11 Aralık 2009

Kuzucukların Seni Hâlâ Özlüyor Adile Teyze

(1930-1987)


Cânım Adile Teyzem... Seni Çok Özlüyor Bu Kuzucuk...

9 Aralık 2009

Yeşilçam'a Dair Kitaplar

Bugün gazetesinin 7 Aralık 2009 tarihli nüshasında okuğum bir haberi paylaşmak istiyorum.


"Hakkında Daha Çok Kitap İstiyor" başlıklı haberin metni şöyle: "Üniversitelerde birçok kez tez konusu olan Hülya Koçyiğit , hakkında da üç kitap yazıldığını ama bunun az olduğunu söyledi. Koçyiğit, 'Bence yetmez. Çünkü benden söz edildikçe sinemadan söz edilmiş oluyor. Sinemadan daha da çok söz edilsin istiyorum. Çünkü birçok gençlerimiz sinema okullarında kaynak açlığı çekiyorlar' diye konuştu."


Önce genzimi bir temizleyeyim, ciddi konuşacağım da; Öhhhööm.

Sevgili Hülya Koçyiğit dediğinde çok çok haklı. Üniversitede okumaya da gerek yok, hakikaten de sadece Hülya hanımın değil, diğer Yeşilçam emekçilerinin hakkında da kaynaklarımız çok kısıtlı. Okuldakileri bilmem de ben çok açım bu konuda.

Hülya Koçyiğit ile ilgili yazılmış bir kitabı okudum sadece o da "Film Gibi Yaşadım" isimli bir çalışmaydı ki, sonra bu kitaba para verdim diye ciddi ciddi dudaklarımı ısırdığımı hatırlarım. Benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Dünya Yayınevinden çıkma bu kitabı rahmetli Nezih Demirkent'in (Dünya yayınlarının sahibi) torunu Feyzan Ersinan kaleme almış. Kitabın ilk basımı 2004 yılına ait (başka basımı olduğundan şüpheliyim), yazar o sırada henüz 22 yaşında. Bahsettiği diğer iki kitaptan biri de Dört Yapraklı Yonca olsa gerek.

Nasıl anlatmalı; o kadar acemice bir çalışma ki, sık sık tekrarlara düşülüyor, bir kaç sayfa evvel okuduğunuz bir pasajı veya olayı başka bir başlık altında tekrar okuyorsunuz, düşüncenin akışına ters işleyen bir sıralama vb. şeyker , sizi okurken asıl konudan "Hülya Koçyiğit"ten uzaklaştırıyor. Ben kitabı çıktığı sene alıp okumuştum, aradan epey zaman geçti hatırladıklarım bunlar. En hayal kırıklığına uğradığım nokta ise bana Hülya Koçyiğit hakkında yeni hiçbirşey vermemiş olması. Koca kitaptan öğrenebildiğim en yeni bilgi sadece Koçyiğit kardeşlerin (Hülya, Feryal ve Nilüfer) birlikte rol aldıkları tek filmin Posta Güvercini olduğuydu. Bak şimdi ondan bile şüpheliyim ki sanırım sadece Feryal Koçyiğit'in de birkaç filmde rol aldığını öğrenmiş olabilirim.

Şöyle düşünmüştüm; Hülya Hanım, Nezih Demirkent'le olan hukuklarının hatırına torun Feyzan hanımla böyle bir çalışmaya girişmiş. Belki genç yazarı yüreklendirmek de istemiş olabilir, takdir ederim bunu ama, ortaya çıkan şey... maalesef ı ıh. Benden bahsedildikçe sinemadan bahsediliyor demiş Hülya Hanım ama o kitapta sinemaya dair çok şey görmedim ben.

Çalışmayı yerden yere vurmak değil amacım ama ortada daha nefis ve doyurucu çalışmalar dolaşırken, elimizdeki bu ürün Hülya Koçyiğit'e yapılmış kocaman bir haksızlık gibi duruyor. Kitabın takdimini de Feridun Andaç yapmış ki; kendisinin Türkan Şoray hakkında yazdığı "Türkan Şoray ile Yüz yüze"si de bend eaynı tadı bırakmıştı. Sonrasında Atilla Dorsay'ın kaleme aldığı "Sümbül Sokağın Tutsak Kadını isimli kitabı ilaç gibi gelmişti. Türkan hanımla ilgili daha geniş bilgi isteyenlere bu kitabı gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim.

Türk sineması, emekçileri hakkında daha çok kitaplar yazılsın evet, Hülya Koçyiğit hakında 3 değil 30 kitap olsun isterim. Her kalemin lezzeti de farklı onun da farkındayım ama acemi ellere teslim edilmesin bu. Mesela Cüneyt Arkın'ın kendisinin kaleme almış olduğu "ADINI UNUTAN ADAM " isimli kitap öyle şahane ki, cüneyt Arkın karşınıza geçmiş de bir bir anlatıyormuş gibi hissediyorsunuz. Setlerden, kamera arkasında yaşananlaran en hoşu da içindeki adamdan haberdar oluyorsunuz. Bir insanı kendisinden daha iyi tanıyacak kimse var mı? Yok. Bu yüzden Cüneyt Arkın'ı kendi eliyle tarihe düştüğü için not için tebrik etmek lazım.

Yönetmeninden, senaristine, ışıkcısından sesçisine, set fotoğrafçısına varana dek... hepsi anılarını kaleme alsınlar. Örnekleri de var bunların, harika arşivlik malzemeler çıkıyor içinden. Ama işte bazısından hiçbirşey çıkmıyor.

Yazar ele aldığı sanatçı ile iyice hemhal olunca (örneğin Atilla Dorsay'ın Türkan Şoray ile ilgili kitabı veya Bircan Usallı sılan'ın Belgin doruk'un vefatından önce kaleme aldığı "Acı Dolu Yıllar" , Mesut Kara'nın "Yeşilçam'da Unutulmayan Yüzler " gibi) o kitabı okumanın zevki, dimağınızda bıraktığı tat da bambaşka oluyor.

Bundan böyle, benim hafızıma yerleşmiş, okurken çok zevk aldığım kitapları önermeyi düşünüyorum buradan.


Son olarak, dün blogun analiz sonuçlarına bakarken "Gülşen Bubikoğlu'nun boyu kaç cm" diye arama motoruna yazıp aratan ve soluğu Çilek'in Dünyası'nda alan birden fazla kişiyi görünce "Yok artık Lebron James" oldum onu da söyleyeyim. Hayır neden bir insan bunu merak eder ki :)

8 Aralık 2009

ŞENLİK VAR / BALKIZ 1974

Şu dünya ne güzel şey gamı yok tasası yok...
Kırma garip kalbimi yapacak ustası yok...

Yönetmenliğini Nejat Saydam'ın yaptığı senaryosu Erdoğan Tünaş'a ait eğlenceli bu Türk filminin kadrosu da kendisi kadar eğlenceli .

Türkan Şoray'ın iki rolde olduğu filmde kim kimdir bakalım;

Türkan Şoray: Zeliş/ ünlü şarkıcı Leyla Taner
Salih Kırmızı: Leyla Taner'e aşık Ekrem (Olmaz olsun böyle aşık yahu, iki kadın arasındaki farkı anlamayan adamın aşkını ne yapayım ben?)
Hülya Tuğlu: Leyla Taner'in onu kıskanan kuyu kazıcı yardımcısı Canan ( Ekrem'de de gözü var, haspam )
Zeki Alasya : Zeliş'in yankesici komşusu Çarpık Selim
Semih Sezerli: Zeliş'in arkadaşlarından Süslü Kâzım
Mualla Sürer: Kendi tabiriyle sosyete falcısı Güllü Bacı
Asuman Arsan: Kuru Cemile
Cevat Kurtuluş : Leyla Taner'in uşağı Rıza
Renan Fosforoğlu: Doktor (Yeşilçam'ın kadrolu doktoru:))
Muammer Gözalan : Hakim (Yeşilçam'ın kadrolu hakimi)
Ömercik: mahalledeki veletlerden
KILLOŞ: Zeliş'in ve aynı zamanda köpek literatüründeki en kıl isme sahip köpeği. Kılloş ne lan?

Fasulyenin faidelerinden evvel filmin konusuna gelince :


Zeliş daha hapisten yeni çıkmış bir yan kesicidir. Yankesici dedikse öyle itin fırınlanmışından değil ha, çarptığı kişi emekli memursa, cüzdanına para ekleyip ona geri veren robin hood yaradılışlı bir yankesici :) Sadece yankesicilik yapmaz, sokaklarda şarkı söyler, göbek atar. Tesadüf bu ya, bir gün şıp demiş de burnundan düşmüş kadar tıpatıp benzediği şarkıcı Leyla Taner'in evine girer hırsızlık yapmak için. Leyla Taner , Zeliş'i iş üstünde yakalayıp da ne kadar benzediklerini görünce , onu bir süreliğine yerini alması için tehdit eder. Çünkü bu hayattan accaip bunalmış bir şarkıcıdır. Bu değiş tokuş işleminden de sadece yardımcısı Canan'ın haberi olacaktır.

Nerde soğuk nevale, lıkır lıkır viski içen Leyla Taner , nerde ateş parçası fıkır fıkır Zeliş. Ekrem, Zeliş'e aşık olur ! E canan da Ekrem'e aşıktır. Ne olacaktı şimdi? Bir plan yapar Canan, gerçek Leyla Taner'i ortadan kaldırıp suçu Zeliş'e atmak istemektedir. Ama bilmediği, Zeliş'in mahalledeki anasının gözü arkadaşlarının varlığıdır.


Filmin müzikleri Metin Bükey imzalıdır, Türkan Şoray'ın dublajını Jeyan Mahfi Tözüm yapmış, şarkıları da Belkıs Özener seslendirmiştir.

