20 Nisan 2010

Nostaljik Türk Sinemasını Seviyorum Ulen Hem De Deliler Gibi

Zaman zaman yaptığım şeyin, yazdıklarımın, araştırdıklarımın, bunlar için harcadığım zamanın "boş iş" olduğuna karar verip, dudak büken kişilerle karşılaşıyorum. Olabilir. Üstelik çok yakımında olan kişilerden de bu tepkiyi görürüm. Hatta birkeresinde "bundan para kazanıyor musun, ne kadar kazanıyorsun?" demişti bir yakınım (La havle...)

Kimisine göre bu malayaniyet gelebilir. Sinir olduğum şey "ıyy Türk filmi mi, üstelik de nostaljik, bir iki filmde oynamış tiplere dünya starı muamelesi yapmak kadar salakça bişey olamaz, zaten bizim milletimiz neyin doğru neyin yararlı olduğunu bilmez ki" vıdı vıdısı yapmaları.

Bu fikriyatla karşıma çıkan kişilere karşılık verecek kadar kuvvetli bir belagatım yok maalesef ki, neyi, kimi niçin neden sevdiğimin açıklamasını yapmamı kim neden bekler ki? Seviyorum işte, var mı diyeceğin?

Bir de sadece bu işin tekelinin kendilerinde olduğunu düşünenler var ki, bizim bilgi kırıntılarımızı hiç mi hiç beğenmezler, onlar ayrı alem. Onların şimdiki konumuzla pek ilgisi yok.

Burun kıvırıcılara karşı Ahmet Turan Alkan hocam tepkisini muhteşem bir yazı ile vermiş. Bu yazıyı Nostaljik Türk Sineması blogunun manifestosu olarak ilan ediyorum.

İşte Ahmet Turan Alkan'ın Zaman gazetesi PazarKeyfi ekinde 18 Nisan 2010 tarihli yazısı , kendisinin izni ile Nostaljik Türk Sineması okuyucularının beğenisine sunuyorum, buyrun ;

Kaçın, "entel eleştirmen" geliyor!

Vay canına yahu, bakınız ben meselenin bu yönünü hiç düşünmemiştim; meğer bizim eski Yeşilçam filmlerinden hoşlanmaklığımız, kırk defa seyretmiş olsak bile rahmetli Kemal Sunal'ın Süt Kardeşleri'ni, Hülya Koçyiğit'in Hıçkırık'ını, İzzet Günay abimizin Acemi Çapkın'ını bilakis kırk kere daha seyretmekten yüksünmeyişimiz çok büyük kabahatmiş de haberimiz yokmuş.

Resmen ayıp etmişiz eski film seyretmekle.

Kim buyuruyor? Gazetelerden birinde televizyon, sinema kritikleri yazan fakat ismini bizden esirgeyen bir entelektüel (kardeşimiz, abimiz, ablamız; her kimse!) yazar arkadaşımız söylüyor.

Efendim, güya Kadir İnanır bir yerlerde demiş ki,

-Şimdi genç yönetmenler Yeşilçam'ı tanımak istemiyorlar, beğenmiyorlar ama onlar olmasaydı siz iyiyi bulabilir miydiniz bakalım?

Bunun üzerine genç sinema eleştirmenimiz celâllenmiş, köpürmüş de küplere binmiş; diyor ki,

-Ortada öyle nostalji duyulmaya müsait, dünyada ses getirmiş bir Yeşilçam sineması vardı da, bizim mi haberimiz olmadı?.. Yeşilçam çok ileri sinema yapıyordu da dünya mı anlamadı? Tarih unutturmuş zaten, neden deşilip duruyor ki şimdi?

Sevgili eleştirmenimiz Kadir İnanır'a bozulmuş (Kim inanır?), ondan hıncını almak için bizim yerli filmleri pataklamaya kalkışıyor. Müsaade eder miyiz? Yerli filmlerimiz o kadar sahipsiz midir?

Hele bu memlekette eski filmlerden hoşlananların köküne kıran mı girmiştir ki bu genç elemanımız, selamsız sabahsız bodoslamadan bizim ortak ve milli bir değerimize fiske atabilmektedir?

