşliğinde Arkadaşımın Aşkısın...

Fausto Papetti’den Earl(e) Hagen’in ‘Harlem Nocturne’ü (1961). Düğün törenlerinde bu melodiyle dans eden Selma ve Orhan.. Damat değil de nikâh şahidi olmak için film boyunca olağanüstü bir çaba harcayan Ahmet..Son Mektup (1969) gibi, bir şarkı filmi olan Arkadaşımın Aşkısın, Abdurrahman Palay’dan dinlediğimiz sözlerle başlıyor :

"Bu, çocuklukları beraber geçmiş üç candan arkadaşın hikâyesidir. Zengin bir ailenin çocuğu olan Orhan, bir dediği iki edilmeden büyüyordu. Babası öldüğü için, annesi üzerine titriyordu. Ne yapsa affediliyor, ne söylese emir gibi dinleniyordu. Orhan'ın biricik arkadaşı Ahmet de annesiz büyüyordu. Köşkün bahçıvanının oğluydu. Okumayı seven, ilerde iyi bir hayat yaşamaya, muvaffak olmaya kararlı, sessiz bir çocuktu. Yakın bir köşkte de Selma oturuyordu. Annesiyle babası Selma'nın iyi yetişmesi, eğitilmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyorlardı. Orhan, Ahmet ve Selma her çocuk gibi beraber oynayarak, bazen kavga ederek ama birbirlerini yürekten severek büyüdüler.
Kavga ettikleri bir gün, Cavidan Hanım, Orhan'a kızmak üzereyken Ahmet arkadaşını kurtarır "Teyze, o bir şey yapmadı. Oynarken topun üzerine bastım. Dudağım yere çarptı." Kan kardeşi olurlar ve bir daha hiç kavga etmeyeceklerine söz verirler. "Aradan yıllar geçti. Selma, koleji bitirdi. Orhan, Tıp Fakültesi'ne devam edemedi. Bahçıvanın oğlu Ahmet, Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Bütün bu tahsil seneleri içinde birbirlerinden ayrılmadılar. Sevgileri daha da arttı. Lakin bu sevgi, bu üç güzel insanın içinde başka şekle döküldü."

Cavidan Hanım’ın desteği ile öğrenimini tamamlayan Ahmet (bunun ezikliğini film boyunca gözleyeceğiz) Üsküdar Adliyesi'ndeki stajından sonra Anadolu'da çalışmak istiyor. Babası, yaşayıp bu günleri görebilseydi keşke. İki arkadaş da Selma'yı severken, genç kızın gönlü (şimdilik) Ahmet'te. Ancak, sevgisini ilk açıklayan Orhan olunca, Ahmet özverili olmak gereğini duyar. Selma'nın yorumu farklı "Borçlusun ona. Ama, bunu, beni Orhan'ın kucağına atmakla mı ödeyeceksin?" İlginçtir, Ahmet genç kıza ne zaman "Ayrılmayacağız" dediyse bir sonraki sahnede ayrıldılar. Ne zaman "Ayrılmalıyız" dediyse de bir araya geldiler. Aşkına karşılık göremeyen Orhan, bir müddet Avrupa'ya gitmeye karar veriyor. Annesi, ayrılığın verdiği üzüntüyle şöyle konuşur:
- Ne var ki? Neden gidiyorsun? Her seven yerini yurdunu mu terk ediyor?

Haftalar sonra, (herhalde buranın Paris olduğunu anlayalım diye) penceresinden Eyfel Kulesi görünen bir otel odası. Brigitte Bardot ve Jeanne Moreau’nun ‘Viva Maria’ filminde söyledikleri ‘On A Chantè La Douceur’ (1965) (Georges Henri Delerue) şarkısını dinlerken Ahmet'e yazdığı mektup ; (Sadettin Erbil’in sesi ile) :
-Paris'e geleli bir buçuk ay oldu. Kalbimde hâlâ değişen bir şey yok. Baktığım her yerde Selma var. Kiminle konuşsam Selma'nın sesi. Yenilmeye, istenmemeye alışmamış bir insanın öfkesi içindeyim. (Aşık Veysel, 'Seversin, kavuşamazsan aşk olur', Aziz Nesin de 'Yenilen, aşık olur' demişlerdi.) Ahmet, galiba boş yere kaçtım. Selma'yı içimde taşıdıkça, kalbimden silemedikçe dünyanın neresine gidersem gideyim yanımda hep o olacak. Tek ümidim, kaçmakla kurtulacağımı sanmaktı. Bu ümidim de çöküyor şimdi. Bittiğimi, tükendiğimi hissediyorum...