Afişte sol üst köşede yazan Ece Alasya kimdir inanın ben de bilmiyorum. Zeki Alasya'nın rumuzu ise başka tabi :) Bir bilen var ise bilgilendirsin bir zahmet.

Türkan Sultanımın , uşak Rıza'nın kafasın sıyırmasına neden olduğu sahnede taktığı türbanlarına da hassaten hasta olduğumu belirtmek isterim.

Filmde Süslü Kazım rolünü canlandıran Semih Sezerli aynı zamanda filmin sanat yönetmenliğini eski tabirle ar direktörlüğünü de üstlenmiş. İlginçtir kendi sesi de oldukça hoş olan Sezerli'yi ise Şener Şen seslendirmiş.

Kız kurusu sinsi Canan'ı canlandıran Hülya Tuğlu'yu bu filmden 3 sene sonra tekrar Sultanımın yoluna taş koyan şehirli Dilek hanım rolünde Selvi Boylum Yazmalım'da da görüyoruz.

Belkıs Özener'in sesinden duyduğumuz Şenlik Var şarksının sözleri ile bitireyim

Şu dünya ne güzel şey
Gamı yok tasası yok
Kırma garip kalbimi
Yapacak ustası yok
Şenlik var şenlik var
Bekler yar vakit dar
Çekinme hiç kimseden
Bülbülü bülbül eden
Vazgeçme hiç neşeden
Çünkü ömrün sonu yok
Şenlik var şenlik var
Bekler yar vakit dar

Filmi netten izlemek isteyenler hemen şuracığa müracaat etsinler. İyi seyirler.

7 Aralık 2009

Bir Fotoğraf Karesini Okumak

Blogu takip edener bilirler, zaman zaman NOSTALJİK YEŞİLÇAM FOTOĞRAFLARI adı altında sinemamızın gerek kamera önü gerek arkasına ait karelerinden örnekler veriyor, hangi yıla , filme aittir , kimdir o karedekiler, o sırada kaç yaşlarındadırlar, o anda ne olmuş da ne konuşmuşlardır diye kendimce bir mizansen oluşturarak bilgi vermeye çalışırım.


Yeni Şafak gazetesi sinema sayfası editörü ağabeyim Ali Murat Güven de bir tanecik fotoğraf karesinden yola çıkarak benim gibi açlar için doyurucu bir yazı kaleme almış, bir anlamda da işi öğretmiş :)

Neden paçasına yapışıp kendisini takip ettiğimi anlıyor musunuz şimdi :)


İşte o fotoğraf karesi ve o yazı...

TEK BİR FOTOĞRAF KARESİ ÜZERİNDEN TÜRK SİNEMASININ 95 YILLIK TARİHİ


Yanımda yöremde sıkça bulunan meslektaş ve dostlarımın pek iyi bildiği üzere, benim sinema sevdamın önemli bir bölümünü “sinema arkeolojisi” ve bu alandaki koleksiyonculuk tutkusu kaplıyor. Söz konusu tutkunun doğal bir sonucu olarak da yaşadığım ve çalıştığım mekânlar artık oraya buraya sığdırmakta güçlük çektiğim geniş bir görsel arşivle kaplanmış durumda…


Bayramın hemen öncesinde, elime yine bu türden ilginç bir arşiv malzemesi geçti. Türk sinemasına ilişkin hatıra eşyalarının satıldığı bir internet sitesinde, diğer yüzlerce ıvır zıvırla birlikte, küçük bir bedel karşılığında satışa sunulmuştu bu siyah-beyaz fotoğraf karesi… Ancak, onun diğerlerinden farkı, film tanıtan bir lobi kart değil, doğrudan doğruya kamera arkasından nadir bir kare olmasıydı.


Üzerinde doğru düzgün açıklayıcı metinler bulunmayan böylesi belgeleri ele geçirdiğinizde, fotoğraftaki tanıdık simâlardan hareketle titiz bir arşiv taraması yapmanız gerekiyor. Ben de aynen öyle yaptım ve arkasında yalnızca “Filme başlanması vesilesiyle adak kesiyorlar” yazan bu fotoğrafta ilk anda gözüme çarpan iki efsanevî yıldız, Tamer Yiğit ve Belgin Doruk’tan hareketle, söz konusu karenin 1964 yapımı Metin Erksan filmi “Suçlular Aramızda”nın setinde çekilmiş olduğu sonucuna ulaştım. Nitekim, kamera ekibine mensup diğer iki kişinin, dönemin ünlü görüntü yönetmeni Mengü Yeğin ve asistanı Tosun Bayri olduğunu benden daha kıdemli sinema kurtlarına teyit ettirince, bulmacanın eksik kalan parçaları da tamamlanmış oldu.


Gittigidiyor.com sitesinde satışa sunulan, Türk sinema tarihine ait binlerce siyah-beyaz ve renkli fotoğraftan yalnızca biriydi bu… Yani, en yüzeysel tanımıyla ticarî bir “mal”dan söz ediyoruz. Ancak bakınız, aynı kare, onu biraz daha yakından inceleyince bizlere neler neler anlatıyor:


Yıl 1964… Türk sinemasının hem sayısal açıdan, hem de kalite olarak büyük bir patlama yaptığı, birbiri ardına pek çok önemli filmin çekildiği hareketli bir dönem…


Filmin yönetmeni Metin Erksan… Ki kendisi -bırakın şimdileri- daha o günlerde bile, henüz bir-iki yıl öncesinde çektiği “Yılanların Öcü”, “Acı Hayat” ve “Susuz Yaz” gibi başyapıtlarla ortalığı birbirine katmış, özellikle sonuncusuyla Berlin’den “Altın Ayı” alarak dönmüş, sektördeki herkesin önünde ceketini iliklediği karizmatik bir isim…


Çekilen film, burjuvazinin ikiyüzlülüğünü, kendi içindeki kokuşmuşluğunu son derece başarılı bir Erksan senaryosu eşliğinde anlatan ve sonradan yönetmenin de en saygın çalışmaları arasına girecek olan “Suçlular Aramızda”


Filmin başrollerinde Ekrem Bora, Belgin Doruk, Tamer Yiğit, Leyla Sayar ve Atıf Kaptan gibi, o tarihlerde şöhretinin zirvesinde yıldızlar yer alıyor.

Yapımcı deseniz, yine o dönemin en baba şirketlerinden Birsel Film; Özdemir Birsel, Nüzhet Birsel ve Saltuk Kaplangı üçlüsü…


Yani, görünüşte her şey dört dörtlük… “Merdivenaltı bir prodüksiyon”la değil, o yılların koşullarında “en ağır ağabey ve ablalar”ın imzasını taşıyan çok önemli bir setten yansımalar içeriyor bu siyah-beyaz, soluk kare…


Şimdi biraz daha “zoom” yapalım aynı fotoğrafa…


Türk sinemasının gelmiş geçmiş en popüler yıldızlarından biri olan, zarafet timsali “Küçük Hanımefendi” Belgin Doruk, güneşin altında, ne kendine ait bir oyuncu sandalyesi, ne de basit bir kafeterya şemsiyesi olmaksızın, toz toprak içindeki bir ortamda duvarın üzerine oturtulmuş, çekimin başlamasını bekliyor. Üstelik, filmde giydiği kostüm üzerinde olduğu bir hâlde… Onun bir bahçe duvarının üzerinde öylece sırasını beklediği yıllarda, Hollywood’da topu topu dört cümlelik bir rolü olan yaşlı bir karakter aktristi bile kendisine tahsis edilmiş özel bir karavan olmazsa asla sete gelmezdi. Ki aynı yıldız oyuncu kuralları günümüzün batı sinemasında eskisinden çok daha katı bir biçimde geçerli…


Ön planda ise yakışıklı aktör Tamer Yiğit, filmin görüntü yönetmeni Mengü Yeğin ile birlikte -çekimlerin başlaması şerefine- “horoz” kesiyor. Parmağını hayvana doğru uzattığına bakılırsa, biraz sonra da kanını alnına sürecek. Dikkat ediniz; yapımcısı, yönetmeni ve oyuncularıyla “yıldızlar geçidi” görünümündeki bir filme başlanırken kesilen adak, bir adet “horoz”… Muhtemelen bu “adağın” parası da prodüksiyon âmirinden değil, ya Yiğit’in kendisinden ya da set ekibindeki diğer bir sanatçıdan çıkmıştır.

Aynı şekilde, onun da bu horozun kanını alnına sürdüğü günlerde Hollywood’da en sıradan filmin çekimleri bile görkemli partiler eşliğinde başlardı.


Son olarak “kamera cephesi”ne odaklandığımızda, orada da ahşap tripotlu ve küçük magazinli alelâde bir cihaz görüyoruz. Ortada ne ekstra bir objektif koruyucusu, ne de görüntü yönetmeninin üstüne çıkıp rahatça çalışabileceği özel bir zemin var. Ortamın yegâne aksesuarı, kamerayı tozdan uzak tutmak için üzerine atılmış siyah bir bez… Batılı meslektaşlarının dev magazinli, bir defada 12 dakikalık film çekebilen, ön kısmı boru gibi özel lenslerle donatılmış “Panavision”larla, “Mitchell”lerle çalıştıkları bir zaman diliminde, Erksan ve ekibi en iyi filmlerini işte bu portatif kameralarla, televizyon haberciliği gibi günübirlik işlerde kullanılan düşük modelli “Arri”lerle çekiyorlardı.


Sonuç olarak, sette, o setin yönetmeni, oyuncuları ve teknik ekibini yüceltecek, kendilerini “özel ve ayrıcalıklı” hissetmelerini sağlayacak hiç bir şey bulunmuyor. Ne bir karavan, ne bir güneşlik, ne adlarının yazılı olduğu sandalyeler, ne de ekibin iştahını açacak türden yüksek bir teknoloji gösterisi...