Sevgili okuyucularım; entelektüel sinema yazarı kardeşimizin ortaya karışık istikametinde servise koyduğu şu tenkidler, durumdan vazife çıkarmamı gerektirdiği için kusuruma bakmayınız; "Yeşilçam'ı savunmak sana mı kaldı kardeşim?" diye beni sâkin olmaya da davet etmeyiniz.

Sâkin olmayacağım işte, sakin olmayacağım!

Başkalarının, entel sinemacıların ne dediği, ne düşündüğü umurumda bile değil; ben, Yeşilçam sinemasının o kötülenen, o inandırıcı bir hikâye ve kurgudan uzak, görüntü kalitesi yerlerde sürünen, n'aayır'lı, n'olamaz'lı, türkülü, şarkılı, fakir genç kızla zengin oğlanın, zengin oğlanla fakir kızın imkânsız aşklarını, hicranlarını, hıçkırıklarını konu edinen salaş filmlere bayılıyorum, çok seviyorum.

Hiçbir entelektüel analiz beni fikrimden caydıramaz.

Sabahları en büyük keyfim, iyi demlenmiş birkaç bardak çay ve kızarmış ekmekle peynir refakatinde televizyon kanalları arasında dolaşıp bir yerli film bulmak, kırk defa seyretmiş olsam da kırkbirinci defa seyretmek, olmadı, en azından sesini dinlemek.

Biz bu filmlerle büyüdük; bu esnada başka filmler, sözümona "başyapıtlar", psikolojik filmler, ağır sinema şaheserleri de seyrettik, onlardan da zevk aldık şüphesiz ama hiçbirinde, şu bizim "kötü ve değersiz" sandığınız filmlerde bulduğumuz sıcaklığı ve sevimliliği bulamadık.

Bizim filmler pek mi gerçekçidir? Yoo, aksine biz yerli filmleri gerçekçi olduğu için değil bilakis gerçekçi olmadığı için sever ve seyrederiz. Esas oğlan tam da filmin kötü adamının elinde telef olmak üzere iken Polis'in hızır gibi yetişmesine hem güler, hem seviniriz. Olmadık tesadüflerin çizdiği kader yollarına içimizden "Eh, yerli filmdir, olacak o kadarı" diye anlayışla bakarız. Cinayetle suçlanan esas oğlanın film sonunda mutlaka suçsuzluğunu isbat ettiği gibi üstüne üstlük sevdiği kızla evlenmesine bile "Yok artık, bu kadarı da olmaz; cıvıttılar bunlar yahu!" demeyiz.

Bizim filmler çok mu sanat değerini haizdir? Yoo! Üç otuz kuruş sermaye ve siz bilemediniz sekiz-on güne sığdırılan çalışma takvimi ile çekilen filmden bir de sanat değeri umacak kadar yüksek değildir insafımızın çıtası. Işıkları kötüdür, kostümler felakettir; renkler çamur gibi sıvanmıştır. Metinler nedense hep klişedir (ve biz böyle klişe cümlelere bayılırız): Senin annen bir melekti yavrum... Elimiz yüzümüz kirli olabilir ama vicdanımız Arap sabunuyla yıkanmış gibi tertemizdir... Ben masumum hakim bey... Size baba diyebilir miyim amca?.. Bazı filmler, para yetersizliği yüzünden otomobil veya kırda koşup kovalamaca sahneleriyle lüzumsuz yere uzatılmıştır meselâ; affederiz, onları da kemâl-i zevkle seyrederiz.

Bizim filmler çok mu eğitici, öğreticidir? Yoo! Yerli filmleri hayat görgüsü edinmek için değil, masal dinlemek veya daha doğrusu yerli film seyretmek için seyretmişizdir hep. Orada gerçek hayatın sertlikleri, sivrilikleri, kesici ve delici ızdırapları olmadığı için çekici gelir bize. Yerli sinemamız, Yeşilçam emektarlarının 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya koydukları tamamen yerli, tuhaf ve bize dair garip bir sanat çeşnisidir, bir tahkiye biçimidir.

