31 Mart 2009

HANZO


- Mu ne mu ? Memeee....

Kemal Sunal'ın artık başrol oynamaya başladığı yıllarda geziniyoruz. Salako'dan sonra, 1975'de başrolünü yine Meral Zeren ile paylaştığı Hanzo filmi bana göre Yeşilçam'daki en ilginç filmlerden biri. Şahsen ben Hanzo'yu izleyene kadar (ki ilk izlediğimde 8-9 yaşlarındaydım) hayvanlar tarafından büyütülen çocuk temalı film olarak Tarkan'ı bilir(d)im. Ha ikisi kıyas edilmez zira efsaneden yola çıkıp yazılmış Tarkan ama işte çıkış teması aynı :)

Yeşilçam'da oyuncu olarak da görev alan Suphi Tekniker'in senaryosunu yazdığı Hanzo'yu Zeki Ökten yönetmiş.

İlk seyrettiğimde filmden çok etkilenmiştim, zira hayal ile gerçeği tam olarak ayırt edebilecek yaşta değildim, İstanbul sokaklarında kafes içinde teşhir edilen adam, onu kocası sanan bir kadın... Tüm bunlar gerçek hayatta olabilirmiş gibime gelmişti. Üstelik konuşmasını bilmeyen Hanzo'nun hastabakıcı tarafından dövülmesi içime işlemişti. Çocuk merhametimi çok dürttüğünü hatırlıyorum. Diğer taraftan Hanzo'ya üzülürken çok da gülmüştüm, misal herşeyi yeni yenikeşfederken ki o saf sorularına, doktorun parmağını ısırmasına vs.

Gelelim konuya;

Köylülerbir gün , dağlık bir arazide yolunu kaybetmiş vahşi bir insanı yakalarlar. Vahşidir, zira konuşmayı bilmiyordur ve oldukça saldırgandır. Neyin nesi, kimin fesdir derken, yıllar önce ayılar tarafından kaçırılan ana oğulu hatırlarlar. Olsa olsa bu vahşi de ayılar tarafından yetiştirilen o küçükçocuktur. Haber kısa sürede gazetelerde, televizyonda yer alır. Vahşiye bir de isim takılır; Hanzo !

Hanzo, incelenmek üzere Houstan'a...yok be... İstanbul'daki tıp fakültelerinden birine sevkedilir. Artık Türk doktorlarına emanettir, onu enine boyuna, derinlemesine, yanlamasına her açıdan inceleyecek ve medeni insan özellikleri kazandırmaya çalışacaklardır.

Hanzo aslında yirmili yaşlarının ortasında bir adamdır ama hayata sıfırdan başladığını varsayan doktorlar ilk iş olarak Hanzo'yu kundaklar, altını da bezlerler :) Ağzına da bir emzik, acıkınca biberonla süt. Adam dağdan gelmiş, yese yese ot yemiştir, et yemiştir ama nafile... Önce süt derler. Oysa en çok armutu sever Hanzo, ne de olsa ayılar tarafından büyütülmüş olacak o kadar.

Hanzo'nun haberi yayılmıştır. Diğer taraftan Şükriye Hanım'ın (Adile Naşit) kocası Cabbar da yıllar önce ortadan kaybolmuştur, bu Hanzo da tıpkısının aynısı Cabbar'dır işte. Kızı Feride (Ayşen Gruda) her ne kadar annesine muhalefet etse de onun suyuna gitmek zorunda kalır. Şükriye Hanım'ın amacı Cabbarı doktorların elinden kaçırmaktır. Burada da en çok dikkatimi çeken takıntılı ve hurafelere meyilli annenin, evin her köşesine hacetini gidermesi olmuştu.

Hastanede Hanzo'yu bir Profesör Tacettin Bey (Mümtaz Ener) başkanlığında akademik bir ekip takip etmektedir. Hanzo, ekipteki doktor Hülya'yı (Meral Zeren) çok sever, en çok onunla anlaşır çünkü ona şefkât göstermektedir. İzlediği gelişim videolarından memenin ne olduğunu öğrenmiştir Hanzo ve bir an keşfeder ki bu memeden Hülya'da da vardır.
- Hüyyyaaa... meme...meme. cici meme... cici Hüyyya
diye tutturduğu anlar olur.