Bırakın bunları, ortada -iddialı bir filme başlamanın şerefine getirilmiş- şöyle en cılızından bir “adak koyunu” bile yok! 1960’larda toplumun üzerinde fırtına gibi estirilen “muasır medeniyetler seviyesine ulaşma” yönündeki o güçlü propagandaya karşın, kültürel kökleriyle bağlarını bütün bütün de koparmak istemeyen bir grup inançlı sinemacı yeni bir projeye başlamadan önce Yaratıcı’larına küçük bir “şükran gösterisi”nde bulunmak istiyorlar; ancak o an ceplerinde bulunan para muhtemelen yalnızca horoz kesmeye yetiyor. Onlar da “Gerçi caiz değil, ama hiç yoktan iyidir” diyerek kameranın yanıbaşında alelacele kurban ediyorlar horozu…


Koleksiyonculuk işte bu yüzden güzel bir merak… Bazen elinize geçen bir afiş, bir lobi kartı, bir kamera arkası fotoğrafı size yüzlerce sayfalık kitaplardan çok daha fazla şey anlatıyor. Tıpkı Yeşilçam’ın 95 yıllık çileli tarihinin özetini sunan bu fotoğrafta olduğu gibi…



06 Aralık 2009 tarihli yazının Yeni Şafak Gazetesi Sinema Sayfasındaki linki için tıklayın

2 Aralık 2009

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları -16



Can Mustafa (1960) "Asuman" rolünde Muhterem Nur (28) ve "Afitap" rolündeki Leyla Sayar (20)




Gariban (1966) İkisi de rahmetli olmuş iki sanatçı; "Gariban Ali" rolünde Sadri Alışık (41) ve "Ekrem"rolünde Orhan Günşiray (38)






Yine Sadri baba :) 1973 yapımı Tatlım'da "Alev" rolündeki Hale Soygazi'yi yakın markaja almış ferit rolünde .




Bir Yudum Sevgi (1984) Öyle güzel bir film ki bu, aradan yıllar geçti ben hâlâ karısı tarafından terkedilen Cuma'dan mı (Macit Koper) yoksa, tek aradıkları bir yudumcuk sevgi olan ama kavuştuklarında önceki evliliklerinden farklı bir şey bulamayan Cemal ve Aygül'den yana mı olayım karar veremedim.

Beni en etkileyen sahnelerden biri de Aygül'ün kocası Cuma'ya ağzın kokuyor dedikten sonra, Cuma'nın gidip sabunla dişlerini fırçalamasıydı. Öyle de kalmış aklımda canlı kanlı.

Hale Soygazi 34, Kadir İnanır 35 yaşındalar.

1 Aralık 2009

Tellallı İlanımdır :)


Dambıdı dam bıt dambıdı dambıt....

Ey ahaliiiii

Dambıdı dam bıt dambıdı dam bıt

Duyduk duymadık demeyiiiiiin

Peynir ekmek yemeyiiiin

15 Aralık 2009 tarihine kadaaaar

Ataköy AirportOutlet Center'da

Yeşilçam'ın başyapıtlarının afişleri sergileniyooooor

Midesi eli kimin cebinde belli olmayan dizilerden allak bullak olanlaaaar

Sergiye buyursunlaaaaaar

:)

Haber:

Ataköy AirportOutlet Center, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Kütüphane işbirliği ile gerçekleştirilen film afişleri sergisinde ilk renkli Türk filmi olan Muhsin Ertuğrul imzalı “Halıcı Kız” filminin afişi de yer alıyor. Sergide 1960-70 ve 80’li yıllara damgasını vuran ve bir çocuğumuzun çocukluk ve gençlik yıllarında kimi zaman kahkahalarla kimi zamanda göz yaşları içinde izlediğimiz 100’e yakın filmin afişi yer alıyor. Sergilenen afişler arasında Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın başrollerini üstlendiği “Selvi Boylum Al Yazmalım”, Kemal Sunal’ın ”Ortadirek Şaban ve Salako ”Fatma Girik’in”Boş Beşik”,”Şöför Nebahat”, “Yılanların Öcü”, Hülya Koçyiğit’in “Susuz Yaz”, Şener Şen’in “Züğürt Ağa”, “Arabesk” Zeki Alasya-Metin Akpınar’ın, “Aslan Bacanak” “Petrol Kralları”;Müjde Ar’ın “Salvar Davası” “Teyzem”, “Fahriye Abla” gibi afişleri de var. . Ataköy Airport Outlet Center’daki sergi 15 Aralık 2009 tarihine kadar ücretsiz olarak gezilebilecek.

29 Kasım 2009

ACI HAYAT (1973)



"Cüneyt Arkın'ın dünyayı kurtarmadan önce Filiz Akın'la çevirdiği acıklı bi Türk filmi. Kerem ile Ebru isimli iki genç birbirine aşıktır lâkin öğrenirler ki düşman aile çocuklarıdır. Olmazdır. Napıcaklardır? Beraber intihar edip huzuru ölümde bulacaklardır."

(Ekşi sözlük- very irish person)
:))

Evet kısaca filmin konusu bu.

Geçenlerde TNT filmi verince keyifle zilyonuncu kez tekrar izledim. Oh iyi yaptım.

Fuat Özlüer'in senaryosunu yazdığı ve Orhan Aksoy'un yönettiği 1973 yapımı filmde başrolleri Cüneyt Arkın ve Filiz Akın paylaşıyor. Cüneyt Arkın'ın melodram filmlerine bayılan biri olarak, Akın&Arkın ikilisinin bir diğer sevdiğim filmi de Küçük Sevgilim'dir eklemeden geçmeyeyim dedim.

Gelelim konuya;

Çeşitli zamanlarda sürekli yolları kesişen Ebru ve Kerem (misal Cüneyit abim ormanda atla, Filiz ablam orman yolunda arabayla yarışırken, bale gösterisinde, maskeli baloda vs.) sonunda sevgili olurlar. Nasıl da naif bir aşktır onların ki. Evlenme kararlarını ailelerine açarlar, ne var ki iki aile karşı karşıya geldiklerinde efendime söyleyeyim tee 100 yıl kadar öncesine dayanan bir düşmanlıkları olduğu kabak gibi meydana çıkar. Düşmanlığınız batsın deriz seyirci olarak . İki genç evlenmekte kararlıdır, Ebru'nun ailesi (baba rolünde
Atıf Kaptan, anne rolünde Gülistan Güzey) apar topar onu yakınları olan Bahri'ye (Bülent Kayabaş) vermeye kalkışır. Ebru nikah günü ortadan toz olur. Bahri bunu gururuna yediremez bittabi.

Gençler yıldırım nikahıyla evlenir, Ebru'nun kürkle bezeli hoş gelinliği üzerinde olduğu halde soluğu Uludağ'da alırlar. Doğru Otel Beceren'e. (Onun da üstünü sansürlemişler filmde, reklama girer diye. Yine de siz benden duymuş olmayın). Basarlar otelin ziline, basarlar da basarlar (otelin zili mi olur yahu?) , otel sahipleri tombiş Osman abi (
Necdet Tosun) ve tombul karısı Fahriye abla (Mürüvvet Sim) yeni gelen misafirlerini can-ı gönülden karşılarlar. Otel henüz sezon açılmadığı için bomboştur . Mesut (Kayhan Yıldızoğlu) ve Garip (Sami Hazinses) de on parmağında on marifet iki otel çalışanıdır, misal mutfakta sucuk pişirebilmekte, toz almakta, oda temizlemekte aynı zamanda da keman ve akerdeon çalabilmektedirler.

Böyleyken, iki sevgili balaylarını bu sevimli ve samimi insanların yanında mutlu mesut geçirirler. Şarkılar türküler söyler, halay çeker, kadeh kaldırırlar. Derken Kerem şehre giyim kuşam almaya iner. İşte o sırada Bahri , iki adamıyla birlikte gelip oteli basar (onca otel içinde elleriyle koymuş gibi direkt Otel Beceren'i bulurlar hayret). Ebru'yu saçından sürükleye sürükleye arabaya götürmeye kalkışır. Hani o alışkın olduğumuz "dağa kaldırma" olayı burada "şehre indirme" biçimde vukû bulur. Tam Ebru'yu arabaya atmışken, Kerem çıkagelir. Bahri gözünü kırpmadan Kerem'i vurur. Kerem 3 kurşun yarası alır almasına ama her bir kurşunda ayağa kalkar, şöyle bir döner düşer, kalkar, döner düşer... sonunda yığılır.

İşteee, bundan sonrası acı. Ebru sinir krizi geçirir. O halde bile Bahri öküzü kızın ırzına da geçer. Ebru kafayı sıyırır; ki Kerem'i de öldü sanmaktadır. İlerleyen sahnelerde Ebru'yu , bahçesinde Rodin'in "Düşünen Adam" heykelinin bulunduğu ünlü Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinde bir hücrede görürüz. Tedavi adına tüm kılcal sinirlerini varana da yakarlar (kılcal sinir :) sevdim bunu) . Başından elektrik verirler, ok işaretine benzer bir çarmıha gerip döndürürler... Böylece zihni allak bullak olur. O sinirlerini yaktıradursun, Keremcik de bir başka hastanede tedavi görmektedir. İki sevgili de kendinde olmadıkları anlarda birbrilerinin isimlerini sayıklarlar. (Meraklısına; sinir tedavisine benzer bir sahneyi Sonbahar Rüzgarları filminde Türkan Şoray'a da yaparlar).