Biz yerli filmlerimize bir Citizen Kane, bir Vertigo, bir Paths of Glory muamelesi yapmayız; yönetmenlerimizi de elbette Hitchock, Bergman, Coppola ile kıyaslamak aklımızdan geçmez (Esasen bunların alayı bir araya gelse, bir "Senede bir gün" filmi çekebilirler mi şüphelidir!); onlar öyle oldukları için sevimli ve bize dair adamlardır.

Bizim filmlerin üstünlüğü bu faktörlerden tamamen başka; bizim yerli filmler, bize aile değerlerini hatırlatır; adalet duygusunu telkin eder. Zalimlerin âhını mazlumda bırakmaz. Aşka, mâsumiyete saygı gösterir; biz o filmlerde "Bir film çektim memleketi o'ssaat kurtarıverdim!" emeliyle seyirciye sopa atar gibi ders vermeye kalkışan kafası karışık yönetmenlerin iç sıkıntılarını değil, çook eskilerden beri anlatılan eski bir masalı yeniden dinlemenin hazzına dokunuruz.

Anlayacağınız kimseler bizim sinema keyfimize karışamaz; hiçbir entel sinema eleştirmeni bizim yerli filmlerimize lâf söyleyebilmez; yine de böyle bir mecnunluğa tevessül edenlere, "git kendi yoğurdunu ye; bize karışma" deriz çok çok...

Ve öyle diyoruz: Git kendi yoğurdunu ye, entel filmlerini seyret ve bizim zevkimize karışma kardeşim.


http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=974218
http://ahmetturanalkan.net/kacin-entel-elestirmen-geliyor/

Ahmet Turan Alkan'ın diper yazıları için gayrı resmi Ahmet Turan Alkan sitesi :)

12 Şubat 2010

Bir Altın Delikanlı

Sinemamızın Altın Çocuk'u Göksel Arsoy ile tanıştım dün :) Kısıtlı bir zaman diliminde bana leziz gelen bir sohbet gerçekleştirdik... Film afişlerini imzalattım; "Adım Dilek ama siz Çilek diye yazın lütfen" dedim çok hoşuna gitti... Eşi Soley hanım da yanındaydı bu bu siteyi biz nasıl bulabiliriz diye sordu... ya nasıl mutlu oldum anlatamam ki :)

Anılarını yazmayı hiç düşünmedi mi diye sordum; yazacak çok şey var, yazınca birini yazıp diğerini yazmamak olmaz, yazarsam da yer yerinden oynar dedi. "Oynasın be Göksel bey" dedim.

Hiç film çekiminde tehlike atlatmış mı merak ettim, Soley hanımın gözleri bulutlandı "olmaz mı" dedi. Bir film çekiminde ikinci kattan aşağıda duran kamyonun içine atlaması gerekiyormuş, yün balyaları getirilmiş öyle atlayabilmiş...

Suphi Kaner'i sordum, tanır mıydınız ? Ben anlatayım da siz de yazın dedi; "Suphi çok yetenekli bir gençti. Beyoğlunda sinemada (sinemanın adını da verdi ama şu an hatırlayamıyorum) fenerle yer göstericilik yapar, bazı tiyatrolarda sahneye çıkar, geceleri de o sinemanın 5 nolu locasında yatardı. Bir gün ona br yönetmen, oyuncu gelmediği için "Suphi hadi gel bu rolü sen oyna" deyince o da Yeşilçam'a adım atmış olur ve o oynadığı ilk filmin galası da o yatıp kalktığı sinemada yapılır. Suphi Kaner de kendi oynadığı bu filmi, o beş numaralı locadan izler, seyircilerin alkışları arasında üstelik" .

Ama diyor Göksel Arsoy, eşi de destekliyor; çok yanlış alışkanlıkları vardı, kendi kendisini tüketti.

Hiçbir diziyi izlemediğini, eşinin ise o çok popüler bildiğimiz bazı dizileri takip ettiğini de öğrendim. Hala spor yapıyormuş, belli zaten görünümünden, oldukça fit :)

Başka başka... Ha bir de, sinemadan zengin oldunuz mu efendim dedim, hani ünlü sanatçıların hep lüks içinde yüzdüğü izlenimi vardır ya bizde; eşi gülerek "Vallahi ben kanaatkârım, Göksel... ne dersin zengin oldun mu ? dedi. "Sinemadan kazanmadım ama sahneden çok kazandım" diye yanıtladı beni.