Aslında filmde çok diyalog da yoktur. Sonuç itibari ile Hanzo ne tam olarak insan olur ne de tam anlamıyla hayvan kalır. Dağdan inme Hanzo, küçüklüğünden beri nasıl öğrendi ise , eğilmeden bükülmeden, rol kesmeden, iki yüzlülük yapmadan öyle yaşamıştır. Onu eğitmeye çalışanlar, evine götürmek isteyen Şükriye Hanım, İstanbul sokaklarında onu meraklı gözlerle seyreden halk ise ilk önce kendilerini düşünmüştür, Hanzo'yu değil.

Bir iki not ekleyelim, profesör rolündeki Mümtaz Ener, memleketimizin ilk akrobatlarından biridir. Ne yazık ki yıllar sonra akıl hastanesinde vefat etmiştir. Filmde doktor olarak rol alan Süha Doğan'ın da sinemadaki son rolllerinden biridir. Süha Doğan ki sinemamıza oyuncu, yönetmen, senarist ve yapımcı olarak emek vermiş bir kimsedir , (doğruluğunu teyit edememiş olmakla birlikte ) 79 yılında bir akıl hastanesinde vefat etmiştir. Sunal filmlerini sevenlerin çok iyi hatırlayacağı Gardrop Fuat olarak tanıdğımız Ünal Gürel de filmde Hanzo'yu döven hastabakıcı rolündedir.

28 Mart 2009

SALAKO

Akşam akşam artık nereden estiyse, çalma listeme Şakir Öner Günhan'dan Çiçekler Ekiliyor 'u da ekleyince serbest çağrışımlar gırla gitti ve ben kendimi Kemal Sunal'ın filmografisini didiklerken buldum. Hani şu meşhur Şaban filmlerinde Zafer Dilek'in sazını konuşturduğu hareketli parçalar çalar ya arkada... Neden ben sevgili Kemal Sunal'ı yazmıyorum ki dedim. İyice bildiğim her filmini sizlerin de katkılarıyla Nostaljik Türk Sineması bloguna kazandıralım derim ben.

Şöyle bir baktım da, 1972'den 1974'e kadar küçük veya yardımcı rollerde oynamış Sunal; Güllü Geliyor Güllü, Tatlı Dillim, CanımKardeşim, Yalancı Yarim, Oh Olsun, Hasret, Salak Milyoner, Köyden İndim Şehire.

Başrolde oynadığı, seyretmekten asla bıkmadığımız, şu dakika yayınlansa sanki ilk defa görüyormuş gibi davrandığımız o şahane filmleri var ya, onları anlatalım diyorum. Bu arada şu an fonumda Tülay Özer "İkimiz bir fidanız" şarkısını söylüyor :)

Sinematurk'deki filmografisinin sırasını takip ederek gitmeyi düşünüyorum, o yüzden bugün SALAKO'dan başlıyoruz.

SALAKO



Güzel halkımın diline "Salı sallanır, Çarşamba çarşafa dolanır, Perşembe perişanlıktır, Cuma mübarek gündür..." laflarını pelesenk eden bu güzel filmin senaryosunu Sadık Şendil ve Ertem Eğilmez birlikte kaleme almışlar. 1974 yapımı bu filmin yönetmeni Atıf Yılmaz.

Ağanın güzel kızı Emine'ye (Meral Zeren) aşık gariban Salo'nun (Kemal Sunal) azılı eşkiya olarak nam salmasına kadar varan komik ve aynı zamanda da duygusal bir öyküsüne tanık oluyoruz.

Şimdi baştan alayım; dağların dallama eşkiyası Hamido'ya (Oktar Durukan) bir görüşte aşık olduğunu düşünen ağanın tilki bakışlı zilli kızı Emine, babasının onu köyün zengini yaşlı bir adama vereceğini duyunca, kendisine karşılıksız bir aşk beslediğini bildiği safdil Salako'ya "Beni gaçır yiğidim" der. Safdil Salako da zaten gazla çalışan elli model bir insan evladıdır :) Kahvedekilerin gazına gelir, babasından Emine'yi ister, sonu falakaya yatırılmak olur. Emine'nin gazına gelir, kızı kaçırır.