Sonunda Ebru, Kerem'in aslında ölmediğini öğrenir. Kerem'in de yaraları iyileşmeye yüz tutmuştur. Bandajlar daha üstündeyken kolundaki serumu koparır atar, hemen yanıbaşındaki askıdaki elbiselerini giyer ve hastaneden fırlar, sevgilisini bulur. (Ben de hastanede yattım abicim ama hiç serumu çıkarmaya cesaret edemedim, ayrıca giysilerimi de dolaba çekmeceye koymuşlardı :)... Demek istediğim anlattığım bu sahne bir Türk filmi klişesidir arkadaşlar).

Ebru, Kerem'e tecavüze uğradığını söyleyince, Kerem gider Bahri'yi vurur. İki aşık için atî artık karanlıktır. Kavuşsalar ne olacaktır. Ebru'nun mapushaneye don atlet fanila götürecek takâti zaten yoktur. En güzel yol birlikte ölüme gitmektir.

Şimdi dalgayı kesiyorum. Filmi her izlediğimde ben bu sahnenin içtenliğinden, sıcaklığından çok etkilenirim. Aşıklar, balaylarını geçirdikleri Uludağ'a giderler. Otelin önüne geldiklerinde arabadan çıkmaz, dondurucu soğuk onların bedenine tatlı bir sıcaklık verinceye dek birbirlerine en güzel sözleri fısıldarlar. Sabah olduğunda artık o arabada iki aşığın birbirine sarılmış cansız bedeni bulunmaktadır sadece.

Of be... Gene tüylerim diken diken oldu. Fırsat bulursanız izleyin derim, kaçırmayın.

27 Kasım 2009

Bayram Ola :)



Çilek'in Dünyası tüm inananların Kurban Bayram'ını en içten çilekleriyle kutlar efendim :)

İyi Bayramlar...



Bayram hediyesi olarak size Sevda Aktolga'nın sıcacık gülüşünü verebilirim diye düşündüm :)
İçim daha da açılsın diyorsanız facebookda Sevda Aktolga grup sayfasını adres gösteriyorum.

Not: Sadece telefonla ulaşanlara kızmayalım, yarım elma gönül alma... Mesaj atanları ise kaynar kazana atın gitsin :)

25 Kasım 2009

ON DAKİKA ARA

Benim için, ülkedeki en güzel en kapsamlı sinema sayfası olan Yeni Şafak Sinema Sayfası'nın editörü değerli ağabeyim , sinema yazarı Ali Murat Güven sağolsun bendeniz Çilek'in kendi halinde blogu Çilek'in Dünyası'nı yine taltif etti. Çok da haketmediğim (tembellikten haa başka bişeyden değil) bu latif hediyeyi tabi ki sizlerle paylaşmak ayrı bir zevk, orası kesin :)

Ali Murat Güven diyor ki, Çilek'in Dünyası'nı SIK KULLANILANLARA EKLE

Sitenin Adı: "NOSTALJİK TÜRK SİNEMASI / ÇİLEK'İN DÜNYASI"

İnternet Adresi: http://cilekindunyasi.blogspot.com/

Kurucusu ve Yürütücü Ekibi: Dilek Gürses

Kuruluş Tarihi: Şubat-2007

Uzmanlık Alanı: Ağırlıklı olarak 1960'lar ve 1970'ler dönemi Türk filmleri... O dönemin oyuncu, yönetmen, yapımcı, kameraman ve senaristlerine dair tanıtıcı yazılar... Unutulmayan Yeşilçam başyapıtlarının özgün afişleri ve lobi fotoğrafları... Seyircinin asla göremediği, çoğu kameraların gerisinde yaşanmış hoş anlara dair ilgi çekici anekdotlar ve hatıralar...

En Önemi Özelliği: Benzerlerinden farklı olarak, sadece kuru kuruya konu aktarımına başvurmadan, nostaljik Türk filmlerinin öyküleri, replikleri, yönetmen, senarist ve oyuncularına ilişkin olarak vaktiyle gözlerden kaçmış küçük ayrıntıların esprili bir dille sunumu... Okurlarından gelen soru, istek ve bilgilendirmelerle sürekli zenginleşen bir içeriğe sahip olması...

Ali Murat Güven'in Kısa Yorumu: İnternetteki sinema sitelerinin en kendine münhasır olanlarından biri… Klasik dönem Yeşilçam'ına tutkuyla bağlı genç ve çalışkan bir sinemasever hanımın (Sanal âlemde "Çilek" lâkabıyla tanıdığımız sinema tarihi araştırmacısı Dilek Gürses) gayretleriyle ortaya çıkan, kendine özgü bir dil ve duruş oluşturabilmiş nadir adresler arasında yer alıyor. Üstelik, henüz iki buçuk yaşında olmasına rağmen, bu kadar kısa bir sürede öylesine popüler olmayı başardı ki yalnızca Türk sineması meraklıları tarafından değil, ele aldığı dönemlerde zirvede olan profesyonel oyuncu ve yönetmenler tarafından da dikkatle takip edilmekte…


Reklamları dinlediniz, şimdi ne yapıyoruz, dağılıyoruz :)

22 Kasım 2009

"Türk Filmi İzlemek İstiyorum, Hemen" diyenler için

Yazılarımdan birine gelen bir yorumda tanıdım Urfalıyı . Az önce hem de. Yeşilçam seven bir kimse olarak birşeyler yapmaya çalışmış ki; buna amme hizmeti dedim ben. Özetle; Türk filmlerinden oluşan bir arşivi var(o arşiv genişlerse sevinirim :)) , onları türüne göre de ayırmışlar. Dilerseniz "tür"den dilerseniz alfabetik sıradan aradığınız filmi buluyor , tıklıyor ve izlemeye başlıyorsunuz.

Açıklamasında şöyle demişler :" Bir fikirden doğan site, neden eskisi gibi filmler yapılamıyor, o kadar imkan olmamasına rağmen yeşilçam ne harika filmler çıkarmış...
Sitemiz, tekrar yeşilçam hatırasını canlandırmak için yayın hayatına geçip bu eksikliği bir nebze de olsun azaltma çabasındadır.

Filmlerin telif hakları olup, her hakkı yapım şirketlerine aittir.
Biz site olarak, sadece filmlerin linklerini almışız. Sunucumuzda filmler mevcut değildir. Video.google, video.yahoo, youtube, megavideo vb gibi sitelerden alıntı yapılmıştır.

Filmlerle ilgili şikayetleri bu video sitelerine yapınız, filmlerden sitemiz sorumlu tutulamaz.

Sitemizde; müstehcen, adult, erotik filmler yoktur..."

Ben de aynen aldım, size iletiyorum.

şimdi hemen gidip kendime bir film seçeyim :))

Sen de tıkla ve izle http://www.myurfa.com/


25 Ekim 2009

KISKANÇ KADIN

Ohhhh....beeeeeeeeeee....

ya da

Ohhhhh... öldüm :)

Nasrettin hocanın kepçe kaşık davası gibi hem de. Uzun süredir uykuya yenik düştüğümden, haftasonu sabahları erken kalkıp bünyeyi eski Türk filmleri ile kuvvetlendiremiyordum. Bu sabah kış saati uygulamasına geçilmesinin yaşattığı torpille 3 türk filmini (Kıskanç Kadın, Şenlik Var, Doktor) arka arkaya izledim. Bünye zıpkın gibi oldu maşallah :)


Kıskanç Kadın
Yönetmen: Osman Nuri Ergün
Senarist : Osman F. Seden
Yapım: Akün Film (İki Osman'dan ötürü bir Osmanlı filmi de diyebiliriz :))

TRT 1'de 1966 yapımı KISKANÇ KADIN adlı filme rastladım, ki uzun süredir hep aynı filmleri veren TRT'de yeni gösterilen bir nostaljik yapıta rastlamak da şansdı benim için.

Efendim... Filmimizin baş aktörü Cüneyit abimiz, baş aktristi de Hülya Koçyiğit. Daha geçen hafta ikilinin oynadıkları İstasyon (1977) filmini izlediğim için , sinemadaki ilk yıllarında çekmiş oldukları bu filmi ayrı bir gözle seyrettim.

Cüneyt Arkın'ın can verdiği (daha sonrasında boynuzlandığını anladığımız) yakuşuklu ve ketum insan Kemal Seden, adını filmin senaristi Osman F. Seden'in oğulcuğu Kemal'e geçtiği bir kıyaktan alıyor zannımca. (Kemal Seden o sıra daha 3 yaşında, bunu biliyor mıydınızzz? I ıh... tahmin etmiştim zaten :P) . Bir de Osman F. Seden'in Kemal Film diye şirketi var biliyorsunuz.

Neyse konuya geçeyim. İngiliz yazar Daphne Du Maurier' ın "Rebecca" adlı romanından esinlenerek senaryolaştırılmış film. Kemal, yakışıklı ve zengin , hoş bir duldur. Neden ? Çünkü 3 yıl kadar önce karısı Sevda bir deniz kazasında ölmüştür. Adam hem hoş, hem zengin ve üstelik de dul olunca cemiyet hayatının (bayılırım şu kalıba da ha :)) önde gelen kız kuruları (!) Kemal'in kalbini çalmaya çalışmaktadır. O kuru kızlardan biri de rahmetli Suna Pekuysal'ın canlandırdığı Rukiye'dir. ( Yaa... cemiyet hayatından olup da adı Rukiye olan var mı yaaa, sanırım bu da Osman Seden amcamızın bir yakını olabilir. Olabilir mi ? Olabilir olabilir.)