"Özverili davranmaya dünden hazır olan Ahmet, Selma'dan Orhan'a, onu sevdiğini belirten bir mektup yazmasını ister. Uzaklardan 'Hatıra' (Enis Behiç Koryürek / Erol Sayan) şarkısının duyulduğu ahşap iskelede (Jeyan Mahfi Ayral’ın sesiyle) şu yanıtı alır :
-Yazmayacağım. Israr etme boşuna. Böyle bir şey yapmak ne demektir bilir misin? Gel, evlenelim demektir. Bunu yapacak olduktan sonra ilk gün evlenirdim. Bu üzüntüler, acılar olmadan evvel.. O yaşasın diye biz ölelim mi? Ben seni severken onunla nasıl evlenirim?

(Siyah beyaz filmlerde ayağı yere basan sözleri genellikle kadınlar söyler.) Bunun üzerine Ahmet, bizi hayretler içinde bırakan bir şey yapıyor ; Selma’nın yazmadığı mektubu, genç kızın ağzından kendisi yazıyor. Sonraki bir gün Cavidan Hanım, Ahmet’e şunları söylüyor :
-Müjde, gözümüz aydın.. Orhan dönüyor. İşte telgrafı (‘Son Mektup’ gibi, bu iletişim aracı da unutuldu gitti)..Yarın sabah hareket ediyormuş SABENA uçağıyla [ama, Orhan’ı, MERIDIAN uçağında, keyifle ‘Something For Cat’ (1961) (Mancini) melodisini dinlerken görüyoruz]. Akşam 8’de karşılayın diyor.
(Paris’ten İstanbul’a uçakla yolculuğun yarım gün sürdüğü yıllar.) Daha ertesi gün, gazetedeki ‘acı bir haber’ İstanbul'dakileri perişan eder ; “Sina Çölü’nde Feci Uçak Kazası.. Kimse kurtulamadı. 79 ölü var. Yolcular arasında 2 de Türk (Orhan ve kısa bir süre gördüğümüz Oktay Yavuz herhalde) vardı.” (Avrupa’dan gelen uçağın Afrika’da ne aradığı ise anlaşılmıyor.)

Filmin şaşırtılarından biri ; Peter Graves (60’lı 70’li yılların ‘Mission : Impossible’ dizisindeki Jim Phelps) düşen uçakta yolcu. Acısı biraz azalınca, Cavidan Hanım’ın, Ahmet'e söyledikleri :
- Hiçbir hayat matemle geçirilmez. Hele senin(ki) gibi genç bir hayat. Evlenmeli, yuva kurmalısın.. Ben, Selma ile evlenmeni istiyorum.. Orhan da böyle söylemişti..."Selma sana emanet. Aramıza bir dördüncü kişi girmesin" demişti.

Aylar sonra, tam Ahmet ile Selma evlenmek üzereyken, Orhan çıkagelir:
- Tesadüfen kurtulmuşum. Aylarca ufak bir kasaba hastanesinde yatmışım. Üstümde kimliğimi belirten bir şey de çıkmamış.. 4 defa ameliyat etmişler ve uyutmuşlar beni. Sonra da hafızamı kaybetmek tehlikesi geçirdim. Uzun bir şok tedavisiyle hatırladım her şeyi.