Gerçekten yolda yürürken mi keşfedildiniz diye de sordum " Yok canım, Sırrı Gültekin mahalleden tanıştığım bir aradaşımdı. Hatta birçok Bakırköy'lüyü sinemaya o kazandırmıştır" dedi.

Onlar da bana sordular : Bu sinemaya merak nereden böyle diye :)

Ayrılırken de "Bu küçük hanım çok bilgili maşallah" dedi Altın Çocuk...

İşte böyleeee :)

31 Ocak 2010

AŞK YARIŞI



Aşk Yarışı (1962)
Rejisör: Mehmet Dinler
Senaryo: Fuat Özlüer


Gerek siyah beyaz gerekse renkli komedi Türk filmi denince benim aklıma ilk gelenler Fuat Özlüer'in kaleme aldıklarıdır. Güldüren replikleri ile ünlü Fuat Özlüer'in imzasının olduğu çoğu filmi hatırlarsınız zaten [Babanın Evlatları (1977) filmindeki meşhur "orospu çocuğu canum evladum", Vahşi Gelin (1978) filminden " Necmiye biraz kaçıktır ama Nazmiye'nin gönlü açıktır" , Kadın Berberi (1964) , Küçük Beyefendi (1962), Fadime (1970), Kara Murat serisi, Ne Umduk Ne Bulduk (1976) , Baş Belası (1976), Bizim Kız (1977) vs.]

İşte bugün ki filmimiz de siyah beyaz dönemden, replikleir ile aşmış müthiş bir komedi. Kadrosu şöyle :

Türkan Şoray : Öğretmen Zeynep
Fikret Hakan : Futbolcu Fikret (361 Fikret )
Efgan Efekan : Mimar Nihat ( 367 Nihat )
Semra Sar : Mimar Gönül ( Nihat'a kesik )
Hulusi Kentmen : Okul müdürü Hüsnü bey
Hüseyin Peyda : Işıklıbahçe spor kulübü başkanı
Tevhid Bilge : maç spikeri
Hüseyin Baradan : spor muhabiri Hayri Öncü
İlhan Hemşeri : Alman teknik direktör (En komik rollerden biride bu:))



Filmin konusuna gelince; Zeynep tayini İstanbul'a çıkmış genç bir öğretmendir. Taşındığı mahallede ise Işıklıbahçe kulübünün yakışıklı futbolcusu Fikret ve yakışıklı mimar Nihat da oturmaktadır. Olaylar bu iki genç adamın Zeynep'i kim tavlayacak yarışı etrafında gelişir. Toptan başka şey anlamayan, iki kibar laf etmesini bilemeyen Fikret , Zeynep'in gözüne girebilmek için kulüp başkanı dahil bütün takım arkadaşlarını, Zeynep'in düzenlediği kütüphaneye üye olmaya zorlar.

Hayatlarında belki de ilk defa ellerine kitap almış olan futbolcuların repklikleri şahane :

Futbolculardan biri kulüp başkanına :

- Bizim kaptan (Fikret) kitap okuyor !
- Yok canım !
- Valla kitap okuyor ağbi
- Olur şey değil !!!
- Önce mayk hammer okuyor zannettik , boşverdik. Ne çıksa beğenirsin ? Yunan heykeltraşında estetik problemler diye bir kitap.
- Kriz geçiriyor be ağbi, doktor çağıralım mı ?

----

Fikret:
- Okuyun da adam olun eşşek olmayın!
- Bak be ağbi bana ne verdi " Kırmızı ve Siyah "
- Karagümrük forması olmasın ?
- Kes be oğlum, aşk romanıymış. Allah inandırsın tam 100 sayfa okudum herif hala kızı tavlayamadı.
- Yuh be, bak ağbin olsaydı ikinci satırda hatunu nasıl kafese kordu !

----
- Şuna bak ya şuna " Suç ve Ceza"
- Hakem talimatnamesi olmasın ?
- Yok be, para dalgası için yolsuzun biri kocakarıyı boğazlıyo, uyuz olmamak işten değil! (Al sana garibim Raskolnikov'un milletin gözündeki tasviri :)))

***

Bir yandan Nihat bir yandan Fikret Zeynep'in gönlünü kazanmaya çalışadursunlar, Zeynep'in gönlü şimdiki tabirle efendi adam yerine şeytan tüyü (yumuşattım ben yoksa başka bişey deniyor :P) taşıyana kaymaktadır.