Kemal cancağızım Rukiye bacımıza bakmadığı gibi, Rukiye'nin annesinin (Mualla Sürer) katibesi Nevin'le (ne uzun cümle oldu be, üstelik devrik de değil :P) ilgilenmeye başlar. Nevin ? Hülya Koçyiğit canım. Sen nasıl olur da cemiyet hayatının asil kızlarından Rukiye ile değil de paçooozzz, alt tabaka insanı Nevin'le aşna fişne edersin deyu, kızı bi güzel kovar annesi. Kemal bunun üzerine Nevin'le evlenir ! Çok mu çabuk oldu :) Evleniyorlar yani bu olayın sonucunda. Geliyorlar aşk yuvalarına. Transilvanya'da bir şatoya desek daha doğru :)

Efendim o nasıl kasvetli bir evdir, evin hizmetçileri ölen hanımlarına nasıl da bağlıdırlar hayret yani. En güzel sürpriz ise, burada da karşımıza en kurusundan bir kızın daha çıkması. Perihan (Çolpan İlhan) isimli mürebbiye kılıklı kız kurusu da aslında Kemal beyimize yanıktır da, Kemal beyimiz göstermektedir ama vermemektedir adeta (ahahahaha, nasıl bi tariftir bu yaw?). Yani Kemal beyimizin soluk alışı bile Perihan bacımızı delirtmektedir. O derece.

Gel gelelim taze gelin Nevin, bir türlü kendisini bu evdeki hizmetlilere ve Perihan'a kabul ettirememektedir. Vazoya gül koysa azar işitmekte, pikapta plak dinlese dinlediği plak kocası tarafından parça pinçik edilmektedir. Neden? Çünkü yaptığı her şey ölen eş Sevda'yı hatırlatmaktadır Kemal'e.

Meğer işin içinde iş varmış sevgili okur, onu da filmin son 15 dakikasında öğreniyoruz. Ölen Sevda, dayımın oğlu diye aşığı Necmi'yi (Orhan Elmas) eve almakta, cemiyet erkekleri tarafından Rita Hayworth muamelesi görmeye bayılmaktadır. En sonunda Kemal'in canına tak eder ve Sevda'yı altı kurşun ile (rakamla 6) öldürür. Dikkatli seyirci, Sevda'nın kurşunları yerken hiç hareket etmediğini gözden kaçırmaz. Bilirsiniz bizim filmlerde insanlar hemencecik ölmez, önce 2 takla atar, yere düşer, tekrar kalkar, sonra bi daha düşer, yetmedi karakola kadar gider, olmadı yere kanla katilin adını yazarlar demi? Ama Sevda öyle yapmıyor. Çünkü meğersem zaten Kemal içeri gidip komodinden tabancayı alana kadar çoktan ruhunu teslim etmiştir. Neden biliyor musunuz ? Asla bilemezsiniz. Kalp sektesinden değil, zatülcenpten de değil. Rahim kanserinden abicim. Yeaaaaa ... Şaşırdın demi, şaşırdın şaşırdın :) İşte Türk filmi adamı böyle çarpar :)))

Sonracığıma Kemal, karısının katili olduğunu düşüne dursun, aslında Sevda'nın ölüm nedeni, Perihan'ın ona vurduğu 3 dozluk morfin yüzündendir. Zaten mahkeme salonunda son anda ortaya çıkan Dr. Hikmet Kuntay (Muammer Gözalan) 3 doz lafını duyunuca "hiiiiii"der , "3 doz mu vurdun, bir saat bile yaşayamaz o dozla) deyiverir.

İşte efendim, Kemal'i son anda ipten almak Nevinciğin çabaları sayesinde gerçekleşir, çünkü Nevin'in içinde öyle bir his vardır ki, tam da şurasında yani, Kemal asla katil olamaz.

Bu arada, Sevda'nın yüzünü bir türlü görmeyiz, hep arkadan görürüz onu. Kim canlandırmıştır, fikrim yok. Güzel filmdi be.

Son not: Bu yazıyı yazarken had safhada keyifliydim, ne bir şey içtim ne de yuttum, arka arkaya 3 filmden sonra biraz çarptı galiba, hepsi bu :))

11 Ekim 2009

Halit Refiğ'in Vedasıymış Meğer Bugün

1934 yılında İzmir'de gözlerini dünyaya açan Usta yönetmen Halit Refiğ, bu sabah 75 yıl dolu dolu yaşadığı hayata İstanbul'da veda etti.

Ortalama bir sinema ve televizyon izleyicisi daha önce de bahsettiğim gibi, hoşuna giden , sevdiği filmlerin dizilerin yönetmenlerinin kim olduğunu bilmez, merak da etmez aslında. Filmleri bize en çok sevdiren oyunculardır. Oysa ki; oyuncuyu yöneten yönlendiren göz olmadıkça bizim o filmleri sevme ihtimalimiz çok azdır.

Gurbet Kuşları'nı sevdim, kedisi Olcay'a ölümünden sonra kimin sahip çıkacağını dert edinen Olcay Hanım'ın ölüm korkusunu anlattığı Hanım'ı sevdim , Karılar Koğuşu'nu; Kemal Tahir'i, Tözey'i, Hanım Kuzu'yu tanıdım ve sevdim, Teyzem Üftade'yi, Kurtar Beni'deki İmam Salih (Talat Bulut) ve Ayten'i (Gülşen Bubikoğlu) sevdim, işkence sahnesi ile gece rüyalarıma giren Leyla ile Mecnun'u sevdim, final sahnesi ile beni ters yüz eden O Kadın'ı sevdim, bebe kaynını büyütüp koca edinecek Sultan Gelin'i sevdim, Perihan ve Ömer'in Kırık Hayatlar'ını sevdim, göklere tutkuyla bağlı Şafak Bekçileri'ni , gülümseten Evcilik Oyunu'nu , Bir Türk'e Gönül Verdim diyen Eva'yı sevdim. Eser sahibi olduğu Fatma Bacı'yı (Gülsüm Ana) sevdim... hasılı...tüm bu filmleri, oyuncularını, mekanlarını sevdim... siz de sevdiniz . Halit Refiğ sevdirdi.

Bu sabah Halit Refiğ, sonsuzluğa açılan kapıdan girdi, yolu aydınlık olsun dilerim.

Sevenlerinin ve Türk sineması severlerin başı sağolsun.

5 Ekim 2009

Otomobil Uçar Gider VEYA Bas Gaza Aşkım Bas Gaza !

Merhabaaaa :)

Yaz aylarını aylaklık ve temebellikle geçiren Çilek Hanım, blog okuyucularının dürtüklemesi ile güzellik uykusundan uyanmaya karar verdi.

Farkındayım çok boşladım blogumu lakin , aylaklığıma eşlik eden yılgınlık ve az buçuk sağlık problemlerinden ötürü, elim birşeyler yazmaya varmadı bir türlü, sürekli takip eden okuyuculardan özür dilerim.

Geçenlerde posta kutuma hoşbir ileti geldi. İletinin sahibi Serkan Okay bey, eski olan herşeye tıpkı benim gibi özlem duyduğunu belirttikten sonra , bir başka alanda; klasik otomobiller ile ilgili bir site (KlasikOto) yönettiğinden bahsetmiş.

Bahsetmekle kalmamış ve Yeşilçam'da klasik otomobillerin yer aldığı filmlerden yakalanmış bazı kareleri de göndermiş. Blogdan arada sırada araklama yapacağını ifade ettiğinden, kaynak belirtmek kaydı ile dilediği kadar araklama yapabileciğini (:P) söylemiştim. Sağolsun kendisi benim gibi kılkuyrukluk yaparak yaklaşmamış konuya , fotoğrafları kaynakbelirtmeden de dilediğinizce kullanabilirsiniz demiş:)

Utandım mı peki? Yuuoooo :)

İşte mesaj kutuma düşen ve beni taaa nerelere götüren otomobil konseptli Yeşilçam kareleri. Ki...ki otomobilin ne marka olduğunu de iliştirivermiş Serkan Bey, sağolsun varolsun :) Klasik Oto sitesinde sizi daha ne fotolar bekliyor ne fotolar, onu da söyleyeyim:)







Cüneyt Arkın , Selda Alkor ve Pontiac.






Ayhan Işık, kendine ait 1956 model Buick otomobilinin başında





Kartal Tibet , Mercury'e binerken.






1957 model Chevrolet... Altın Çocuk Göksel Arsoy esas kıza ya aşkını ya da nefretini Kız Kulesi fonunda itiraf ederken.





1959 model Plymouth . Tahminim o ki; kare 1963 yapımı Maceralar Kralı filminden, janti şoför Ayhan Işık.






1959 model Ford Convertible... Üstü açılıp kapanıyor vaaooov :) filmi çıkaramadım, şoför koltuğunda Ayhan Işık abimiz :)






1955 model Belair Convertible... Küçük hanımefendi serisi filmlerinden biri... Önde Ayhan Işık, Belgin Doruk ve seçebildiğim kadarı ile Hulusi Kentmen :)





1958 model Chevrolet Belair... Muhtemel arabadakiler de Filiz Akın, Ediz Hun ve İlker İnanoğlu. Şimdi dikkatimi çekti, bu film 1971 yapımı . 13 yaşındaki arabayla son moda film çekmişler iyi mi?







1958 model Chevrolet Belair... filmde şey, Ayşeciğin Sevgili Babam filmi... karede görülen rahmetli İhsan Yüce... hani başındaki şapkasını kapıp şaka yapıyorlardı ona.







1960 model Chevrolet Belair ... Sadri babanın sandalda bulduğu minik bebeğin karnını kuru fasulye pilav ile doyurmaya çalıştığı güzelim Afacan filminden bir kare :)

20 Eylül 2009

Bayram Ola...


Çilek'in Dünyası olarak tüm inananların Ramazan Bayramı'nı en içten çileklerimle tebrik ederim.


