29 Ocak 2008

ŞENER ŞEN

Sinema oyuncusu Ali Şen’in 26 Aralık 1941 Adana doğumlu aktör oğlu. Kahramanım :)

Erken yaşta ağarmış saçlar, inatla karalığını koruyan kaşlar, yüzünde her daim mütebbessim bir ifade…

Liseyi 6 yılda bitirmeyi başaran – her seneyi çift dikiş giderek- iki sene de köy öğretmenliği yapan muhteşem adam. Kendisini sadece komedi filmleriyle, güldüren adam tiplemeleriyle sınırlandırmamış harika bir oyuncu.

Tiyatrocu kimliğinin kısaca üstünden geçecek olursak ; 1966-67 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatrosu'na girmiş ve Seferi Ramazan Bey'in Nafile Dünyası (1974) , Oyun Nasıl Oynanmalı? (1975), Şvayk Hitler'e Karşı (1976), Zengin Mutfağı (1977), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1979) gibi oyunlarda rol almıştır. 1980-82 arasında tiyatro çalışmalarını Almanya'da sürdürmüş; daha sonra Türkiye'ye dönerek Şan Tiyatrosu'nda Neşe-i Muhabbet gibi müzikli gösterilerde ve müzikallerde sahneye çıkmıştır. Şener Şen en son Mucizeler Komedisi adlı müzikal gösteride oynamıştır.

Sanat yaşamına tiyatro ile merhaba demiş. Sinemaya küçük rollerle başlamış, o rollerde kendine has sesini bile kullanmayıp bazı filmlerde başkası tarafından seslendirilmiş Şener Şen. Bu filmleri hatırlayanınız var mı ? Mesela:
Altın Prens Devler Ülkesinde ( 1971 ), Katarina ( 1972 ), Aşk Mahkumu ( 1973 ), Arap Abdo ( 1973 ), Bir Demet Menekşe ( 1973 ) vs.

Kaynaklarda Şener Şen’in Hababam Sınıfı serileriyle adından söz ettirmeye başladığı yazılı. Doğru bir tespit midir ? Sinema izleyicileri için doğrudur. 70’lerin ortalarından itibaren artık Şener Şen adıyla uyumlu onlarca filmde rol almıştır. Favorilerim:

Bizim Aile ( 1975 ) : Peltek konuşması, annesinin bir türlü kız beğenmemesiyle boğuşan ve sonunda feride’ye (Ayşen Gruda) talip olan adamı oynar.

Hababam Sınıfının bütün serileri: Kırmızı adidas eşofmanıyla pek bir şirin Badi Ekrem ! Sürekli öğrencilerinin gazına gelen iyi niyetli saf beden eğitimi öğretmeni.

Gülen Gözler ( 1977 ) : Aslanım Vecihi ! Kara vicdanlıııığı, kara vicdanlığııııı diye acıklı acıklı babasından (M.Özkul) Fikret’i (A.Gruda) istediği sahne , uçakla eve daldığı sahne unutulmaz.

Şabanoğlu Şaban ( 1977 ): Komutan Hüsam. Kendince zeki, biraz saftirik, gaza gelmeye açık …döktürüyor desek yeri var.

Süt Kardeşler ( 1976 ): Yine Komutan Hüsam.

Çöpçüler Kralı : Zabıta amiri rolünde. Bu rolüyle 15.Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanmıştır. Son sahnede kafasına yediği pembe terlik hala gözümün önünde.

Kibar Feyzo ( 1978 ): Ağam, aslan ağam, pokunun üstüne pok yapılamayan ağam !

Sultan ( 1978 ): tultan hanım ! peltek bakkal bahtiyar efendi rolünde. kahvede kemal’e * ayağıyla bir nah işareti yapışı var ki evlere şenlik.
Neşeli Günler ( 1978) : on kaplan gücünde palavra yeteneğine sahip ziya rolüyle karşımızda. abisine (M.Özkul) ve yengesine (A.Naşit) çift taraflı oynayan Ziya ! Kahvede jilet satarken ” Bekenbauuer” deyişi, Nilgün’e (A.Gruda) “ Nasılsa evlenmicekmiyiz kız ! ” deyişiyle unutulmaz rollerinden biri.

N'Olcak Şimdi (1979 ): Buradaki rolü karısını sürekli aldatan Şakir . Meşhur "Tükür çocuum babanın suratına" repliği bu filmde geçer.

80 li yıllara geldiğimizde Şener Şen’in güldürü filmlerine devam ettiğini görüyoruz.

Banker Bilo ( 1980 )

Gırgıriyede Şenlik Var ( 1981 ) : Gırgıriye serilerinin hepsini severim de Şener Şen'in "Duman Haydar" olarak rol aldığı bu seriyi ayrı bir severim. Filmde Adile Naşit'in yıllar sonra hapisten çıkıp gelen 24 saat sarhoş kocası Duman Haydar'dır. Ahah aklımda kalan bir sahne; Sabayat (Perran Kutman) doğum yapmaktadır. Erkekler kapının önünde beklemekteler. Sonra ansızın Sevim (A.Gruda) kapıy kucağında bir kedi olduğu halde açıp "müjde müjde kızın oldu" der. Duman Haydar, kediye bakıp "tıpkı babası" der tüm umarsızlığı ile. Harika, çok komik bir sahnedir.

Davaro ( 1981 ) : İki kanlı Sülo (Ş.Şen) ve Memo’nun (K.Sunal) komik hikayesi. Memo, Sülo’yu öldürmüş gibi yapar, e tabi onu bir de gömmek gerekir, mezara Sülo hava alsın diye hortum taktıkları sahne en eğlencelilerinden biridir.



Çiçek Abbas ( 1982 ): Muavini Abbas’ı (İ.Salman) ezen, üçkağıtçı Şakir rolündedir. Turuncu renkli iğrenç bir montla amma da forslanır. Her sahnesi güzel... Kardeşinim artık Şakirrrr :)

Şekerpare (1983 ): Üçkağıtçı, düzenbaz, işe yaramaz adamın teki. Yahudi kılığına girdiği sahnede Hurşit’e (Şevket Altuğ) kendisini böyle tarif ediyor Ziver Bey. O da ne diyor “Tamam tanıyor Ziver’i !”.


Şalvar Davası ( 1983 ) : Köy ağasını oynadığı bu filmdeki rol arkadaşı Müjde Ar ’dır. Filmden aklımda kalan en güzel sahne , kocalarına posta koyan kadınların gece eşleri onlara yanaşmak istediğinde ipi çekerek zil çalmaları ve birbirlerini uyardıkları sahnedir. En sevdiğim Şener Şen filmlerinden.

Namuslu ( 1984 ) : Namussuz namuslu Ali Rıza Bey. Artık bu filmiyle hem güldürüp hem düşündürebildiğini, içine kapanık bir adamı ne kadar şahane canlandırabildiğinin sinyallerini görüyoruz.

Aşık Oldum ( 1985 ) : Evi var, arabası var, harika bir işi ve güzel bir karısı… Hepsi var ama o macera arıyor. Orta yaşlardaki bir erkeğin çapkınlık macerasının anlatıldığı süper komik film. Buradaki rolünün de adı Şakir. Film aynı zamanda Women İn Red'in yerli versiyonu.

Züğürt Ağa ( 1985 ) : Zamana ayak uyduramayan, Haraptar köyünün ağası rolünde. Sonunda o çok değer verdiği çizmelerini de elden çıkarmak ve sokaklarda “domatess” diye dolanmak zorunda kalır. Yıllar sonra Beyaz Show'da yine "domatess" diyerek gönlümüzü fethetti Şener ağbi.

Çıplak Vatandaş ( 1985 ) : Ailesinin geçimini sağlamak için bir sürü ek iş yapan ama yetiremeyince akıl sağlığı bozulan İbrahim rolündedir. Filmin afişi de unutulmazdır, koltukta oturan çıplak Şener Şen.