Tahmin edileceği gibi, Ahmet, kimsenin anlayamadığı gerekçelerle, aradan tekrar çekilmek ister:
- Orhan'ı canımdan çok severim. Ne olur beni affet ve anla. Ben olanları unuttum. Sen de unutacaksın.
Bir sonraki sahnede, Ahmet'i Selma ile nikâh masasında, ama Orhan'ın şahidi olarak görürüz. Duygularındaki değişikliği, balayı için gittikleri (herhalde uçakla değil) İzmir ve Efes Oteli görüntüleri eşliğinde Selma anlatıyor:
- Orhan'ın candan sevgisi, saf ve temiz aşkı, her şeyden habersiz, beni mesut etmek için çırpınan kalbi, yüreğimdeki eski acıyı yavaş yavaş silmeye başladı. Bir mucize oluyordu. Kalbimden çıkmayacağını sandığım Ahmet.. silinen, solan, azalan bir gölgeden farksızdı artık. [‘Kartalların Öcü’ (1965) filminde Güner'in söylediklerine benziyor.] Onu hatırlamak bana eski ıstırapları vermiyordu. Karşımda, bu gülen, sevinen, benimle evlendiği için göklerde yaşıyormuşçasına mutlu olan adam kocamdı. Ona alışıyor.. yakınlaşıyordum. Mazi üçümüz için de yoktu. Ahmet de, aşkımız da o maziyle ölmüştü. Şimdi, yeni bir hayata yeni bir sevgiyle başlıyordum.

Korkunç Arzu (1966) filminde kız kardeşine "Merak etme, evlendikten sonra seversin" diyen Selim haklı(!) galiba.Sonra.. Her şey çok güzelken, Ahmet'in Selma'ya yazdığı imzasız eski bir mektubu Orhan'ın görmesi.. Kıskançlık.. Genç kadının balkondan düşmesi.. Üzüntülü günler. Ama, arada sevgi olduğu sürece hiçbir sorun aşılmaz değildir. Orhan ve Selma, mutlu bir şekilde, Merkez Hastanesi'nden evlerine giderlerken, onları gözyaşları içinde izleyen Ahmet.. Juanito'nun 'bir daha-bir daha' yaşamak istediği dönemde söylediği şarkı ;
Hakkım yok seni sevmeye
Çıktın karşıma ne diye
Sen başkasının malısın (aşkısın)
Kalbim bunu nerden anlasın
Unutmam lazım çünkü sen
Arkadaşımın aşkısın.

Selma :
- O beni seviyor diye kopacak mıyız birbirimizden.
Ahmet :
- Başka ne yapabiliriz? Orhan daha önce açıldı bana. Önce davranıp söyleyemedim.
Selma :
- Birazcık olsun sevmiş olsaydın dünyayı görmezdi gözün. Beni Orhan’a itmez kendine çeker, her şeyi göze alırdın...

Notlar:

Ali Çetinkaya ve Juanito.. ‘La Femme De Mon Ami’nin (1962) Türkçe uyarlaması olan ve filme adını veren şarkıyı (Macias / Ebcioğlu) birer kez söylüyorlar.

Dış sahneler [Büyük Öç (1969) filmindeki Arif Çamlızade'nin] ve iç sahneler (Suat Sadıkoğlu’nun yalısında) iki ayrı yerde çekilmiş.

Savcı Ahmet’i ve babasını Abdurrahman Palay seslendirmiş. Rıza Tüzün’ün seslendirdiği babasının ve Nevzat Okçugil’in seslendirdiği annesinin adları belirtilmiyor.

Ahmet, okulu bitirmesi şerefine verilen partide Selma ile dans ederken, Orhan şöyle der "Müsaade eder misin, Selma'nın ayağına biraz da ben basayım." Onları, David Wilcox’un söylediği bir şarkı (‘Wild Child’) ile izliyoruz ; “Midnight Rider // Riding through town // Late every night time // Cruising around.”

Selma’nın arkadaşları Aynur Aydan ve Aynur Akarsu (isimleri filmde geçmiyor) çok güzel.

Hep birlikte gittikleri plajda, 45’lik plaktan filmin çekildiği günlerde Tom Jones’un ortalığı birbirine katan ‘Delilah’ (Reed / Mason) (1968) şarkısını dinliyorlardı.

