31 Aralık 2007

Doğru Söze Ne Denir?

Ali Murat Güven'in yazılarını ilgiyle takip ettiğimi biliyorsunuz. Bir okuyucusu Ali Murat abiye güzel ve takdir dolu sözleri sıraladıktan sonra bir soru yöneltmiş : Şimdiye kadar, yeryüzündeki mütedeyyin sinemaseverlerin beğenilerine ve bağlı oldukları ahlâkî kriterlere dikkat edilerek düzenlenmiş bir "izlenmesi gereken filmler" seçkisi basıldı mı? Ülkemizde olmadığını biliyorum da, en azından batı ülkelerinde bu yönde hassasiyetleri olan sinema yazarları ve kitapları var mı?

Ali Murat abi yol gösterici bir yanıt vermiş, sizin de faydalanacağınızı düşündüğüm için cevabı buraya da almak istedim. Son cümlesine ise katılmamak mümkün değil : "...bundan bir kaç yıl önce, benzeri kaygılarla üzerinde 6 ay çalışarak hazırladığım ve www.karakutu.com sitesinde yayımlattığım "Sinema tarihinin (beyinlerimizi amaçsız bir şiddet, ucuz bir cinsellik sömürüsü, baygınlık veren siyonist propagandalar ve sinsi bir ırkçılıkla doldurmaya çalışmayan) 250 seçkin filmi" başlığı altında hazırladığım bir tavsiye listem vardı. Bu liste halen ilgili sitede duruyor ve şimdiye kadar pek çok mütedeyyin sinemasever de ondan büyük ölçüde istifade ettiklerini bildirdi. Aradan geçen üç yılda bazı filmlerle ilgili kanaatlerim değişti, ayrıca sonradan çekilen pek çok yeni filmin de bu listeye katılma ihtiyacı doğdu. Buna karşılık, sözünü ettiğim çalışma, hâlâ -en azından % 75'i itibarıyla- sağlam bir kaynakça olarak kulanılabilir. Hedefim, 2008 yılı ilkbaharında bunun 500 filmlik yeni bir versiyonunu hazırlamak ve sizlerin kullanımına sunmak… Ne de olsa câmiada para, koltuk ve itibar getirmeyen işlerin uzmanı biziz!

Sinan mı Yavuz'u Döver Yavuz mu Sinan'ı ???

Söylenenlere göre bu senenin gişe şampiyonu Kabadayı filmi imiş. Gösterime girdiği ilk on gün içinde seyirci rekoru kırmış.

Kabadayı filmi , birlikteliklerinden harika filmler ortaya çıkan Şener Şen- Yavuz Turgul ikilisinin sadece isimlerinin bile referans olmasına yettiği bir film. Muhsin Bey, Eşkiya, Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gönül Yarası ve senaryosunu yazdığı Züğürt Ağa, Çiçek Abbas izleyen bir kimse gözü kapalı bu ikilinin herhangi bir filmine gider. Şen, Turgul'a oyuncu olarak her anlamda güveniyor, iyi iletişimleri var, ikisi de birbirlerinden ne istiyorlar biliyorlar. İşte bunu bilen biri olarak ben de Kabadayı'yı izleyenlerden biri oldum.

Filmi izledikten sonra içimden geçen şuydu; Ya ben Şener Şen'i artık bu rollerde görmek istemiyorum. Yeter. Evet güçlü oyuncusun, her rolün altından hakkıyla kalkıyorsun ve şahsen senin dengin bir oyuncu da bilmiyorum. Ama artık biraz hep aynı dinamiklerden hareket eden, az konuşan, içine kapanık, kendisiyle hesaplaşan adam izlemekten sıkıldım. Güldür bizi artık. Olmadı, kötünün de en kötüsü bir zalimi oyna. Ama bu rolü oynama. (Benim de ne hakkım varsa, istekte bulunuyorum :))

Benim gibi düşünenlerin olduğunu biliyorum. Sinan Çetin de onlardan biri. Bu fikrini dile getirmiş ama kulağını kısa yoldan değil de uzun yoldan tutmayı yeğlemiş . Yolu uzatıp bir iki de Yavuz Turgul'a sallayayım demiş. Senenin sonuna yetişen bir polemik mi desek bilmiyorum ama eleştiri hep olacaktır malum. Neler demiş bakalım :

Sinan Çetin,"Yaşamdan Dakikalar" adlı televizyon programında hem Yavuz Turgul'a hem de Şener Şen'e ağır eleştirilerde bulundu.