Muhsin Bey ( 1986 ) : Urfalı Ali Nazik’i meşhur etmeye çalışan eski organizatör Muhsin Bey.

Milyarder ( 1986 ): İstasyon şefi Mesudiyeli Mesut’un trajikomik hikayesi. Mutlu olmayı çok mu görmüşlerdir ona, küçük bir dünyası vardır, bozulmasın diye çok uğraş verir. En iyi oyunculuklarından birini sergiler bu filmde.

Değirmen ( 1986 ): Reşat Nuri Güntekin’in hikayesinden uyarlanan bu filmde Kaymakam Hilmi’yi oynar. Oturak aleminde yediği foyalar ortaya çıkacak diye yaşadığı tedirginlik muhteşem.

Selamsız Bandosu ( 1987 ) : Filmin en önemli iki rolü; Belediye başkanı Latif Şahin, bando şefi Murat. Şahsen ben hiç düşünmemiştim ama bando şefini Şener Şen oynasa idi ne olurdu, değil mi?

Arabesk ( 1988 )

Zengin Mutfağı ( 1988 ) Daha evvelce tiyatroda da aynı oyunu oynayan Şen bu filmde her zamanki gibi muhteşem. Küçük dünyasında yaptığı işle mutlu mesut eski pehlivan Lütfü Usta'nın hayatı zengin ev sahiplerinin bir gün evi ansızın terketmesi ile değişir. Hayat sadece o mutfaktan ibaret değildir ama biz seyirciler hayata bu mutfaktan bakarız.

90’lı yıllardayız:

Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni ( 1990 ): Filmin sonunda hüsrana uğrayan , intihar etmeye yeltenen onu da başaramayan yönetmen Haşmet Asilkan rolündedir.

Gölge Oyunu ( 1992 )

Amerikalı ( 1993 ) : Şeref The Turk rolünde. Ben bu filmi sevmiyorum ya.

Eşkiya ( 1996 ) : Turgul- Şen ortaklığının ürünü güzel film. Eşkiya Baran, dağlarda yol kesip adam öldürse de sevmeyi bilmiştir. Beni ağlatan filmlerdendir bu.

Gönül Yarası (2004) : Yüreğe dokunan bir film. Filmde Şen'in öğretmenlik yaptığı yıllardan kalma gerçek fotoğrafları da kullanılmış.

Kabadayı (2007) : Turgul ve Şen'in seyirci ile buluşan en son çalışmaları. Diğer Şener Şen filmleri yanında beni çok etkilemedi. Aklımda koca filmden Kenan İmirzalıoğlu'nun sahici kötülüğü kaldı o kadar.

Bir TV dizisi olan İkinci Bahar'ı da saymalıyım. İzlediğim en güzel dizilerden biriydi.

Bu kadar güzel film, bu kadar unutulmaz , resmen hafızalara kazınmış sahneler, replikler ile tanıdığımız Şener Şen’in topu topu iki ödülü vardır akademik anlamda. 15. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde Çöpçüler Kralı filmindeki rolüyle en iyi yardımcı erkek oyuncu, 24. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde Muhsin Bey filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu ödülü. Halkın jürisine göre eminim ki Şener Şen hepimizin kalbinde yer ediyordur , ona seyircisi yeter.

Gelelim en’lere:

En çok çalıştığı yönetmenler Ertem Eğilmez ( 11 ), Kartal Tibet ( 7 ), Yavuz Turgul ( 5 ), Atıf Yılmaz ( 5 ) Başar Sabuncu (2 ), Nesli Çölgeçen ( 2 ).

Filmlerinde en çok “ Şakir” adıyla karşımıza çıkmıştır.

En çok üçkağıtçı kurnaz ( 6 ), Hababam serilerini de katarsak beden eğitimi öğretmeni ( 4 ), ağa ( 3 ), zabıta ( 2 ), Gırgıriye serilerinde sarhoş ( 2 ) rolleriyle karşımıza çıkmıştır.

En çok Ayşen Gruda ile çift halinde oynamıştır.

Daha çok filmlerini seyretmek dileğiyle selam olsun Şener Şen’e !

25 Ocak 2008

- Alıntı-

Anılarım.net'in forum sitesinde Yerli Versiyonu Çekilen Yabancı Filmlere dair hoş bir derleme yapmış Okan Baykal arkadaşımız. Kendisinin de iznini alarak yazısını bloga taşıyorum ki Nostaljik Türk Sineması blogunda olması gereken bir yazıydı... İlginç ve eğlenceli ayrıntılarla dolu bu yazı için ellerine sağlık Okan... Hadi bakalım yelkenler fora, iyi eğlenceler...

YERLİ VERSİYONU ÇEKİLEN YABANCI FİLMLER

Yeşilçam 60 ların sonu,70 ler döneminde her türlü Hollywood filmine, çizgi romanlara el atmış. Kült filmler konusunda ise yabancı sinema eleştirmenlerini kalp krizinin eşiğine getirmiş :))
Çekilen filmler o kadar düşük bütçeli ki, ben hep izleyenlerden çok oyuncuların keyif aldığını düşünmüşümdür. Bazıları çok sıkıcı olsa da öyle sahneler var ki aklıma geldikçe gülerim. Herşeye rağmen ellerine sağlık....



Exorcist (Şeytan)
İlki, 1973 yılında gösterime girmiş ve tüm dünyada büyük ses getirmişti. Oscar ödülü alan filmin bu başarısını gören yerli yapımcılar, filmin yerli versiyonunu çekmişti. Yapımcılığını Hulki Saner'in üstlendiği filmin yönetmeni Metin Erksan, oyuncuları ise Cihan Ünal, Canan Perver, Meral Taygun ve Agah Hün olmuştu. Türk Sineması'nın ilk korku örneği olan yerli Şeytan, o yıllar Türk izleyicilerini çok ürkütmüştü. Ancak Amerikalılar şimdi bu filmi neredeyse komedi filmi niyetine izliyor. Filmin Türk versiyonunda küçük bir kızın içine şeytan giriyor ve imam filmin sonunda kıza zemzem suyu serperek içinden şeytanı çıkarıyordu. Komik bulunan sahnelerden bir diğeri de, içine şeytan giren kızın yatağının kendi kendine havalanması ve kızın bu sahnede yatakta zıplaması...
Badi (E.T )
Zafer Par'ın yönettiği Badi'nin künyesinde belki de kimilerinin böylesi bir filmde görmeyi tahmin edemeyeceği isimler var. Sinemamızın medar-ı iftiharı Yol'un yönetmeni Şerif Gören, Badi'nin yapımcısı. Daha sonra Herşeye Rağmen'le başlayan saygın bir yönetmenlik kariyerine sahip olacak Orhan Oğuz ise görüntü yönetmeni. Aah Belinda gibi filmlerin senaryoları ile takdir kazanan ve sonra ayrıca Usta Beni Öldürsene gibi filmlerle yönetmenlik koltuğuna oturacak olan Barış Pirhasan ise senaristi (ve de filmde küçük bir rolde görünüyormuş).Filmin müzikleri ise Yeni Türkü imzalı
O kadar komik sahneleri var ki, değme komedilere taş çıkartır. 1983 yapımı
bu filmde esas cocuk badinin elini öper ayrılırken, badi ile öyle samimidir ki ona naapıyon lan badi şeklinde hitab eder.