10 Eylül 2009

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları- 17




27 yaşındaki Türkân Şoray, 34 yaşındaki Kartal Tibet ve 32 yaşındaki Murat Soydan, o dönem çok ses getiren, 1972 yapımı Zulüm filminin setinde kol kola girerek bu pozu vermişler.

Birbirlerine tanıştıkları gün aşık olup aynı gün nişanlanan Ayla ve Tarık'ın kaderi ,Tarık'ın bir uçak kazasında tek elini kaybetmesiyle tümüyle değişir. Tarık, Ayla'dan kaçtıkça bambaşka bir şekilde Ayla ile yan yana gelecektir; onların aşkından bihaber ağabey Kerim (Murat Soydan) de Ayla'ya abayı yakar. Gazino patronu Kerim, bütün ihtişamına, gücüne rağmen Ayla'nın kalbini fethedemez, iki erkeğin kardeş olduklarını anlayan Ayla ise ne yapacağını bilmez haldedir. Sonunda Tarık'ın ondan kaçmasına sebep olan engeli, Ayla'nın seve seve bir elini feda etmesine neden olacaktır.

Yani ne anlıyoruz, aşk, organlarımızdan üstündür :)

Uzun lafın kısası, çok güzel bir film, Nesrin Sipahi'nin sesinden duyduğumuz çok güzel bir şarkıya da sahip, Filmde Sultan'ın giydiği sarı kostüm o dönemin parası ile epey paraymış; ki Sultan her filminde giydiği kıyafetleri kendisi temin edermiş.

Filmin kötü karakterini canlandıran Murat Soydan, geçirdiği kalp rahatsızlığından dolayı yoğun bakımda tutuluyor şu an, kendisine ve bu vesile ile aynı zamanda usta yönetmen Halit Refiğ'e Allah'tan acil şifalar diliyorum.



25 Ağustos 2009

Gidenlerden

İçinde bulunduğumuz Ağustos ayı, Yeşilçam için adeta bir yaprak dökümü oldu.

Geçtiğimiz günlerde vefat eden Aykut Oray'dan sonra, Pazar günü vefat eden Usta yönetmen Yücel Çakmaklı...

Sami Hazinses'in yedinci, Suphi Kaner'in kırk altıncı ölüm yıldönümü.

Zaman akıyor, zaman akıp gidiyor, bir Yücel Çakmaklı, bir Sami Hazinses, bir Suphi Kaner, bir Aykut Oray gelip geçiyor...

24 Ağustos 2009

Yücel Çakmaklı'yı Kaybettik



Güzel ve sakin geçen bir günün sonunda, akşam üzeri açtığım televizyon tadımı kaçıracak, sakinliğime biraz daha suskunluk ekleyecek acı bir haber verdi. Yüzel Çakmaklı vefat etmiş.

Genelde Türk sinema izleyicisi meraklısı hariç, izledikleri filmlerin adlarını, başrol oyuncularını bilir de, yönetmeni kimdir, senaryosunu kim yazmıştır bilmez. İhtimal vermem oldukça güç lâkin Yücel Çakmaklı adını bilmeyen bir sinema izleyicisi Minyeli Abdullah'ı, Aliş ile Zeynep'i, Küçük Ağa'yı, Hacı Arif Bey'i, Kuruluş'u, Memleketim'i, Oğlum Osman'ı, Diriliş'i, Birleşen Yollar'ı illa ki biliyordur. Hem de öyle hayal meyal değil, gözünü kapadığı an kanlı canlı şekilde hatırına getirebiliyordur.

Milli Sinema akımının öncüsü, usta yönetmen Yücel Çakmaklı , Temmuz ayında geçirdiği by pass ameliyatından sonra enfeksiyona bağlı septik şok nedeniyle dün hayatını kaybetti.

Usta yönetmen, yarın (25 Ağustos) Fatih Camii'nde öğlen namazını müteakip kılınacak cenaze namazı sonrası son yolculuğuna uğurlanacak.

Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.

20 Ağustos 2009

Gidenlerden


Tiyatro ve sinema sanatçısı Tuncer Necmioğlu'nun aramızdan ayrılışının üçüncü yıl dönümü bugün. Birçok film ve dizide rol alan sinemamızın karakter oyuncularından olan Necmioğlu , 1990 yılında 27. Antalya Film Şenliği’nde Karılar Koğuşu adlı filmdeki, 1992 yılında 29. Antalya Film Şenliği’nde de Yağmur Beklerken filmindeki rolleriyle "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödüllerine layık görülmüştü.

Çoğunlukla kötü adam olarak yan rollerde gördüğümüz Necmioğlu'nun hemen aklıma gelen filmlerinden bazıları, Kuduz, Sivri Akılllılar, Aslan Bacanak, Malkoçoğlu serilerinden birkaçı.

Ustayı saygıyla anıyorum.



12 Ağustos 2009

En Sevimli "Katil" Aramızdan Ayrıldı


Türk televizyonlarında en uzun süre yayınlanan dizi rekoruna sahip "Bizimkiler" dizisinin Katil Yavuz'u Aykut Oray abimiz de sessiz gemiye binerek bizlere veda etti.

Tiyatro ve sinema oyuncusu Aykut Oray'ın kendi ağzından özgeçmişi:

13 Ekim 1942’de İstanbul - Üsküdar’da doğdum. Babam Afyon – Dinar, Annem Muğla – Milas doğumludur. İlkokula, Buca Çaka Bey İlkokulunda başlayıp, Ödemiş Zafer İlkokulunda bitirdim. Ortaokula, Ödemiş’te başlayıp Manisa’da bitirdim. Liseyi, 1957 yılında Babamın ölümünden sonra Ödemiş’e döndüğüm için burada bitirdim. Üniversiteyi İstanbul’da okudum ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Ön Asya Dilleri ve Kültürleri bölümünden mezun oldum. Yüksek Lisansımı Hititoloji üzerine yaptım. 1961 yılında tiyatroya, İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Gençlik Tiyatrosu’nda başladım. 1963’te profesyonel oldum ve 50’yi aşkın oyunda rol aldım. 1975’te askerlik sebebiyle oyunculuğa ara verdim. Askerlikten sonra evlendim ve ticaretle uğraşıp, kendi işimi kurdum. 1988’de “Perihan Abla” isimli dizide birkaç bölüm rol alarak oyunculuğa geri dönüş yaptım. 1989’da BRT Kanalında öğle kuşağındaki “Halk Matinesi” programının sunuculuğunu yaptım. Sonra sırasıyla Çalışmalarım Sayfasında Sıralanan çalışmaları yaptım.. Şu sıralar, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema - Televizyon bölümünde ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi Sinema – Televizyon ve Konservatuar bölümlerinde “Öğretim Görevlisi” olarak çalışmaktayım.. Halen evli ve 2 çocuk babasıyım.

Merhumun cenazesi 13 Ağustos perşembe günü saat 10:00'da Kadıköy Caddebostan Kültür Merkezi'ndeki törenden sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii'nde kılınacak öğlen namazını müteakip Çengelköy Mezarlığına defnolunacktır.

Ailesinin ve sevenlerinin başı sağolsun.

Not: Özgeçmişi sinematv.msmcihangir.com sitesinden alınmıştır.

8 Ağustos 2009

KAMBUR


"İnsanların kusuru yüzünde değil, yüreğindedir."

Fatma Girik ve Kadir İnanır'ın başrollerini paylaştığı 1973 yapımı bu filmi izlemek bugüne nasipmiş.

Bir kimseyi ona gözlerinizi verecek kadar sevebilir misiniz? Sevdiğinizi bir daha hiç görmemeyi, sesini duymamayı ve ona dokunmamayı da göze alarak, bunu yapabilir misiniz? Doğuştan kambur, horlanan, arkasından çağanoz diye bağrılan Azize, sevdiği adama gözlerini seve seve veriyor.

Kaybedecek bir şeyi olmayanların gözleri mi daha kara oluyor veya gerçekten aşk insana herşeyi yaptırmaya kadir mi bilmiyorum.

Kambur, bir ada filmi. Hikaye Ayvalık'ta ve ona yakın bir adada geçiyor, muhtemel ki Cunda'dır; adanın adını film boyu öğrenemiyoruz. Ada, önemli bir obje filmimizde; kahramanımız Azize, balıkçı babası ile birlikte yaşamaktadır, kamburundan dolayı sürekli erkek gibi giyinmektedir, görüntüsü de oldukça hoyrattır, ağ dikmekten elleri nasırlaşmıştır hatta. Azize herkesten uzak, bir başına, denizin ortasında yapayalnız bir ada gibidir. Ona ulaşması oldukça zahmetlidir, ulaşınca da bir ada kadar gizemli ve güzeldir içi, dışı da... farkında değildir. Onu adada dışlamayan sadece babası ile Tasula ablasıdır.

Hayatı boyunca hiç sevilmeyeceğine, beğenilmeyeceğine kendisini iyice inandırmıştır Azize, mutlu olduğu tek yer rüyalarıdır. Rüyalarının bir prensi vardır, beyaz atıyla karşısına çıkıp onun elinden tutan bir prens.

Günün birinde, rüyalarını süsleyen o prensi kanlı canlı karşısında görünce adeta nutku tutulur. Çünkü kemancı olan Ali, kördür. Tanışırlar. Zaman içinde Azize, Ali'nin gözü kulağı herşeyi olur. Ali de aşıktır Azize'ye, tek bir arzusu vardır, Azize'yi görebilmek. Onu görebilmesi, ona birilerinin gözlerini bağışlaması ile mümkün olacaktır ancak.