Hayatı ve insanları ikiye ayırdığını söyleyen Çetin " Şimdiyi sevenler, geçmişi sevenler. Devrimciler şimdicidir, hayattan yana olanlar şimdicidir. Bütün omurgasıyla şu anı yaşarlar. Bütün iliklerine kadar şimdiyi savunurlar. Gericiler de eskiyi savunurlar, eskiden daha iyiydi teranesinden benim artık burama gelmiş durumda. Hiçbir şey eskiden daha iyi değildi. Hayata inanıyorsak, her şey daha iyi şimdi ve daha da iyi olacak.Nostalji gericiliktir. Başka, süslü bir ismidir gericiliğin. Gericiliktir savundukları. Yavuz Turgul’un da gericiliği savunmasında bir mahsur yok. Eskiden şunlar şunlar daha iyiydi fikri üzerine insan 11 tane farklı film yapılabilir.Eskiden öğretmenler daha iyi diyorsun,eski öğretmen yeni hayat dayanamadı çatıştı. Eski kabadayılar daha iyiydi, işte eski kabadayı yeni kabadayı çatıştı. Eski menajer yeni hayat çatıştı. Bu çatışmayı çok iyi kuran bir yazar Yavuz Turgul. Bence kötü fikirleri olan ama çok iyi senaryo yazan bir insan" dedi.

Turgul ile ilk gerginliği Çiçek Abbas filminin çekimleri sırasında yaşadığını söyleyen Çetin “O filmin senaryosunu da Turgul yazmıştı. Ancak beğenmediğim 33 sayfasını yırttım. Ertem Eğilmez bana "Sen nasıl yırtarsın Yavuz’un senaryosunu?" dedi. Ben de "Yönetmenim, yırtarım" dedim. Yavuz senaryonun finalini bile yazmadı. Ama benim sayemde o film senaryosu ile ödül aldı. Yavuz Turgul bu olaydan sonra bana düşman oldu. Birbirimizi hiç sevmeyiz” diye konuştu.

Şener Şen'i de eleştiren Çetin "Şener Şen’e hayret ediyorum. Sürekli, eski öğretmen, eski kabadayı, eski menajer ve eski eşkıya. İnsan aynıyı oynamaktan hiç mi sıkılmaz” diye konuştu.

Yavuz Turgul ile ilgili getirdiği eleştiri için diyecek tek sözüm ve yorumum yok ama Şener Şen konusunda haklı galiba . Bakalım karşı taraftan bir cevap gelecek mi?

Hürriyet Gazetesi'nin haberinden alınmıştır.

30 Aralık 2007

UNUTULMAYANLAR


Ya böyle bir film varmış ve ben nostalji çileği bunu bilmiyormuşum. Film tozlanacak kadar eski değil , 2006 yapımı ama konusu nostalji kokuyor.

Kanal d denilen televizyon borusu beş on dakikada bir araya reklam girerek filmin içine de dışına da tükürdü ama sonuçta filmi izleyebildim.

Çok etkileyici olmamakla birlikte güzel bir film olduğunu söyleyebilirm. Kime göre ? Türk sineması sevene göre.

Şu fikir etrafında hayat buluyor filmimiz : Meryem Ana'yı herkes sever ama orospuyu sevmek yürek ister.

Zamanının ünlü bir yönetmeni olan Aziz, sevdiği kadın olan oyuncu Leyla'nın seks filmlerinde rol almasını kaldıramıyor ve hayata küsüp uzaklara gidiyor. Evlenmeyi düşündüğü ama asla açılamadığı bu kadın için de bir senaryo yazmıştır üstelik. Aradan çeyrek asır geçtikten sonra , yazdığı o senaryo ile tekrar çıkagelir. Bir zamanlar birlikte çalıştığı ekip arkdaşlarını toplar, bu yeni film hepsini heyecanladırmaya yeter. Ama hesaplamadıkları şeyler vardır, değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu unutmuşlardır. Filmi tamamlamak artık onlar için bir onur meselesi olur. Diğer yandan Leyla ve Aziz de karşı karşıya gelirler, hesaplaşacaklardır. Ama neyle?

Filmi izlerken aklımdan geçen isimler oldu, sanırım izleyen çoğu kişinin de geçmiştir. Zerrin Egeliler'i, Arzu Okay'ı, Ali Poyrazoğlu'nu düşündüm...