Dünyayı Kurtaran Adam1 (Amerikalılara göre Turkısh Starwars)



Üç Dev Adam(Captain America,Spıder Man,Santo)




1973 yılında, 3 Dev Adam çekilir istanbul’da. 1966’daki, Cevat Okçugil’in çevirdiği ve kopyalarının bulunamadığı Örümcek Adam'dan sonra, yine örümcek adam(lar) var piyasada. Polise yardıma da Yüzbaşı Amerika ile güreşçi Santo geliyor. Türkiye’de tarihi eser kaçakçılığı yapan Örümcek Adam, eserlerimizi kurtaran ise Yüzbaşı Amerika .Özellikle açılış sahnesi dikkat çekici. Aynı dönemdeki Amerikan askeri yardımının hızından mıdır bilinmez, Yüzbaşı Amerika'yı kankamız, Örümcek Adamı da kötü adam yapmışız.

Zagor
1970'de ilk Zagor, Cihangir Gaffari ile canlandırılır. Bu Zagor'un dünya sinemasında ilk görünüşü olmuştur. Bir yıl sonra Nişan Hançeryan, Levent Çakır'ı Zagor yapar. Kara Korsan'ın Hazineleri ve Kara Bela... Bu iki filmde Zagor çizgi romandan aynen sinemaya aktarılmıştır. Yanında Çiko'su ve Kazma Kürek Bill'i olduğu halde maceradan maceraya atılır. Üstelik kötü imkanlarla, oyuncuların kişisel gayretleri ile. Bir sahnede Levent Çakır 15 metre yükseklikte bir kuleden akrobatik hareketlerle aşağı atlar. Bu filmlerle ilgili enteresan bir not da şu: Zagor nedense AHYAAK yerine YİHHUU diye bağırmaktadır. (Bu filmlerde mutlaka karakterin orijinal bir özelliği ile oynuyorlar, Yeşilçam geleneği herhalde. Belki de yayıncının telif hakkı istemesi korkusundandır.)
Swing, ilk ve tek olarak Yeşilçam'da sinemaya uyarlanmıştır. Filmde Salih Güney, Swing'i, Ali Şen, Mister Blöf'ü, Süleyman Turan , Gamlı Baykuş'u, Gülgün Erdem ise Betty'i canlandırmaktadır. Swing'in bu macerası çizgi romanından aynen sinemaya aktarılmıştır. Puik bile eksik değildir.

Dünya sinemasında ilk kez Türkiye'de beyaz perdeye aktarılmıştır. 1967 yılında Öztürk Serengil'in başrolünü oynadığı filmde Serengil gördüğü bir rüyada kendini Red Kit sanır ve vahşi batıda macera peşinde koşar. 1971 yılında bu kez İzzet Günay Red Kit olur ve Dalton Kardeşleri kovalar. 1974 yılında ise son Red Kit Aram Gülyüz'ün yönetiminde Sadri Alışık olur. (Red Kit Atını Seven Kovboy)

Yeşilçam'da aynı döneme denk gelen iki ayrı Kızılmaske filmi vardır. Biri 1968 yapımı Tolgay Ziyal'ın yazıp yönettiği Kızıl Maske'dir. Bu filmde Fantom, çizgi romandaki özelliklerine nispeten sadık kalınarak sinemaya aktarılmıştır. Çetin İnanç'ın aynı yıl vizyona giren Kızıl Maske'si ise biraz daha farklıdır. Fantom daha bir Türk'tür. Artık macera peşinde koşamayacak kadar yaşlanan babasının elini öperek göreve başlar, filmde yerel şiveler kullanılarak komiklikler üretilir. Üstelik kostümü de orijinali gibi değildir. (Kıyafetin göğsünde bir "S" var. Zaten aşağı yukarı bütün kostümlerde bir S harfi veya yarasa işareti mevcut. Hatta bazısında ikisi birden bulunuyor. ) Filmde başka ilginçlikler de var: Sinema tarihinin ilk ve son zenci Fu Manchu'su gibi. Kızıl Maske, Levent Çakır'ın oyunu ile 1971'de tekrar beyaz perdede boy göstermiştir.

Zorro

Tamer Yiğit
, Kamçılı Süvari Zorro, Reha Yurdakul kötü adam Albay Don Carlos ve Nebahat Çehre de Vali'nin güzel kızı Maria'dır. Aksiyonsa aksiyon, serüvense serüvendir. Yerli Zorro, at diye altında kaybolan bir sütçü beygirine binse de, vurulan kötü adamlar güvercin misali havada birkaç takla atmadan ölmese de, zaman zaman "tehlikeler zararsızdır" gibi vecizeler döktürülse de, birbuçuk saate yakın bir süper kahramanın her durumda eğlenceli hikayesini izleriz. Yerli Zorro, "Savulun köpekler" diye nara atıp halktan güzel kızları kötü adamlardan izleyenleri bezdirecek kereler üstüste, tecavüz edecekleri sırada ortaya çıkıp kurtarır. Her ne kadar mantık bu tür filmlerde sıkıcı bir şey olsa da, Meksika kültüründe "Arap Dadı"ların varlığı insanın içine kuşku düşürmektedir.

Altar (Conan)

Altar kendine örnek olarak Conan filmlerini seçiyor. Filmin öyküsü çok eski çağlarda belirsiz bir ülkede (bir iki kez Urartu adı geçiyorsa da bağlantı yoktur) geçer. Ülkeyi zalim Zodiak (Eşref Kolçak) yönetmektedir. Zodiak, ateşin sahibidir ve ateşi izinsiz kullananı ölümle cezalandırır. Zodiak’a karşı Utah (Sait Seyit) çıkar, gökten düşen bir taştan görkemli bir kılıç yapar ve granit bir kayaya saplar (Excalibur burada bir kez daha karşımıza çıkıyor.) Oğlu Altar (Cevat Pars) büyüyünce bu kılıçla ülkeyi kurtaracaktır. Utah, kendini yakarak öldürür, Altar (Sait Seyit) büyür ve azman bir savaşcı olur, Esir tüccarı Osep’in (Kazım Kartal) eline düşer. Altar her gün dövüşür, her gece de sevişir.

Günün birinde Osep’ten kurtulur Altar, babasının da tanıdığı kraliçe Nino (Çeçilya Daymaz) ile karşılaşır, ona zorla sahip olur. Nino, Altar’ı hançeriyle yaralar, ama sonra bir mağarada “Voodo” büyülerini kullanarak tedavi eder.

Nino, öldürülen Zodiak’ın deli oğlu Hunka’nın (Nuri Alço) sarayına gelir, esir düşer. Altar tek başına Hunka’nın askerlerini dağıtır, babasının kılıcını granit kayadan çekip alır ve Hunka’nın sarayını basar. Altar Nino’yu kurtarır, Hunka’yı öldürür ve yeni maceralara doğru yol alır. Altar’da düzgün görüntüler, kimi özenerek hazırlanmış maskeler ve miğferler yer alır; ancak Conan’dan çokca esinlenen film dağınık bir senaryo, ağdalı diyaloglar, abartılı bir oyunculuk sayesinde inanılmaz derecede “Kitsch” olmaktan öteye gidemez, kaldırılması zor olan kılıcı ve az giyinik kızlarıyla.



Bir kaç tane de yakın tarihli;
West Side Story-Yasak Sokaklar, Emrah
Tootsi - Şabaniye
Women in Red - Aşık Oldum (Şener Şen)
Lambada - Yaşat Alptekin'li Yerli Lambada
Coctail -Sensiz Olmaz, Emrah

Şimdi Haberler :)

Ali MuratGüven abiden mesaj geldi ve ben çok mutlu oldum :) Ekşi Sözlükte adının altına yorum yazan bu çılgın kim olabilir diye araştırınca :))... kendini benim blogda bulmuş . Dediğine göre blogumdan haberdarmış ve takip ediyormuş ama ekşideki yorum sahibinin ben olduğumu keşfetmesi bir tesadüf olmuş :) Güzel ve yüreklendirici sözleri için ayrıca teşekkürler. İşine saygısı ve sevgisini hem kıskanıyor hem takdir ediyorum...