Tahmin edeceğiniz üzere, o birisi elbette ki Azize'dir. Ali'nin annesiden yemin alır; Ali asla, ona gözlerini bağışlayanın Azize olduğunu öğrenmeyecektir. Ali'nin gözleri açılırken, horlandığı adaya gözlerini kaybederek dönen Azize, ismi gibi bir azize olarak karşılanacaktır adada artık.

Ali, Azize'yi bulmak için adaya gelir, herkes tembihlidir, Azize, Ali'nin hayalindeki gibi kalacaktır, asla karşısına çıkmayacaktır. İstediği gibi de olur, Ali'nin bindiği vapur adadan ayrılırken, Azize de kendisini sulara bırakır.

Başarılı oyunculardan oluşan bir kadrosu var filmin, Fatma Girik çok başarılı ama en güzel performansı Azize'nin babası rolündeki İhsan Yüce gösteriyor. Erkek kıyafetleri ile görmeye alışkın olduğu kızını elbise ile gördüğünde "meğer ne güzel bir kızım varmış" deyiverir. Hemen anlar kızının bir erkeğe gönül verdiğini. Aşkına sahip çıkması için onu yüreklendirir. Ne onları dışlayan ada halkı umurundadır ne de başkası. Kızının mutlu olması hayatta en çok istediği şeydir. Ne yazık ki Azize'yi ansızın bırakıp gidecektir o da.

Etkileyici bir konuya sahip olmasına rağmen, gerçeklikten de bir o kadar uzak bir film bana göre. Beğendim mi? Beğendim. Benzer bir film izledim mi hiç ? İzlemedim. O zaman buna da yarabbi şükür diyor ve size de izlemenizi tavsiye ediyorum.

Kaldı ki, iyi roldeki Suzan Avcı ve mavi gözlü bir Kadir İnanır nasıl olurmuş görmek isteyenler hiç kaçırmasın derim.

Yönetmen: Atıf Yılmaz
Senrayo : Ayşe Şasa, Erdoğan Tünaş

7 Ağustos 2009

YAZ BEKARI



Güneş doğmadan yağmurlu bir İstanbul sabahına uyanmışken, can sıkıntısından değil sıcaktan bunalmışken, Göksel eşlik ederken kulaklığımdan aklıma düştü Yaz Bekarı. Tam da o anın şarkısıydı sanki "Güle güle sana".

Yağmur hiç dinmiyor, her damla keder sanki
Sensiz gün bitmiyor, bu kader benim sanki
Güle güle sana, yolun açık olsun
Güle güle sana, seni tanrım korusun

Akşam gün olmuyor, her an bir asır sanki
Bütün dünyam bitmiş, o ben ben değil sanki
Güle güle sana, yolun açık olsun
Güle güle sana, seni tanrım korusun

Bir ümit ve bir resim hepsi
Bir damla gözyaşı ardından kalan senin
Güle güle sana, yolun açık olsun
Bütün güzel şeyler, hepsi senin olsun

Vasco Rendall bestesine Yeşil Giresunlu'nun yazdığı sözler öylesine yakışmış ki, Selçuk Ural tarafından seslendirilen şarkı 1974 yılının en sevilen şarkılarından olmuş. Çok tutulan şarkı, aynı yıl Osman F. Seden'in yönettiği, Erdoğan Tünaş ve Fuat Özlüer'in senaryosunu ortak kaleme aldıkları YAZ BEKARI filminin final sahnesinde kullanılarak unutulmazlar arasına girmiş.

Bugün Selçuk Ural dendiğinde de ilk akla gelen şarkıdır "Güle Güle Sana". Göksel'in yeniden yorumladığı şarkı son albümü "Mektubumu Buldun Mu"da yer alıyor. Bu yaz çok severek dinlediğim tek albüm zaten bu, tam benlik.

Gelelim filmin konusuna; Esas adam Orhan (Tarık Akan), heyecanını çoktan kaybetmiş vasat bir evlilik sürdürmektedir. Ara sıra gereksiz kıskançlık krizlerine giren, bencil ve babadan zengin karısı Şermin'e (Deniz Erkanat) karşı sevgi kıpırtısı dahi hissetmemekle beraber, onu hayata bağlayan ve oyalayan tek şey oğludur (Murat Koçyiğit).

Karısından şiddetle uzaklaşma isteği duyduğu bir gün, kendisini bir bara atar. Orada küçük bir orkestraya solistlik yapan Leyla ile tanışır. Nedendir kendisi de bilmiyordur ama Leyla'ya kendisini bekar olarak tanıtır. İkisi de birbirlerinden etkilenirler ve bir gönül ilişkisine başlarlar. Gençliğin akan tüm deli kanı bu iki gencin damarlarında adeta raksetmektedir. Harika vakit geçirmektedirler, Orhan uzun zamandır tatmadığı bir heyecanı tekrar yaşamanın zevkini sürerken Leyla da hayatının aşkını bulduğunu düşünmektedir.

Filmin kadrosu oldukça geniş lakin bir yaz filmi olması, gişeye de oynayalım hesapları bu güzelim filme bence bir sürü gereksiz ve bütünlüğünü bozan sahnenin girmesine neden olmuştur. Orhan'ın hayta kayınbiraderi Fikret (Bülent Kayabaş) ile karşılaşmaları, Leyla'nın orkestra arkadaşlarının yapaylığı vs. gibi sahnelerin çokluğu sadece filmi doldurmuş olmak izlenimi yaratıyor bende. Bubikoğlu ve Akan'ın bir çift olarak oynadıkları filmlerin çok sükse yaptığı, birbirine üç aşağı beş yukarı çok benzeyen senaryoların adeta fabrikasyon şekilde üretildiği bir dönemin eseri olan filmi sanırım bu yüzden hep MAHÇUP DELİKANLI ile karıştırırım.

Aşıklarımız aşklarını tam gaz yaşarlarken , Orhan, Leyla'ya bir çatı katı tutmuşken, Leyla , Orhan'ın evli ve çocuklu olduğunu keşfeder ve bu ilişkiye bir son verir. Oğlu olmasa, Şermin'in babasının işi olmasa, o olmasa bu olmasa, dünyada tek gerçek aşk olsa, aşk karın doyursa Orhan herşeyi bir kalemde silebilse bile, Leyla aksine izin vermez. Severek ayrılmak dediğimiz durum yaşanır. Yağmurlu bir gün Orhan koşa koşa Leyla'sının yanına gider ama çoktan gitmiştir. Selçuk abimiz başlar fondan: "Yağmur hiç dinmiyor, her damla keder sanki..."

İşte böyle be.

Not: Filmin çocuk oyuncusu Murat Koçyiğit'in afişte ismi yer almıyor; kendisini 1975 yılında çevrilen Nereden Çıktı Bu Velet filminde görüyoruz.
Ayrıca afişte bir de tuhaflık var ki, Gülşen ablamızın elinde bir tabanca görüyorum ve n'alaka diyorum. Filmde tabanca falan yok. İşin doğrusu afiş, başka bir filmin afişinden kırpılıp yapılmış o da tahminimce hiç sevemediğim Ah Bu Gençlik (1975) filminden alınma. 74 yapımı Yaz Bekarı, 75yılında vizyona girmiş de...

3 Temmuz 2009

Kemal Sunal'ı Özledim


Çocukluğumdan beri sevdiğim, bütün filmlerini ezbere bildiğim , bugün de filmlerini keyifle izlediğim Kemal Sunal, aramızdan ayrılalı dokuz yıl olmuş.

Kemal Sunal benim hayatıma ben daha 7-8 yaşlarındayken girdi. O yaşımda hayrandım ona, o yaşımda çokça filmini seyretme imkânı buldum, o yaşımda babama video alırken "inek şaban filmi al baba noluuur" diyerek baskı kurdum; hoş kurmama gerek yoktu çünkü biz ailecek Kemal Sunal'ı çok severdik. Babamın da annemin de filmlerini izlerken kahkalarla güldüklerini hatırlarım. Gündelik hayatımda bile onun repliklerini kullanırdım, hatta piyano tuşlarında amatörce ilk çalmayı öğrendiğim şarkı ŞARK BÜLBÜLÜ filminde seslendirdiği "Maden dağı dumanlıdır" türküsü olmuştu. Bu türküyü Sunal söylüyor ve ben de çalabiliyorum diye çok sevinmiştim, önemli bir olaydı benim için.

Çocukluğumda beni çok etkileyen , kişiliğime sayelerinde farklı özellikler kattığım ; ki ben onları hep taklit ederdim; sinema oyuncuları arasında Kemal Sunal'ı rahatlıkla en başlarda sayabilirim. Komediyi, gülmeyi, espri yapmayı onların sayesinde sevdim ben.

Bazen çocuklarımın, benim için çok önemli karakterler olan bu insanları tanıyamayacaklarına çok üzülürdüm. Barış Manço giderken, ilk oğluma hamileydim. Bugün her iki oğlum da Barış Manço kim biliyorlar, şarkılarını dinliyorlar, Manço'yu seviyorlar. Kemal Sunal da aynen öyle, bizim evimizde bilinir, sevilir. Sunal'ın filmlerini bugün çocuklarımla birlikte izlerken, benim onu tanıdığım yaşlarda olan oğullarımın yüzlerindeki mutlu ifadeyi görmek beni hemen kendi çocukluğuma götürür, çok mutlu olurum.

Bir laf vardır ya hani, sen beni güldürdün Allah da seni güldürsün denir. Kemal Sunal, seni beni , annemi, babamı, kardeşimi, eşimi, çocuklarımı mutlu ettin, güldürdün, senin de geride kalan sevdiklerin gülsün mutlu olsunlar, sen de yattığın yerde inşallah mutlu rahat ol.

30 Haziran 2009

Gidenlerden



Haziran ayında aramızdan ayrılan iki ünlü sanatçı ; Hüseyin Baradan ve Turgut Özatay...