Bu filmde artık on senelik bir sinema kariyerini geride bırakmış olan Fikret Hakan 28 yaşındadır. Kendine has bir gülüşü bir kahkahası var , kesik kesik ama dolu dolu bir kahkaha. Başka filmlerinde de duymuşluğum var bu kahkahayı ; işte Aşk Macerası'nda da bu kahkahayı sıkca atıyor. Topçu Fikret'in biraz yılışık biraz serseri ama bir o kadar da içtenliği Zeynep kızımızı etkiliyor anlaşılan. Herşeyi ile efendi bir tavır sergileyen , memur tipli sıkıcı Nihat'ın yanında Fikretimiz meyveli pastadaki çilek gibi çekici geliyor :))

Tam gönlünü Fikret'e kaptırdı kızımız derken, Fikret'i aşk meşk olaylarından uzak tutmak isteyen kulüp başkanı ona bir tuzak kuruyor. Zeynep, fikret2in kendisine ihanet ettiğini düşündüğü için mimar Nihat'la nişanlanıyor. Daha sonrasında gerçek anlaşılıyor tabi :)


Sonunda ne mi oluyor? Topçumuz 1-0 galip geliyor tabi:) Mimarımız Nihat da ofis arkadaşıGönül'ün ona duyduğu platonik aşka karşılık veriyor, herkes eriyor muradına, biz çıkıyoruz kerevetine.


30 Ocak 2010

MACERALAR KRALI


Yabancı bir filmden adapte edilen Maceralar Kralı'nın rejisörü ve senaryo yazarı Safa Önal. 1963 yapımı filmin başrollerinde iki sıkı dost; Ayhan Işık ve Sadri Alışık oynuyor. Filmin baş aktristi ise Semra Sar.

Filmin künyesine şöyle bir baktım da; yönetmeni de, yapımcısı da (Hürrem Erman), başroldeki iki dev aktör Işık ve Alışık da, Osman Alyanak, Mümtaz Ener... Hiçbiri hayatta değiller. Hayat akıp gidiyor... bakın geriye ne kalıyor?

Neyse.

Sadri Alışık çok güzel... güzel adam be. Filmde, gündüzleri mazbut bir taksici, geceleri ise kumarhane işleten , yeraltı dünyasının sayılı babalarından biri olan Erol'un can dostu İsmet rolünde. Bir nevi Ömer Hayyam düşünün. Sürekli içiyor ve konuşuyor. Filmin bir yerinde Erol'un uzatmalı sevgili Jale : "Bana bir şeyler söylüyor anlamıyorum." dediğinde Erol: "Onun dediklerini mahkemede hakim bile anlayamadı da beraat ettirmek zorunda kaldı." diyerek yanıtlar onu.

Erol, yasadışı işlere bulaşmış, asla uslanmayan, aşkmış, duyguymuş, sevgiymiş, ornito renklermiş... hiç tınmayan bir suçludur. Emekliliği yaklaşmış Savcı Kemal de (Mümtaz Ener) onun azılı takipçisi. Hani böyle suçlulara takik kanun adamları olur ya... jübileyi o suçluyu deliğe tıkarak yapma heveslisi... Sonunda onu mahkum ettirmeyi başarır. Hapiste yattığı süre boyunca Erol'un Savcı Kemal'e karşı kini iyice bilenir. Ondan intikamını almaya yeminlidir artık.

Hapisten çıktığında ise eski hayatına tövbe etmiş, ekmeğini taştan çıkaran gariban bir taksicidir artık. Ama sadece gündüzleri. Gündüz kuzu iken gece kurda dönüşür. Soluğu doğru kendine ait gece kulübünde almaktadır... Ve bir yandan da intikam planını devreye sokar. Savcı Kemal'in biricik kızı Nevin (Semra Sar) bu hain planın kurbanı olacaktır.