Türk sineması Ali Murat abinin de vazgeçilmez hobilerinden birisi. Ama asıl hobisi , içinde "Türkiye" geçen yabancı filmleri bulmak. Eğer düşündüklerini yapabilirse ve gerekli yerlerden yeteri desteği alabilirse İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olacağı 2010 yılında sinemaseverlerle paylaşacağı büyük bir sergi açacak kısmetse. Daha evvel konuyla ilgili kendisiyle yapılmış röportaj için şuracığa tıklayın arkadaşlar ( acaip hoş bir afiş var :))

Çalışmasının, İstanbul'da geçen Rusya'dan Sevgilerle filminin lokum tadındaki yazı ve görsellerini örnekleyerek yazıma son veriyorum. Heyecanla ve iştahla bekliyorum bu çalışmayı, selamlar sevgiler...

24 Ocak 2008

Haftanın Nostaljik Fotoğrafı


HAVUZ PROBLEMİ

Efendiiim... Vallahi Cüneyit abimizi çok sevdiğimden; yine onun bir fotosunu seçtim sizler için. Fotoğrafta görüldüğü üzere bir havuzun içindeler Cüneyit abimiz ve rahmetli Yadigâr Ejder... Havuza su doluyor. Soru şu : Bu havuza su dolduğunda , havuz başında endişe ile bekleyen sarışın cıbıl ablamız suya atlayacak mı atlamayacak mı? Ehuee...

filmin adını çıkaramadım... fikri olan varsa buyursun... tahminim yetmişlerin sonundan bir film olduğu.
Çilek edit: İşin ehlinden bilgi geldi arkadaşlar :) Film 1980 yapımı SARIŞIN TEHLİKE filmi imiş. Sarışın hatun da Christine Haydar... Aslında onun olduğunu tahmin etmiştim ama emin olmayınca yazmayayım dedim. Christine Haydar bacımızla ilgili de detaylar var ama nostaljik fotomuzu bozmayalım şimdilik. Teşekkürler Ali Murat Güven :)

19 Ocak 2008

Ee O Zaman Komediyi Yavuz Turgul Yazsın :)


Dün gece Beyaz Show'a konuk oldu sevgili Şener Şen... Özlemişim. Saçlar uzamış, sakal bıyık gitmiş... Badi Ekrem yaşlanmış gibi düşünün. Özlemişim o muzip fadeyi. Çok keyifli bir programdı.

Şu an blogda devam eden bir anketimiz var : Şener Şen ne yapsın ? diye soruyoruz. Haddimize düştüğünden değil elbette, sade bir seyirci olarak dileğimizi dillendiriyoruz aslında. Yaklaşık iki hafta oldu anketi açalı ve şu ana kadar ankete katılanlar en çok "Komedi oynasın" seçeneğini seçmişler. Beyaz Show'da da sordular Şen'e "Komedi oynamayacak mısınız?" diye. Şen dedi ki özetle ; Benim için senaryo önemli. Sadece Yavuz Turgul'un senaryolarını kabul edip oynuyorum diye bişey yok. Çok senaryo inceleyip tarıyorum ama bana uygun adam gibi bir senaryo gelmiyor. Yavuz'unkiler bana uygun oluyor o yüzden onlarda oynuyorum. İyi bir komedi senaryosu gelirse onda da oynarım ama şu an için öyle bir durum yok.

Buradan Yavuz Turgul'a sesleniyorum... Yavuz Abi lütfeeennn.... O güzel kaleminden bir komedi senaryosu çıksın yaaaa.... Mesela bu sefer eski bir kumarbazı, gazino patronunu oynasın :)) Eski :))

16 Ocak 2008

Benziyorlar

Kartal Tibet ve Levent Üzümcü
Ben çok uzun zaman önce keşfetmiştim ama fikrimi destekleyen, "doğru söylüyorsun be çilek" diyen çıkmamıştı. Meğer bir ben değilmişim kâşif :) Benim veletler de keşfetmiş. Geçenlerde şunu sordu küçük bey : " Anne... Tarkan, Avrupa Yakası'ndaki Cem mii ? "
Tarkan dediği Kartal Tibet :))
Benziyorlar bence... Buyrun bir de siz bakın

Cüneyt Abi Bu Nasıl Perhiz ?


" ... 'Öpülmez' deyip, kameranın önünden çekildim. Yönetmenle seks tanrıçası bir süre başbaşa görüşüp çareler aradılar. Sonunda kız , vıcık vıcık ıslak yanıma geldi. 'Cüneyt Bey', dedi 'Sen öper gibi yap. Sonra yavaş yavaş aşağı kay , resimden çıkar, görünmezsin. Ben zevk alıyorumu öyle bir oynarım ki seyirciyi şehvetten inim inim inletirim.' 'Peki ben aşağıda ne yapacağım ?' diye sordum. Ağzının ıslaklığı arttı, daha da gevşedi büyüdü. 'Hiçbir şey ' dedi. 'Zaten seyirci seni görmeyecek'. Kızgın bir demir yüreğimi dağlamış gibi acı çekiyordum. Burada olmakla karıma , çocuklarıma, anama, babama, hayata, insanlara ihanet ediyormuşum gibi bir his içimi yakıyordu. Kendime ölesye kırgındım. 'Sen dehşetli, korkunç, büyük sanatçı oyununla öyle bir zevk alıyoru oynayacaksın ki seyirci şehvetlenip 'ahh, ohh' diye inim inim inleyecek. Ben o sırada aşağıda olacağım ama seyirci beni görmeyecek. Peki, sen zevkten , şehvetten inim inim inlerken seyirci 'aşağıda' benim ne yaptığımı düşünecek?..."

Bu yukarıdaki satırlar Cüneyt Arkın'ın Adını Unutan Adam adlı kitabından (2001 basımı, Kabalcı Yayınevi, sh 45-46, Ben De Allah Kuluyum isimli bölüm) alındı. İlgili bölümün sonunda söz konusu filmden alındığı belli olan bir sahnenin fotosu eklenmiş. Filmin hangisi olduğunu çıkaramadım ama sanırım seksenlerin başında çevrilen bir film olmalı.

Şimdi...

Yıl 2008. Gösterime girdi mi girmedi mi bilmiyorum ama Çılgın Dersane Kampta diye bir film var. Ben sadece fragmanını izlemek zorunda kaldım. Zorunda kaldım diyorum zira sinemada başka yere zaplama imkânı yok. İlkini de izlememiştim, sadece film müziği kıpır kıpırdı hoşuma gitmişti. Neyse efendim. Fragmandan anladığım kadarı ile bol bol popo, meme, frikik, iştah kabartıcı , seyirciyi şehvetten inim inim inletecek görüntüler var :) Sürekli bu güzide vücut azalarına zoom söz konusu. Çok eğlenceli bir gençlik filmi olabilir, mısır patlağı kıvamında vakit geçirmeye birebir bir film de olabilir. Filmi eleştirmiyorum. Cüneyt Arkın'ı anlamaya çalışıyorum sadece. "Ben yılarca dinlenmeden çalıştım, artık dinlenmek istiyorum o yüzden dizi filmlerde oynamıyorum" diyen Cüneyt Abi, ara sıra rol alacağı filmleri seçme kriterlerini değiştirmiş gördüğüm kadarı ile. Yok anlayamıyorum ve zaten anlamak da istemiyorum galiba. Kendi sözleri ile yazımı sonlandırıyorum.

"Burada olmakla karıma , çocuklarıma, anama, babama, hayata, insanlara ihanet ediyormuşum gibi bir his içimi yakıyordu. Kendime ölesye kırgındım."

13 Ocak 2008

-Alıntı-

Ali Murat Güven'in Sinemüslim'deki 05-01-2008 tarihli yazısını sizinle paylaşmak istedim. Haftaya ikinci bölümü de gelecekmiş.