25 Haziran 2002'de sonsuzluğa adım attığında 75 yaşında olan Turgut Özatay'ın ilk dönem filmlerinde jön olarak rol aldığını, yemyeşil gözlere sahip olduğunu sanırım meraklısı dışında çok az bilen vardır. Nette bulduğum bir kaynakta Türk sinemasında en çok film çeviren 3.kişi olarak bilindiği yazıyordu, doğruluğunu bilmemekle beraber paylaşayım istedim, zira doğru olma olasılığı kayıtlı 488 filmiyle oldukça yüksek.




Yine Özatay gibi İzmir'li bir diğer sanatçı Hüseyin Baradan , 30 Haziran 2004'te hayata veda ettiğinde 72 yaşındaydı. Aslen foto muhabiri olan Baradan, Türk sinemasında kendi adını taşıyan bir filme sahip tek sanatçı; Hüseyin Baradan Çekilin Aradan (1965). Sanatçının "Bu Gözler Neler Gördü" adındaki anı kitabını okumanızı tavsiye ederim.

Ağırlıklı olarak kötü adam rolleri ile tanıdığımız her iki aktörün ruhu şâd olsun inşallah.

27 Mayıs 2009

Acil Şifalar Cüneyt Abi...


Türk sinemasının 72 yaşındaki koca kurdu, Adını Unutan Adamı Cüneyt Arkın boyun sinirlerinin sıkışması sonucu felç geçirdi. Hürriyet gazetesinin haberinde ; Geçmişte oynadığı filmlerde aldığı darbelerin acısının şimdi çıktığına inanan Arkın'ın , fizik tedavi sürecinden sonra evine dönebileceği belirtilmiş.
Allah'tan kendisine acil şifalar diliyorum. Cüneyit abiyi hasta yatağında değil, çok sevdiği atların üstünde görmeyi isterim .
Aslansın sen Cüneyt abi...

Not: Cüneyt Arkın, hastaneden taburcu oldu. Arkın taburcu olurken; Medyada yer aldığı şekli ile felç geçirmediğini, çıkan haberlere de "şerefsizim üzülmedim, o kadar iyiyim ki yarın koşuya çıkmayı düşünüyorum" dedi.

Cüneyit abimizin sağlıklı olmasına çok sevindim, koca kurdumuz bizim o. Aslan aslan :)

21 Mayıs 2009

Sahte Kabadayı

Pist... gel gel... Canın çok sıkılıyor dimi ? Bunaldın, yoruldun, gündem baydı... Biraz soluklanmaya ihtiyacın var ve şöyle 1-2 saatliğine kafanı hiçbirşeye yormak istemiyorsun biliyorum. Adım atsan para, o da malûm. O zaman ne yap et, bu filmi bul izle çekirge :)

Kemal Sunal'ın sinemaya adım attığı ilk zamanlarda yoğunlukla rol aldığı ARZU FİLM yapımlarının yerini 70 lerin ortalarından itibaren Natuk Baytan filmleri alıyor. Sahte Kabadayı da bu filmlerden biri.

Sahip olmadığı özellikleri varmış gibi gösterilen, acemi şansı ile bütün rakiplerini alt eden mecburiyetten kabadayı Kemal'in hikâyesi bu.

1976 yapımı filmin senaryosu Sunal'ın sonrasında rol aldığı Sakar Şakir ('77), Meraklı Köfteci ('76), Avanak Apti ('78) filmlerinin senaristi olan Suavi Sualp kaleme almış.

Mafya babası Şükrü'nün ölümü ile geride bir sürü mal mülk ve yanısıra bol bol haraç toplanacak ağız sulandırıcı bir mıntıka kalır. Şükrü'nün avukatı ne yapar eder mafya babasının kendi halinde bir pişmaniyeci olan oğlu Kemal'i bulur; amacı Kemal'in babasının yerini alması ve Şükrü'den kalan saltanatın devamını sağlamasıdır. Vefakat Kemal'in bırakın mafyala, babalıkla bile uzaktan yakından alâkası yoktur. Buna rağmen kendine dikte ettirilen yeni hayatına uyum sağlamakta çok da zorlanmaz.

Karşılaştığı diğer mafya babalarını tesadüfler sonucu madara etmeyi başarır; nasır sahibi dikiş tutmaz Sabri'nin yanlışlıkla nasırına basar, Sabri acıdan kıvranarak bayılır, dokunmaktan huylanan mafya babası Sadi'yi gıdıklayarak alt eder, kendisine ikram edilen bombalı puro rakibinde patlar vs.

Mafya ile dalga geçen filmde insanı koltuğundan düşürecek şiddette komik replikler bolca mevcut.

Bir sahnede , aklı çok basmayan pişmaniyeci Kemal, babasının konuşan papağanı ile karşılaşır. Hayatında konuşan kuş görmemiştir, papağan ona öyle beylik cevaplar verir ki sonunda Kemal:
- Afedersin abi ben seni kuş sanmıştım, der.
Avukat, papağana konuşmayı rahmetli babasının öğrettiğini söyleyince Kemal:
- Hıı... babam da mı kuştu, diye sorar.

Gazinodaki kağıt yeme ve para sahnesini mutlaka hatırlarsınız. Gazino şarkıcısı (Suna Selen) "para para para" şarkısını söylemektedir, Kemal sonunda dayanamaz "Yahu şu garıya para verin de sussun" diye tepki verir.



Yine gazinoda şef garson, Kemal'e hürmetlerini belirtmekiçin elini öper, o sırada garsonun alnına numara yapışır :

Kemal: Ne ulan bu numara?
Garson: Aman abicim sen numara yer misin?
- Ben yemem sen yer misin?
- Senin icin her turlu numarayi yerim abi.
- Ye ulan o zaman su numarayi!

(Garson uzerinde numara yazan kagidi yer)

- Yedim Kemal abi.
(O sırada hediye edilmek uzere bir silah gelir masaya)
- Kemal abi, dikis tutmaz Sabri'yi madara ettigin icin bu dokuzlugu kabul et.
- Onsekizligi yok muydu lan bunun?
- Bu sana daha cok yakisir abi.

Filmle ilgili fotoğraf ararken Kemal sunal fan sitesine de denk geldim, filmlerinden bol bol fotoğraf olan bu siteye bakmanızı öneririm.

Notcuk: Son repliği ekşi sözlük'ten cp yaptım.

15 Mayıs 2009

Gidenlerden...

Havalar artık iyice ısındı. Yaza merhaba demenin eşiğindeyiz artık. Uzun bir kış, uzun haneli doğalgaz faturaları , yağmur, çamur, kalın paltolar, nem kokusu sinmiş giysilerle metrobüste sıkışık seyahatler hepsi geride kaldı. Şimdi ter kokusunun vaktidir!

Demem o ki, gün geçti devran döndü, dönüyor. Birileri geliyor, birileri gidiyor. Mayıs ayı, Türk sinemasının iki önemli karakter oyuncusunun sonsuzluğa adım attıkları bir ay.

(03.08.1918 - 10.05.1975)


Bundan 34 yıl evvel, Yeşilçam filmlerinin sevimli aşcısı, bahçıvanı, kahvecisi, şoförü ve ille de iyi rolde görüp sevdiğimiz, soyadıyla müsemma şahsiyeti Necdet Tosun , Almanya'da geçirdiği trafik kazası sonucu henüz 57 yaşındayken aramızdan ayrıldı. Nostaljik Türk Sineması denince akla ilk gelen isimlerden olan Necdet Tosun insanın aklına düşünce imkân yok ki o düşüncenin yanına hüzün, gam, keder ve herhangi kötü bir şey eklensin. Adını okur okumaz yüzünüzde bir gülümseme oluştuğuna adım kadar eminim. Bizi hüzünlendiren sadece, filmleriyle bize neşe katan, henüz duygularımızın körelmediği o dönemlerde, daha içimiz çocukken sevdiğimiz bu adamın adının gidenler hanesine yazılmış olması. İnsan hep iyiyi özlemez mi zaten.

(23.01.1930- 15.05.1991)


Bir diğer giden ise, sinemamıza oyuncu, yapımcı, senaryo yazarı ve yönetmen olarak emek vermiş olan İhsan Yüce. Bir süre muhasebecilik yaparak iş hayatına atılan Yüce, önceleri tiyatro ile ilgilenmiş, tiyatro kurmuş, oyunlar sahnelemiş ki ben de yeni öğrendim. Sinemaya geçişi ise altmışların başında Altın Yumruk filmi ile olmuş. Benim video filmleri ile geçen çocukluğumun unutulmaz karakterlerinden biridir Yüce, çünkü eksik dişleri, neredeyse ağzına giren bıyıkları çok ilgimi çekmişti. Böyle bir kimseyi nasıl artist yapıyorlar diye düşündüğümde daha 7-8 yaşlarında olmalıyım.

Gözümü kapadığımda Yüce'nin kızını diri diri toprağa gömdüğü acımasız bir babayı oynadığı rolü de hatırlıyorum, televizyon tamir ederken kendi kendine konuşan deli tamirci rolünü de hatırlıyorum, Adile Naşit'e talip olan sarhoş adam halini de hatırlıyorum, elinde kese kağıdı ile çıkıp gelmişti :)) Velhasıl-ı kelam tüm karakterleri gözümün önünde. Tek bir role saplanıp kalmamış bu yetenekli adam 18 yıl önce bugün vefat ettiğinde geride biri yardımcı erkek oyuncu (İşte Hayat) diğeri en iyi erkek oyuncu (Derya Gülü) olmak üzere iki ödül ve hâlâ hatıramda kanlı canlı olan onlarca karakter bıraktı.

Saygıyla ve özlemle anıyorum.