Nevin aslında Kenan (Suphi Tekniker) ile sözlüdür. Erol ile tanışınca gerçek aşkı onda bulduğuna inanır. Babasını da sözlüsünü de karşısına alan Nevin'in gözü aşktan o kadar kör olmuştur ki, aslında Erol'un kurmuş olduğu bir kumpas sonucu bir cinayet işler. Daha doğrusu işlediğini sanır. Böylece bir kanun adamının kızı olan Nevin'i babası acaba kanuna teslim mi edecektir yoksa kanun dışı yollarla mı adaletten kaçıracaktır. Bu noktada Erol, Savcı Kemal'den intikamını aldığına emindir artık. Emin midir gerçekten?

Ne dersiniz emin midir?

Hatasıyla da sevabıyla da her daim yanında olan İsmet en sonunda Erol'a haykırır: Sen... sen sadece kendini düşünen bencil bir adamsın!


Erol'un bu lafa tepkisi İsmet'e bir tokat atmak olur. Hani nasıl aslında gerçeği biliriz de, bir türlü kendimize itiraf etmeyiz, İsmet de acı gerçeği dostunun yüzüne çarpmıştır adeta bu sözüyle. İsmet yediği tokadın etkisiyle çocuk gibi ağlamaya başlar. Gözlerinden süzülen yaşları görünce Erol büyük pişmanlık duyar, sarılır kardeşinin boynuna.

Erol, intikamını soğuk yemek şeklinde yemiş olsa da yine de mutlu olmaz. Birşeyler eksiktir. Birşeyler yanlıştır. Muzaffer bir komutan edası taşıyacağı yerde Bülent Arınç gibi huzursuzdur baya yahu :)

İşte o zaman, Nevin'i sevdiğini anlar. Artık öyle bir yola girmiştir ki, geriye dönüşü yoktur. Gerçeklerin farkındadır, o bir suçludur, Nevin daha yolun başında bir taze bahardır, onunla bir geleceği yoktur ki...

Sonunda Erol kendisini öyle bir ateşin ortasına atar ki, hayatından vazgeçer... Tayinine aracı olduğu bir polis memurunun kurşunları ile son nefesini can dostu İsmet'in kollarında verir. İsmet'in hıçkırıkları eşliğinde film biter.

16 Ocak 2010

Fikret Hakan DEDİ, ben de KODUM


:))

Ya vallahi başlık bulamadım başka, gazetedekinin aynını almak da istemedim, o ne öyle ?

Efendim, gülüşü kendisine münhasır, oyuncu, yazar, şair ve düşünce adamı Fikret Hakan abimiz katıldığı bir TV programında demiş ki (özetleyerek yazıyorum); zamanında o derece hijenik yaşamdan uzak bir ortamda çalışıyorduk ki... kadın oyuncuların ağızları kokuyordu. Ağız sağlığının farkında değillerdi. Rol yaparken partnerin ağzının kokması son derece rahatsız bir durum. Ne rejisörler ne de asistanlar bu tür incelikleri düşünmeye vakit bul(a)mazlardı.

Şimdi; ben bu haberi Bugün gazetesinin bugün ki sayısının (16/01/2010) magazin sayfasında okudum. Söz konusu programı da henüz izlemedim. Dilerim rast gelirim.

Gazete öyle bir manşet atmış ki, haberin gerisini de Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik gibi oyuncuların adlarını kullanarak doldurmuş. Allah bilir, adam onların adlarını bile telaffuz etmedi belki ama editörler o dönemde oynadığı oyuncuları göz önüne almış. Dolayısıyla onlara da söz hakkı doğmuş oldu.

Hayatta en nefret ettiğim kokuların başında ağız ve ter kokusu gelir, en nefret ettiğim seslerin başında ise tepemde cak cak ciklet çiğneyen birinin şapırtı sesi.

Fikret Hakan, bir oyuncu olarak partnerleri ile yakın temasda bulunduğu için "ağzı kokmayan partner" isteğinde sonuna kadar haklıdır. Sonuna kadar.