Vazodaki çiçekler ve 'bizimkiler'in zavallı kompleksleri


Meslek hayatım boyunca, mütedeyyin çizgideki yerel yönetimler, dernekler, vakıflar, televizyonlar, radyolar ve özel şirketler tarafından düzenlenen, şimdilerde artık sayısını hatırlayamadığım kadar çok kültürel etkinliğe katılmışlığım ve bunlarda sinema üzerine konuşmalar yapmışlığım söz konusu...
Bugün geriye dönüp baktığımda görüyorum ki, bunların istisnasız hepsi, bana -öyle ya da böyle- mutlaka bir şeyler öğretti, yepyeni dostlar edinmemi sağladı ve farklı farklı konularda sonradan kulağıma küpe olacak türden hayat dersleri verdi. Hele de bu tür konukluklarımdan bazıları var ki onları özellikle, inadına inadına hafızama kazımış durumdayım. Sözgelimi, on yılı aşkın bir süredir İstanbul'un en önemli kültür ve sanat etkinliklerine imza atan resmî kuruluşlardan bir tanesinin, Taksim'deki küçük fakat sevimli bir salonda düzenlediği periyodik sinema sohbetlerinde, "dindar kimlikli bir sinema yazarı" olarak gördüğüm muameleyi ve orada aldığım muhteşem dersi hiç unutmuyorum.

90'lı yılların ortalarıydı. Sözünü ettiğim salondaki sinema konulu etkinliklere, o tarihe kadar herhalde en az bir yirmi kez konuk olmuştum. Bunlar, katılımcı sayısı açısından hiç de fena olmayan, insanların bazılarında yer bulamayıp ayakta izledikleri son derece renkli ve içten söyleşilerdi. Yani, konuşmacı olmam için yapılan her davetin karşılığında, o kapıdan içeri ne zaman girsem, organizatör kuruluşa iki öncelikli beklentisinin karşılığını fazlasıyla veriyordum: Sayısal açıdan tatminkâr bir dinleyici kitlesi ve zengin içerikli bir konuşma…

Gelin görün ki, İstanbul'un bu popüler kültür merkezine adımımı atıp konuşmacı sıfatıyla yerime oturduğumda, masanın üzerinde o tarihe kadar -adına ister jest, isterse de Allah rızası için deyin- bir bardak suyu hazır vaziyette bulduğum tek bir seans bile olmamıştı. Ne zaman davet edilsem, okurlarımla bir şeyler paylaşıp üç-beş kelam edeceğim diye çocukça bir coşkuyla ve koşa koşa gittiğim bu mekânda canından bezmiş görünümlü bir grup görevlinin ilgisiz tavırlarıyla karşılanır, önceki söyleşilerden dolayı üstü çöplük gibi bırakılmış konuşma masasını kendim temizler, tesisin tuvalet lavabosuna gidip (evet lavaboya, çünkü hiç bir görevli konuşmaya gelecek konuğuna karşı bu asgarî saygıyı gösterip önceden bir şişe kapalı suyu masaya bırakmazdı) yapacağım iki-iki buçuk saatlik konuşma öncesinde kendi bardağımı daima kendim doldururdum. Onlar açısından böyle bir ön hazırlık yapmaya hiç gerek yoktu; çünkü büyüklerinden de aynen bunu görmüş, bunu öğrenmişlerdi. Ne de olsa "arka bahçenin 'elde var bir' pozisyonundaki heyecanlı çocuğu" geliyordu konuşmaya…

Orada, zaman zaman masa örtüsünü çırptığımı ve kapıyı pencereyi açıp ortamı havalandırdığımı çok iyi hatırlarım. Konuşmacı ben ya da mensubu olduğum siyasal çevreden biri olunca, etkinliği halka duyurmak amacıyla basılmış posterleri giriş camlarına asmaya dahi gerek görmezdi bu kurumun görevlileri...

Çünkü, dediğim gibi, ne de olsa gelen kişi, ulusal piyasadaki değeri Ruanda bozuk parası kadar bile olmayan "bizlerden biri"ydi. Yani "İslâmî kesimin gazetecisi"…

Ne bir eksik, ne bir fazla, "mütedeyyin" organizatörümüzün "mütedeyyin" konuşmacılarını ağırlayış biçimi işte aynen böyleydi o günlerde…

Ancak, bendeniz bu aşağılayıcı manzara karşısında yine de hiç istifimi bozmaz, salonun atmosferini ağzım kuruduğunda elimin altında bir yudum su bulacak ve konuklarımı ağırlayacak kıvama getirince söyleşiyi başlatır, sinemanın kitleleri biçimlendirmedeki stratejik rolü üzerine ateşli konuşmalarımdan birini daha yapardım. O yıllarda kalbimde taşıdığım bütün iyi niyet, idealizm ve de çocuksu saflık eşliğinde…

Günlerden bir gün farklı bir hareket yaptım ve aynı salona bu kez konuşmacı olarak değil, dinleyici olarak gittim. Çünkü, o günkü programda yer alan söyleşinin konusu ve hatibi, beni meslekî açıdan bir hayli cezbetmişti. Gelecek kişi, Türk sinema eleştirmenliği dünyasının duayeni sayılan, pek çok sinemasever gibi benim de yazılarını uzun yıllar boyunca dikkatle takip ettiğim usta bir kalemdi. Tahmin edeceğiniz üzere, geleneksel olarak "sol" çevreye mensup bu ağabeyimiz, aynı salonda ve aynı masada oturarak, şimdi hatırlayamadığım bir konu başlığı çerçevesinde bizlere seslenecekti.

Her köşesini ezbere bildiğim kültür merkezine girip henüz boş olan dinleyici koltuklarından birine doğru ilerlerken, gözüm anlık bir refleksle "konuşmacı masası"na ilişiverdi.

Şaşırtıcı bir görüntü vardı masada… Katıldığım iki düzineye yakın söyleşiden dolayı gözlerimin pek âşina olduğu o solgun, lekelerle dolu masa örtüsü gitmiş, yerine gıcır gıcır bir örtü serilmişti. Dahası, üstüne temiz bir cam bardak, bir kül tablası, iki pet şişe su ve en önemlisi de güzel bir seramik vazo ile içine taze çiçekler konulduğunu fark ettim.

Manzaranın, o salona dinleyici olarak gelenler açısından herhangi bir sıradışılığı yoktu. Hattâ, benim standartlarıma göre, konuşma yapmaya gelecek bir konuğa gösterilmesi gereken asgari saygı açısından, masadaki ikram ve donanımın eksik bile olduğu söylenebilirdi.

Pek muhtemeldir ki, salonu dolduran sinemasever topluluğu içinde, o manzarayı gördüğünde, bundan dolayı kalbinde tarifi zor bir burukluk hisseden tek kişi de yine bendim. Çünkü, bu mekân ile aramda özel bir hukuk, farklı bir “mâzi” vardı. Ve tesadüfen tanığı olduğum böylesi bir “ayrıcalıklı muamele” karşısında da hafiften gururum kırılmıştı.

Adı büyük, şanı büyük “solcu” sinema eleştirmenimiz, o gün, kendisini dinlemek için salonu dolduran yüz dolayındaki insana rağmen, günü ve saati haftalar öncesinden belirlenmiş randevusuna ne yazık ki gelmedi. Neden gelmediğini bildiren bir telefon da açmadı. Oysa, ben aynı salonda o güne kadar konuşmacı olduğum hiç bir söyleşiyi kaçırmamıştım.

Yaklaşık bir saatlik beklemenin ardından, konuğun gelmeyeceği kesinleşince diğer dinleyicilerle birlikte yavaş yavaş ortamı terk ederken, dışarı çıkmadan önce masaya yöneldim ve vazonun içindeki taze çiçeklerden birini hatıra olarak aldım.