Filmin diğer melodileri şöyle ; Selma, Ahmet’e mektup yazarken Marie Laforet’nin ‘Laplaya’ (1964) (Jo van Wetter / Barough)
Selma ve Ahmet, boğaza bakan tepede evlenmeye karar verdiklerinde Mavi Gözlü Sarışın Kız (Teoman Alpay)
Selma ve Orhan, İzmir’de balayındayken (Kordon ve Efes Oteli sahnelerinin vazgeçilmez melodisi) Şu Güzeller Güzeli (Necip Mirkelamoğlu)
Diskoda, Little Tony’den ‘Coure Matto’ (Ambrosino / Savio) (1967).
İki sahnedeki melodi seçimi ise çok ilginç ; Orhan, Selma’ya “Seni seviyorum” derken ‘Artık seni sevemem’ dizesiyle başlayan Yeni Bir Aşk Arıyorum ; bir başka sahnede Selma, Orhan’a “Beni sevdiğini bile bile sana ‘hayır’ demek dayanılır acı değil” dediği zaman Sevemez Kimse Seni (Suat Sayın) (1967) şarkıları var.

Filmin ortalarında Sevemez Kimse Seni melodisini saksofonla bossa-nova ritminde dinlemek çok güzeldi.

Jenerikte Necip Sarıcıoğlu’nun soyadı Sarıcaoğlu olarak yazılmış.

Aşka Tövbe'deki (1968) kadar olmasa bile, ‘Arkadaşımın Aşkısın’da 100’den fazla mum var. Orhan, uçakla İstanbul’a gelirken, Martin Luther King cinayetinin sanığı James Earl Gray'in kapak olduğu 03 Mayıs 1968 tarihli LIFE dergisini gözden geçiriyor.

Biraz sonra çöle düşecek uçaktaki hosteslerin yolculara can yeleklerini giydirmeleri şaşırtıcıydı. Gazetedeki haberde "Kimse kurtulamadı" denmesine karşın (Orhan dışında) uçaktaki bir yolcuyu (Oktay Yavuz) filmin sonlarına doğru İzmir'deki Cumaovası Havaalanı'nda görüyoruz.

Gazetede uçak kazasını yazan başlığın altındaki açıklama, ‘üniversitedeki boykot ve bu konuyla ilgili olarak Meclis’teki görüşmelerle’ ilgiliydi İzmir ve Efes Otel'deki çekimlerin bir kısmını, renkli, Aşka Tövbe (1968) filminde de görüyoruz.

Havuz kenarında siyah tişörtüyle oturan Orhan, İstanbul'la görüşmek için içeri girdiğinde beyaz tişörtlü oluyor.

Çok sert bir savcı olan Ahmet, bir sanığı, Zehirli Hayat (1967) filminin yoğurtçusu Ömer Sağlam’ı sonu idam isteğiyle bitecek bir konuşmayla suçluyor. Salonu dolduran dinleyicilerin onu alkışlaması, Selma’nın, bunu üstelik ayakta yapması ilginçti. Ahmet, sertliğinin nedenini şöyle açıklıyor ; "Adalete karşı sorumluyum. Mesuliyetimi hislerime kurban ettiğim an insanların inancına ve hakkına ihanet etmiş olurum." Aynı Ahmet'in, filmin sonunda, Selma'yı balkondan itmekle suçlanan Orhan için, Savcı olarak yaptığı konuşmayı (yoksa ‘savunmayı’ mı demek lazım) avukat Petrocelli bile yapamazdı.

Cavidan Hanım, kız isteme sahnesinde gülmekle ağlamak arası bir duygu yaşatıyor. Bir gün önce oğluna “Selma sevincinden uçacaktır” demişti. ‘Sebebi ziyaretini’ genç kıza şöyle açıklar ; “Sana hayırlı bir haberim var. Ama, müjdemi isterim.. Allah’ın emri peygamberin kavli ile seni oğlum Orhan’a istiyorum.” Selma’nın ‘evlenmek niyetinde’ olmadığını anlayınca, hayretler içinde ekliyor “Ama Orhan’la evleneceksin.” Film bittikten sonra kulağımızda Selma'nın sözleri "Seven erkek her fırsatta (zorlukta) kaçmaz. Kimle olursa olsun mücadele eder. Sen, beni hep Orhan'a ittin."

1968 yapımı filmin senaryosu Safa Önal'a ait. Yönetmen koltuğunda , filmin başrol oyuncusu Filiz Akın (Selma) ile evli Türker İnanoğlu. Aynı kadına aşık iki erkek rolünde İzzet Günay (Ahmet) ve Ekrem Bora (Orhan).