Bugün 76 yaşında olan Hakan'ın (Allah sağlık afiyet versin) bu ağız kokusu meselesini o zamanlar dile getirip getirmediğini çok merak ettim doğrusu. O zaman da bir magazin basını vardı misal, dedikodu sütünlarında bir cümlecik böyle bir haber çıkmış mıdır acep? Çıksaydı eminim herkes ayağını denk alırdı :)

Rahmetli Hüseyin Baradan'ın BU GÖZLER NELER GÖRDÜ isimli anı kitabında Cüneyt Arkın'ın sette sürekli çiğ sarımsak yediğini, dolayısıyla ağzının hep sarımsak koktuğunu, oyuncuların illallah dediğini okumuştum :) Doğru yalan bilemem.

Demem o ki, ben bu konuşmadan şunu çıkardım yeni yetme bir ergen (!) olarak; Güzel kızlar pırtlamaz (sen öyle san) ama ağızları kokabilir. Başka da bir etki bırakmadı üzerimde :)))

Buradan tüm Türk kamuoyuna, 80 milyona sesleniyorum (80 milyon beni izliyor :)) : Dişlerinizi fırçalayın anacım, olmadı yanınızda bir naneli ciklet, şeker bulunsun. Koltuk altlarınızı temizleyin, güzel kokular sürün, sabunlanın. Bütün bunları yapmıyorsanız lütfen... ama lütfen... otobüste falan yan yana düşmeyelim. Toplumda yaşıyoruz. Kul hakkı var unutmayın :)

Ahan da bu da haberin linki

SİNEMA BENİM AŞKIM


Benim lügâtimde "güzel " kelimesinin karşılığı olan Türkan Şoray, NTV ekranında boy gösterecek bu akşam, üstelik de kendisinden hiç alışkın olmadığımız bir şekilde; program sunacak. SİNEMA BENİM AŞKIM adını taşıyan program bu akşam saat 20:10'da başlıyor. Heyecanlanmayın, program canlı değil. Olamaz da. Malûm Sultan kendisi çok heyecanlı, canlı yayın esnasında bir sürü es verebilir , meraklı olan seyirci dahi zapping yapar.

Yapımıclar da bunu bildiğinden ; Göksel Arsoy ve Nebahat Çehre'nin konuk olarak ağırlandığı bu bant yayınını bu akşam beğenimize sunacaklar. Az önce Hakkı Devrim ve Mirgün Cabas'ın karşısında oldukça rahattı Türkan Şoray, umarım programında da aynı rahatlığı sergilemiştir.

Şahsen ben kendisini, sanki evinin salonundaymışcasına rahat ve samimi bir şekilde rol arkadaşları ile paslaşmalarını, şakalaşmalarını ve anekdotlarını ilgiyle dinler ve seyrederim. Eski tüfekleri "yaaa... neydi dimi aizizm o günler" tadındaki serzenişler eşliğinde dinlemek çok hoş olacak sanki. Bunun dışında motamot bir kalıpla gelecekse program karşıma... bilmiyorum yani.

Bakalım ne kadar uzun ömürlü olacak SİNEMA BENİM AŞKIM ?

Her cumartesi NTV ekranından 20:10'da yayınlanacak bu programın tekrarı da aynı gece 01:10 ve Pazar günü 17:10'da izlenebilir.

Daha detaylı bilgi almak isteyenler NTV sayfasına tıklasınlar.

Hadi hayırlı olsun sultanım, öperim kara gözlerinden :)

--------------------------------------------------------------------------------------------------
Az önce sona erdi SİNEMA BENİM AŞKIM. Türkan Şoray hakkında yazılmış en doyurucu kitabın sahibi olan Atilla Dorsay'ın sinema danışmanlığını yaptığı program cidden farklı ve... güzeldi. gerçekten güzeldi. Tam istediğim gibiydi Sultan. Işıldıyordu resmen, zaman zaman o utangaç biraz da cilveli bakışını atıyordu, gözleri nemleniyordu zaman zaman.

Filmlerinden kesitler de vardı, perforesini bile kendi okumuş, tebrik ediyorum. Çok candandı, çok sultandı :)

Dilerim çok uzun soluklu olur SİNEMA BENİM AŞKIM. Daha İzzet Günay'ı, Kadir İnanır'ı, Ediz Hun'u, Cüneyt Arkın'ı görmek istiyorum. Safa Önal'ı, Kartal Tibet'i, Tarık Akan'ı...Murat Soydan'ı görmek istiyorum.