İlk anda, konukseverliğin gereği masum bir jest gibi görünen o çiçek, “İslâmcılar”ın ideolojik açıdan -sözde- mücadele ettikleri “solcular” karşısında, temelleri ta Tanzimat'a kadar uzanan kadim komplekslerinin; insanî, ahlâkî ve entelektüel zavallılıklarının trajik bir simgeydi çünkü…

Bugün de kendi ideolojik hemcinsleriyle çene çalarken ya da orada burada yazıp çizerken ne denli “ödünsüz mütedeyyin” oldukları konusunda laf salataları yapan; ancak, yönettikleri gazete, dergi, televizyon, radyo ve ajanslarda kalifiye eleman istihdam etmekten tutun, piyasaya sunacakları bir ürünün reklâm filmini yaptırmaya kadar, profesyonel çalışma hayatındaki her tercihlerinde “solcular”ı seçen, onları kendi insanlarından çok daha üstün ve de kaliteli olarak gören, bu kişilerle çalışmak için can atan ne kadar “mütedeyyin” yönetici var ise, onları her görüşümde mâlûm vazoyu ve çiçekleri hatırlarım.

Bana ve câmiadaki diğer pek çok meslektaşma hiç bir zaman lâyık görülmeyen o taze çiçekleri…

12 Ocak 2008

Haftanın Nostaljik Fotoğrafı

Rahmetli Agâh Hün'ün sesiyle...

Ey Yumurtaya Can Veren Allahım...
(Fotoğraf 1970 yapımı Yusuf ile Züleyha/Hz.Yusuf filmine ait)

10 Ocak 2008

İŞLER KARIŞIK

Sadri Alışık ve Esen Püsküllü'nün başrollerini oynadığı 1970 yapımı siyah beyaz bir film. Aynı yıl çevrilen ve yine ikisinin başrolde olduğu Ah Müjgan Ah ise renkli. Neden iki filmi birden andım, ona geleyim; Sadri baba her iki filmde de Hüsnü... Hüsnü her iki filmde de paçoz, fakir ama mahallelinin sevgilisi. İşler Karışık'ta Hüsnü Şenacı, Ah Müjgan Ah'da Hüsnü Neşedenyana :)

İşler Karışık bir komedi filmi. Benim izlediğim kopyası mı berbattı yoksa film cidden teknik olarak o kadar berbat mı çekilmiş bilmiyorum fakat, o derece karanlıktı ki bazen sahneleri seçmekte zorlandım. Sadri Alışık'ın soyadıyla müsemma iki filminden (Şakayla Karışık, İşler Karışık) biri. Yönetmeni Mehmet Dinler senaristi ise Safa Önal.

Kalabalık bir kadroya sahip filmin konusu adından da anlaşılacağı üzere karışık. Alışık'ı iki rolde (Hüsnü/Orhan) izliyoruz. Hüsnü, mahallede herkesin sevdiği kahveci çırağıdır. Mahallenin zenginlerinden Celal Bey'in (Mümtaz Ener) kızı Ayşe'ye sevdalıdır. Diğer yandan Orhan ise bir hırsızlık çetesinin çapkın reisidir. Bir soygun esnasında Orhan mahalleli tarafından Hüsnü ile karıştırılınca ikisi istemeden de olsa birbirlerinden habersiz rol değiştirirler.

Bu değişiklik türlü komik olaylara neden olur ve film bu olay örgüsüyle devam eder.

Orhan'ın kapatması Leyla (Gülgün Erdem) da karşısındakinin Hüsnü olduğunu anlayamayınca filmin sonuna doğru Orhan'dan okkalı bir tokat yemeden az önce şu sözleri işitir :
- Sen de mi haaa, sen de mi anlamadın onun ben olmadığını haaa... Sen de mi benzettin ? O da seni benzetti mi haaa ? şrak şraak...

Film boyu Orhan'ın ağzından daha neler duyuyoruz neler. Ah ne olurdu da daha izlenebilir olsaydı bu film !

AYŞEEEE CİK !


Ayşe nasıl cik oldu? İyi mi oldu, kötü mü oldu? Cik olmak güzel midir ? Tüm bu soruların cevabı SİNEMATİK'deki yazıda.... yok :)) Başka şeyler var... tıkla bakim :)))

8 Ocak 2008

Nostaljik Filmler Sevenler Buraya

"Temiz Toplumun Tercihi" sloganı ile 12 Ocak 2008 günü açılış yapacak olan ulusal bir televizyon kanalımız daha olmuş :KANAL T .

"Temiz Toplumun Tercihi" kısmı haberin bizi ilgilendiren tarafı değil. Nostaljik film sevenler için daha evvelce başka yerlerde izleme imkânı bulunmayan filmeleri veriyor Kanal T. Hem de nostaljik bir bünyeyi sağlıklı bir biçimde besleyecek şekilde ; sabah, öğlen ve akşam siyah beyaz eski Türk filmlerini yayınlıyor. Sadece Türk filmi değil, yabancı yapıtları da izleme imkânı var.

Şu an ki yayınları bir test yayını anladığım kadarıyla ve o yüzden arka arkaya bu filmleri veriyorlar.

Dilerim normal yayınlarına geçtiklerinde de bu filmleri vermeye devam ederler. Ben buradan gönüllü reklamlarını yaparım :))

AŞKIN SAATİ GELİNCE


Amman dikkat... Afişe aldanıp da bir Sadri Alışık filmi sanmayınız nostaljiseverler, yanılırsınız. Türk Sineması Afişleri çalışmamda da belirttiğim gibi, bu afiş çalışmasında da sadece daha çok seyirci çekmek için yapılmış bir oyun. Filmde çıplak kadın yoktur, afişte göğüsleri meydanda kadın vardır gibi... Sadri Babanın rolü çok ufaktır üstelik esas oğlan Göksel Arsoy'dan da dayak yer. Ben daha evvel Sadri Alışık'ın böylesi bir dayak yediği film izlememiştim :)

Filmimiz 1961 yapımı ve yine Belgin Doruk'un eşi Özdemir Birsel'in prodüktörlüğünde Hisar Filmden çıkmış.

Yönetmen Nejat Saydam, senaryo Özdemir Birsel.

Rol Dağılımı:

Belgin Doruk: Sevda Aybars
Göksel Arsoy : Bülent
Çolpan İlhan :Zuhal (Bülent'in hala kızı)
Avni Dilligil : Azmi Bozkurt
Aliye Rona : Şaziment (Bülent'in annesi)
Şaziye Moral : Hacer

Sinopsis :

Esas kızımız Sevda, annesi babası ölünce halası Şaziment Hanımlarda kalmaya başlar. Halasının oğlu Bülent ve bir diğer kuzeni Zuhal'le birlikte aynı evde büyürler. Şaziment Hanım asalet düşkünü bir kadındır ve oğlunun Zuhal ile evlenmesini arzu etmektedir. Oysa Bülent ve Sevda arasında ateş bacayı çoktan sarmıştır. Bülent ve Zuhal okumak için Londra'ya uçacaklardır. Bülent bir punduna getirip o gece Londra'ya uçmaz ve gizlice Sevda ile birlikte olurlar. Film, adını bu aşk gecesinden alır zaten. "Aşkın saati gelsin" der sevgililer. Bülent ertesi sabah gizlice ev halkına görünmeden Londra'ya uçar. O gecenin neticesi Sevda hamile kalır. İşe bakın ki tesadüfen merdivenden düşünce, eve gelen doktor ateşine bakarak Sevda'nın hamile olduğunu anlar :))

Hamile olduğunu duyunca Şaziment Hanım Sevda'yı kovar. Sevda, ana yadigarı çok sevdiği Hacer Teyze'sinin yanına sığınır ve bir mektupla olanları Bülent'e bildirir; o gelene dek bebeğin babasının o olduğunu kimseye söylemeyecektir (hangi akla hizmetse artık). Sevda'nın mektubu Zuhal'in eline geçer ve o da Sevda'nın ağzından "Artık beni bir daha arama, beni unut" diye bir mektup yazar. Aynı şekilde Sevda'ya da Bülent'in ağzından "Çocuğu kimden yaptıysan onun yanına dön" diye bir mektup yazar. Bundan sonrası mâlum...