Salo'ya safdil dedikse o kadar da değil, Salo da hormonları normal çalışan her insanoğlu gibi Pazartesi günleri çarşafın sadece dolanmadığını, buruşturulduğunu bilmektedir :)) ( Kendimle gurur duydum ha, bu kadar üstü kapalı anlatılırdı bu iş :p) . Emine'ye ilk etapta nikahı basamadığı için aidiyetini başka şekilde bir an evvel belirtmesi gerekmektedir. Lâkin zilli Emine'nin gönlü Hamido'da olduğundan Salo'yu habire oyalamaktadır.

Araya çok güldüğüm bir repliği alayım:

Salako, Emine'yi dağa kaldırmıştır. Kızın babası reşit efendi , damadı (İhsan Yüce) Tefeci Abuzer'e (Talat Gözbak) "Kızın gönlü sende ağam merak etme " diye yol boyu telkin vermektedir. Derken dağda Emine'nin şalvarını bulurlar :

Tefeci Abuzer:
- Kızın gönlü ben de diyorsun da, şalvarı başkasıdna... nolacak şimdi ?

Devam edelim. Emine ve Salo dağlarda gezedursunlar, Urfalı Babi'nin dilinde hikayeleri dilden dile dolanmıştır bile. Derken sonunda Hamido'yu bulurlar. Hamido anasının gözüdür, ayağına kadar gelmiş bu yavrudan faydalanayım der.Bir sürü komik atraksiyondan sonra Salo , Emine'yi Hamido'dan kurtarır. Artık Emine'nin yavuklusu gibi değil, çoban köpeği gibi hissetmektedir. Emine hatasını anlamıştır, onu seveni sevmeye karar verir ve zaten artık Pazartesi de olmuştur, herkes muradına erer :)

Film, Kemal Sunal'ın ilk başrolü olmasının yanı sıra, ozan Urfalı Babi'yi (Yılmaz Kayral) de gördüğümüz tek film olma özelliği taşıyor. Filmin ses getiren sahnelerinden biri de Meral Zeren'in iki saniye gözüken mabâdı !

Ekleyecek bilgisi olan çekinmesin söylesin, eğleniyoruz şurada :)

Geliyor Salakoooo eyvahhh :)

23 Mart 2009

YÜREĞİMDE YÂRE VAR


Yemenimde hâre var
Yüreğimde yâre var
Ne ben öldüm kurtuldum
Ne bu derde çare var
Of amman amman hoş dilli
Başında yazması incili
Çürüttüm otuz iki mendili
Bulamadım o yârin dengini
Yemenim turalıdır
Sevdiğim buralıdır
Geçme kapım önümden
Yüreğim yaralıdır

Mahûr makamdaki bu anonim esere, Türkân Şoray için en güzel senaryoları kaleme alan Safa Önal çok dokunaklı bir senaryo yazmış ve yönetmiş. Hayatta saklanması en güç üç şeyden biri olan AŞK (hele ki o aşk, gizli aşk ise) üzerine bir hikâye.

Hikâyemiz, soğuk bir kış günü, dul, bir erkek evladı olan marangoz babanın eve kimsesiz bir kız çocuğu getirmesi ile başlıyor. Yıllar boyu aynı çatı altında kardeş gibi büyüyen Nurten ve Yakup'un yolları o soğuk kış gününde kesişiyor ilk defa.

Aradan geçen uzun seneler, Nurten ve Yakup'un kardeşlik sevgisini değil , kendilerine dahi itiraf edemedikleri aşklarını pekiştiriyor. Yakup bir uzun yol şoförü. Gizli aşkının yükü altında ezilmemek için sürekli uzun yollara çıkıyor, bilerek isteyerek. Sonunda evde Nurten'i göreceğinin hayali bile onu mutlu ediyor. Kendi içinde bu platonik aşkı yaşamaktan da bir yandan memnun. Nurten için de durum aynı. Her ne kadar birbirlerine itiraf edemeseler de, bir çatı altında olmak bile yetiyor onlara.

Günler böyle geçerken, artık iyice yaşlanmış olan baba çocuklarının mürüvettini görmek istediğini belirtir. Israr eder, mahallede bir yorgancı vardır, taliptir hatta Nurten'e. İkisi de bu isteği duymamazlığa gelirler. En sonunda baba ağırlığını koymaya karar verir. Yakup, babasının ısrarlarına son vermesi adına, çalıştığı şirketin patronunun kızıyla flört eder, aslında sadece kendisini kandırmaktadır. Babanın sıkıştırması ile, istemeyerek de olsa Nurten (Yakup'un flörtünü öğrenmiştir) ilk adımı atan olur. Bu arada bir de zengin, yakışıklı kısmeti de çıkmıştır. Bu zengin ve yakışıklı adam, Nurten'i küçücük mahallesinden, küçücük dünyasından çıkarıp bambaşka bir hayatla tanıştırır; fütursuzca harcadığı para, aldığı hediyeler ile gözünü kamaştırmak, aklını çelmek ister. Yüzük takmaya karar verirler. Bu karar, mahallenin kendi halindeki yorgancısı için bir yıkımdır... bir de Yakup için elbette. Hem de yıkımların en büyüğü.