Hikayemize Avni Dilligil nereden girip çıkıyor derseniz ; Zuhal ve Bülent eğlenmeye gittikleri bir gece kanser olan karısını Londra'ya tedaviye getiren Azmi Bozkurt ile karşılaşırlar. Azmi bey ünlü bir tekstilcidir ve Bülent de tekstil mühendisliği tahsili yapmaktadır. Bu karşılaşmanın üzerinden beş yıl geçer.

Kaderin garip cilvesi, Sevda da Azmi Bey'in fabrikasında işçi olarak çalışmaktadır. Oğlu Ümit bir kaza geçirip hastaneye kaldırıldığında, Azmi Bey onun haline çok üzülür ve onu evinde himaye etmeye başlar. Azmi Bey'in karısı Nermin'in son dileği de o öldükten sonra bile Sevda ve oğluna sahip çıkmasıdır.

Çevre dedikoduları önlemek için Azmi Bey ve Sevda nikahlanırlar. Ama ilişkileri bir baba kız ilişkisi gibidir. Bu ritüele de hastayım . Benzer konu Çalıkuşu'nda, Bir Demet Yasemen'de de işlenmişti.

Bülent ve Zuhal yıllarca nişanlı kaldıktan sonra yurda dönerler ve Bülent , Azmi Bey'in yanında işe başlar. Eve davetli olarak geldikleri bir gece iki eski sevgili karşılaşırlar. Bundan sonrasında iki sevgiliyi birleştirmek Azmi Bey ve Hacer Hanım'a düşer.

Sadri Alışık mı ? Ha, evet. Sadri babamız da bu filmde küçük Ümit'i kaçıran bir çocuk hırsızı rolündedir :)

Son Söz : Öldürecek vakti olanlar, izlesinler efendim :)

7 Ocak 2008

Ayşecik SEVGİLİ BABAM


Daha benden ayrılmadan
Başka sevgili buldun
Saadet hiç belli olmaz
Sevgilim mesut musun?
Şimdi artık yalnızım
Ağlamak neye yarar
Zalimin zulmü varsa
Sevenin Allah'ı var

Suat Sayın'ın muhayyerkürdî eseri Zalimin Zulmü'nü ilk kez duyup hayran olduğum filmdir Sevgili Babam. Gerçi film 1969 yapımı, kaynaklarda da şarkının çıkış yılı 1970... Nasıl oluyor da oluyor anlamış değilim. Bir bilen varsa aydınlatsın.

Zeynep Değirmencioğlu'nun babası Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosunu yazdığı, Aram Gülyüz'ün yönettiği filmin bir özelliği Ayşecik serisinin en son filmlerinden biri olması. Zeynep Değirmencioğlu diğer filmlerde de "Ayşe" adıyla oynamıştır ama Ayşecik adıyla çevrilen filmler bitmiştir.

Hemen rol dağılımına bakalım

Zeynep Değirmencioğlu : Ayşe
Cüneyt Arkın : Sedat
Sema Özcan : Nevin
Ömer Dönmez : Ömer (Ömercik)
Önder Somer : Orhan
Salih Güney : Murat




Sinopsis:
Nevin ve Sedat iki çocuklu mutlu bir ailedir. Sedat ünlü ve başarılı bir müzisyendir. Bir gün bir kavgaya karışır ve cinayet işler. Yıllar sürecek bir ceza alıp cezaevine girer. Bu süreci film boyunca görmeyiz. Seyirci olarak sadece Nevin'i, Sedat'ı cezaevinde ziyarete gelişini görüyoruz. Sedat, çocuklarının kendisini bir katil olarak bilmesini istemediği için Nevin'e " Babanız öldü" yalanını söylemesini ve boşanmaları gerektiğini söyler. Aradan uzun yıllar geçer, çocuklar büyümüştür. Nevin, cezaevine son gelişinde kendisi ve çocuklarla ilgilenen Orhan'dan bahseder. Oysa ki Sedat'ın ona bir müjdesi vardır; iyi halden dolayı cezası bitmiş ve özgürlüğüne kavuşacaktır. Bunları söylemeye fırsatı olmaz . Hayatının kadınına orada veda eder. Nevin, evine geri döndüğünde Orhan'ın evlilik teklifini kabul eder. Sedat ise, bir kerecek dahi olsa çocuklarını yakından görebilmek için kasabaya gelir. Gelir gelmez, kasabanın amatör orkestrasına şef olur. Müzikle yakından ilgili kızı Ayşe de Sedat'ın babası olduğunu bilmeden onunla iyi dost olur.

Münir Özkul'u orkestrayı toparlamaya çalışan ve flüt çalan adam rolünde görüyoruz. Filmin şarkısı Zalimin Zulmü'nü Kamuran Akkor'un sesiyle Ayşe seslendiriyor. Kamuran Akkor da eşi Vasfi Uçaroğlu ile filmde rol alıyorlar. Rahmetli Güzin Özipek de evin dadısı Minnoş (adı Minnoş ama kendisi çaçaron) rolünde. Filmin en eğlenceli sahneleri zaten Minnoş, Ömercik ve sarı çıyan dedikleri Orhan'ın (Önder Somer) olduğu sahneler.

Dağ bayır ellerinde enstrümanları ile "do" deyince şarkıya başlayan amatör orkestra bana 1970 yapımı Seven Ne Yapmaz filmini çağrıştırıyor. Orada da orkestar şefi Münir Özkul'dur.

Nostalji sevip de biraz göz yaşı dökmek isteyenlere ısrarla tavsiye edebileceğim bu film, zamanında rahmetli babacığımı da ağlatmıştı.

Sevdiğim Replikler - 8

Şakayla Karışık'tan yine... Filiz ve Ofsayt Osman...

- Kardeşimi kurtaran adam olmasan da seni deli gibi seviyorum.
- Kim olduğumu bilmeden mi ?
- Evet
- İnanmam be olamaz.
- Evet, yemin ederim
- Bir insan senin kadar iyi olamaz, ya ben bir serseri olsaydım ?
- Beraber serserilik ederdik
- Ya ben viranelerde sabahlayan, yiyecek bir lokma ekmek bulabilmek için köpek gibi dolanan , yerden izmarit toplayan bir berduş olsaydım ?
- Gene yanında bulurdun beni
- Ya herkesin alay ettiği , tekmeleyip attığı bir ofsayt olsaydım ? ofsayt nedir bilir misin ? hayatta bi...bişey yapamamış , dikiş tutturamamış, bir... bir kere bile gol atamamış bir beceriksiz olsaydım ?
- Golünü atıncaya kadar sana top taşırdım
- Olamaz be... sen bir rüyasın.

5 Ocak 2008

Özlüyorum


Kenancığım
Canım Babam
01.07.1948-05.01.2006

Seni öyle özlüyorum ki canım benim...

4 Ocak 2008

Yeşil Köşkün Lambası


Başrollerinde Belgin Doruk ve Ekrem Bora'nın oynadığı Yeşil Köşkün Lambası filminden kısacık bir replik beni bu yazıyı yazmaya sevketti. 1960 yapımı film, izlediğim en sıkıcı , üstüne üstlük uzun Türk filmi. Bindokuzyüz otuzlarda geçen bir konuya sahip filmde kavuşmaları için türlü badireler atlatan Şükran ve Kemal'in aşkları anlatılıyor. Kemal, genç bir binbaşıdır. Şükran ise Harbiye Nazır Halim Paşa'nın kızı. Kemal'in sesi çok güzeldir (ki filmde şarkıları seslendiren Alaaddin Yavaşça'dır) yeşillikler arasında şarkı söylerek dolaştığı bir gün Şükran ona bir oyun oynamaya karar verir. Başlarda Şükran'ın binbir naz ve eda ile başlayan ilişkileri tutkulu bir aşka dönüşecektir.