Seni öldürmeyen acı seni güçlü kılar hesabı, Yakup da zengin kızla evlenmeye karar verir.

Ama olmaz işte, bir türlü olmaz. Nurten yüzüğü atar, baba yıkılır. Bu arada Yakup da en yakın arkadaşının gizli aşkını onun yüzüne vurmasıyla artık altüst olmuştur. Kabul etmez... edemez. Arkadaşı ile dövüşür, aslında vurduğu her yumrukta Nurten'e kavuşamamanın acısı vardır.

Nurten yüzüğü atmıştır. Yakup'un da sırrı ortaya çıkmış, bir nebze rahatlamıştır. Yine de bu derde çare değildir olanlar. Yakup gitmeye karar verir. Yüreğini de alıp gidecektir çok uzaklara, gitse de gittiği yere hep kendini ve kalbini de götüreceğini de biliyordur... ama...

Nurten , Yakup'un gittiğini öğrenir babasından. Olamaz, olmamalı... Artık bunun son şansı olduğunun bilincindedir. Kalbi kafeste çırpınan bir kuş gibi çarparcasına , heyecanla, aşkla Yakup'un bindiği vapura yetişir. Karşısında Nurten'i gören Yakup hem şaşkın hem sevinçlidir. Nutku tutulmuştur adeta. Nurten neden buradadır ki ? Hâlâ cesaret edememektedir gerçekle yüzleşmeye. İşte buarada sazı Nurten alır eline ve bağırır:

- Yakuuup.... Yakup... Seni seviyorum. Hem de deli gibi

Anasından yeniden doğmuş gibi olmak, boğaza düğümlenen patatesi sonunda yutabilmek gibi adeta , bütün perdeler yırtılınca iki aşık birbirlerine tutku ile sarılırlar.

Yıllar boyu süren gizli platonik aşk mutlu sona kavuşur. Platonik aşkın bitmesi bana göre hiç de iyi değil ama Nurten ile Yakup için olmuş tabi :)

İşte filmin künyesi:

Yönetmen ve senaryo yazarı : Safa Önal
Yapım yılı: 1974

Oyuncular:

Türkan Şoray : Nurten
Hakan Balamir : Yakup
Hulusi Kentmen :Baba
Uğur Güçlü : Nurten'in zengin talibi
Yeşim Soydan : Yakup'un flörtü
Özcan Özgür: Yorgancı
Altan Bozkurt : Gizli aşkı ilk çakan Yakup'un yakın arkadaşı

16 Mart 2009

TÜRK SİNEMASI SEVGİ GÜNÜ

Flaş flaş flaş...

Vesikalı Yârim filmi çekileli tam 41 yıl olmuş hanımlar beyler... 41 kere maşallah demek içün, senaryoyu yazan Safa Önal Usta'ya, filmi yöneten Ömer Lütfi Akat Usta'ya, Sabiha ve Halil'i canlandıran Sultanım Türkân Şoray ile İzzet Günay'a onur ödülü vermek içün Beykent Üniversitesi Sinema Televizyon bölümü Onur Ödülü töreni düzenliyor.

Ayrıntılar şöyle:

17 Mart 2009 Salı günü Şişli- Ayazağa Yerleşkesi Konferans Salonu’nda Türk Sineması Sevgi Günü Onur Ödülleri Töreni, Afiş Sergisi açılışı ve Vesikalı Yarim filminin gösterimi yapılacaktır.

Program

14.00 - Onur Ödülleri Töreni (Sunum: Atilla DORSAY)

Lütfü Ö. AKAD, Türkan ŞORAY, İzzet GÜNAY, Safa ÖNAL

15.00 – Türkan ŞORAY, İzzet GÜNAY Filmleri Afiş Sergisi

15.30 – Vesikalı Yarim Film Gösterimi

Süpper haber değil mi :))