Film sıkıcı ama Kadir Savun, Avni Dilligil, Ekrem Bora ve Nubar Terziyan'ın gencecik hallerini izleme fırsatı veriyor. Avni Dilligil henüz göbekli, Nubar Terziyan ise dede değil :)

Belgin Doruk'un, uğruna ilk eşi Faruk Kenc'i terkettiği ikinci eşi Özdemir Birsel'in sahibi olduğu Birsel Film adına çekilmiş bu film.

Gelelim benim hoşuma giden repliğe. Hani bilfik Türk filmi klişeleri vardır ya "Kötüsün sen kötüüğğ" veya " Kenarın dilberi sen de hıh" tarzında. İşte burada da o tat var sanki. Esas kızımız Şükran, Kemal'in ona ettiği iltifatlar karşısında "bu sözleri ettiğiniz kimbilir kaçıncı kızımdır ben, dilediğiniz şarkıyı söyleyiniz" tarzında bişeyler söyler. Kemal bu sözlere çok alınır ve :

- Rica ederim Şükran Hanım... Beni basit bir Direklerarası şarkıcısı yerine koydunuz

der.

Öldürmek için bir vaktiniz var ise, buyrun izleyin derim ben.

3 Ocak 2008

Portresi Yapılası Bir Yüz : Sema Özcan




Metin Erksan
Üstâdın Sevmek Zamanı'ndan bir bölüm... Metin Bükey Orkestrası'nın çaldığı müzik eşliğinde Halil'i (Müşfik Kenter) kürek çekerken görüyoruz. Kıyıda, beyaz gelinliği ile Meral (Sema Özcan) ona bakıyor.

Sema Özcan'ı ne zaman anlatmak istesem, söze "Dalgın Bakışlı Sema Özcan" diye başlayasım gelir. Öyle değil midir sizce de , dalgın bakışlı değil midir bu hanımefendi ?

Sevmek Zamanı, Özcan'ın ilk filmlerinden biridir. Daha sonraki zamanlarda aslında onu hep benzer rollerde görürüz. Ayşecik'in annesidir, Ayhan Işık'ın sevdiği kadındır filmlerde.

Zihnimdeki tüm bu naiflik imajını, geçenlerde okuduğum Ülkü Erakalın'ın Fotoğraflar Siyah Beyaz Anılar Renkli adlı kitabındaki şu satırlar yıktı ; bir kere daha anladım ki beyaz perdedekiler sadece bir hayaller... Artık gülünse mi ağlansa mı şu duruma bilemiyorum :


"...Sinemanın fuayesinde buluşuyoruz, gece yarısından sonra. Sema Özcan, ben, rahmetli Handan Adalı, Orçun ve de Selma Sonat var izleyen dostlarım arasında. Filmin havasına öylesine kaptırmışız ki kendimizi, o yıllarda dünyamıza yeni girdikleri için Selma ile Orçun'u sanki tanışıyorlarmış gibi düşünerek Sema Özcan'a tanıtmaya lüzum görmüyorum.
Sema da sormuyor nedense "Bu arkadaşlar kim ?" diye.
Dedim ya filmin ilk gösterimine kaptırmışız kendimizi. Uzatmayalım seyirden sonra , önce Sema Özcan'ı evine bırakmak üzere özel bir arabaya doluyoruz.
Önde Sema ile Handan, arkada da ben, Orçun ve Selma oturuyoruz. Gırgır şamata yoldayız. Selma Lale'yi (Lale Oraloğlu) kastederek :
- Senin ortağın işi nasıl ? diyor.
- İyi , diyorum.
- Orçun mudur morçun mudur nedir, diye devam ediyor , Lale ile ilişkileri devam ediyor mu ?

Arabada tüm sesler kesiliyor. Sema daha fazla pot kırmasın diye susuyoruz hepimiz, sorduğunu anlamamış gibi. Yeni sorusundan anlıyoruz; yanında oturan Handan Adalı, zarif bir tekme yapıştırmış Sema'ya. Sema daha da yükseltiyor sesini:
- Ayağıma ne vuruyorsun ayol ? diyor. Yalnız ben söylemiyorum ki bütün Türkiye biliyor bu ilişkiyi.

Arabada yine buz gibi bir sus pus. Araya olmadık veya olmayacak sorular ve de abuk subuk cevaplar giriyor.

...Yarım asra zor sığacak bir zaman içinde Sema 'nın evinin önündeyiz. Vedalaşmak için hepimiz tek tek iniyoruz arabadan. Arkama Orçun ve Selma'yı alıp , sinemada yapmam gereken tanıştırmayı epeyce geç kalmış olarak Sema'nın evinin önünde yapıyorum.
- Tanıştırayım, arkadaşım Orçun Sonat ve eşi Selma Sonat, diyorum.

Apartman antresinden sızan ışığın bile aydınlatamadığı loş görüntüde , Sema'nın kıpkırmız olduğunu görüyorum. Pot üstüne pot kırıyor Sema.
- Ay afedersiniz. Vallahi yalnız ben söylemiyorum bu sözleri...Hani geçen gün bizim tiyatroda da konuşuluyordu da...

Selma araya girmese kimbilir daha neler saçmalayacak Sema durumu kurtarmak için.
- Üzülmeyin Sema Hanım, diyor Selma. Söylediğiniz gibi herkesin dilindeyiz, ve ben iyice alıştım bu söylentilere.

Yaa işte böyle.

Sultan Hep Çok Güzel

Kadınların otuz yaş bunalımı dillere pelesenk olmuş bir şeydir. Elle tutulmaz da , gözle görülür. Görenler de hemcinsleri değildir. Ufacık bir hareketinizin analizi bellidir : Otuz yaş bunalımındasın sen !

Saçlarımı kızıl renge boyama girişimim bu otuz yaş bunalımı ile ilintilendiği için sadece bir girişim olarak kalmıştı misâl :)

Otuzları atlatan bir kadın, yine hemcinslerinin değil de erkeklerin deyimi ile en harikulâde yaş olan 40 lara geldiğinde bir başka güzel oluyor(muş).

Yazılan onca aşk şiiri, romanı, şarkısı hatrına işime gelen bu veciz ifadeyi onaylıyorum. Neden mi ? Aşağıdaki fotoğrafa bir bakalım



Sultanımın Ören Bayan Reklam Kampanyasından bir fotoğrafı. Sene 1985. Sultanım 40 yaşında. Görsel malzemeler olsun, yakinen olsun gözlerimin gördüğü en güzel kadınlardan biri Türkan Şoray'dır.





İlk gençlik halleri zaten muhteşem olduğundan bu yazıya malzeme etmeye bile gerek görmedim. Üstte, yeşil elbiseli olduğu fotoğrafta da kırklarında olmalı. Elbisenin yeşilliğinden hemen aklıma 83 yapımı Metres filmi düşüverdi. Yeşil ipek bir elbise giyer orda.


Yakın zamandan bir kare. Erol Sayan'ın muhayyerkürdî şarkısında dediği gibi :Her halinle her şeyinle güzelsin , hata bulmak kusur bulmak güç sende...

1 Ocak 2008

Coming Soon :)


1 ocak günü boş geçmesin hem... şeker mi şeker tatlı mı tatlı bişeye bakın hem... yakın bir zamanda Sinematik'de hem... İşte Ayşecik