Filmin başrol oyuncusu, yönetmen Aziz rolünde Altan Erkekli. Leyla rolünde Nevra Serezli. Cezmi Baskın, Ferdi Akarnur, Haldun Dormen... Hep tanıdık simalar... Tanıdık diyorum çünkü son dönem filmlerinde çoğunlukla onları yan yana görüyoruz. Filmin yönetmeni ve aynı zamanda senaryo yazarı olan Ayhan Sonyürek'in adını ilk defa duydum. Zaten öğrenebildiğim kadarı ile ilk yönetmenlik denemesi. Baba Evi, Süper Baba ve İkinci Bahar gibi hoş dizilerin senaryo ekibinde de bulunmuş. Daha güzel işler yapmasını temenni ediyorum buradan.

Son Söz : Gayet de izlenir bir film yeter ki beklentinizi yüksek tutmayın.

29 Aralık 2007

AFİŞE BAK HİZAYA GEL

Çilek'in "Türk Sineması Afişleri" Üzerine Yazısı SİNEMATİK'de

27 Aralık 2007

HİCRAN SOKAĞI


Sonunda söyleyeceğim lafı başında söyleyeceğim; Türk filmi sevmeyen bu filme gitmesin.

Vizyondaki filmlerden biri olan Hicran Sokağı hakkında potansiyel izleyicilerin iştahını kapatmamak adına çok şey söylememem gerek. Blogun takipçileri bir filmi iciği ciciğine dek yazdığımı biliyorlar. O yüzden konusuna dair , heyecan kaçmasın hesabı çok şey söylemeyeceğim elbette :)

Film, Sadri Alışık'ın aziz hatırasına saygı ile açılıyor. Bu Sadri Alışık lafını dikkatli bir Türk filmi izleyicisi aklının bir köşesine not etsin. Zira onlarca filmde Alışık ile birlikte çalışmış olan Safa Önal'ın eski dostuna bir açılış notundan fazla bir göndermesi filmin içinde gizli.

Türk filmlerinde gördüğümüz bütün klişeler; fakir ama gururlu genç, yıllarca çocuğunun izini kaybeden anne, pişman olup yıllar sonra ailesini arayan adam, hiç evlenmemiş kız kurusu yurt müdürü :)... yüze yapılan ani zoomlar, koşa koşa uzaklaşan kalbi kırık genç kız, kızının hayatına müdahale etmek isteyen idealist anne, yaşamak için ekmek çalan çocuk, tren garı, garda veda, tren hareket ettikten sonra en alâkasız insanın trende peyda olması ve hatta hatta gecenin köründe arabayla ezip geçme klişesini bile bu filmde görüyoruz. Bir nostaljiğin aradığı herşey, onu fazlasıyla doyuracak şekilde doz doz verilmiş.

Benim çok mutlu olduğum husus, kadroda geçmişin yıldızlarını tek tek görmek oldu. Bir zamanlar filmlerde şakakları beyazlaştırılarak yaşlandırılan bu insanları şimdi gerçek bir yaşlı olarak görebilmek çok hoş bir duygu. Kadın yıldızların hepsi maşallah göbeğe çalışmış ki Hülya Koçyiğit'i ayrı tutuyorum. Hani derler ya yıllara meydan okudu diye... Hülya'ya yıllar bişey yapamamış. Kadın yıldızlar böyle de erkekler ne alemde derseniz, onlar da iri kıyım, kilo almış yürümüş maşallah. Onlarda formda olan bir Engin Çağlar. Meğer onda da ne boy varmış, diğerleri güdükmüş yahu :)) Şaka bir yana, hepsi ayrı güzel, hepsi ayrı güzel yaşlanmış. Sezer Sezin hele...

Sinemayı sevmemin en önemli nedenlerinden biri de bir insanın hayat seyrine tanık olmam. Günler, aylar, yıllar geçerken, yüzde çizgiler otururken, saçlar dökülürken görüyorum. Fotoğraflarının içinde kayboluyorum. İnsan kendi seyrini anlamıyor da , karşısındaki değişiklikleri hemen görüyor.

Film müziği Cahit Berkay imzası taşıyor, bir Selvi Boylum Al Yazmalım tadı var sanki.

Görüntüler , manzara eskileri hiç aratmıyor. Bir de devamlılık yanlışı buldum gerçi bu filmde öyle birşeyin önemi zaten yok; esas oğlan Arif hapse girdiğinde sıcacık bir yaz günü, hapisden 5 ay 3 gün sonra çıktığında da sıcacık bir yaz günü :) Olsun beee...

Rutkay Aziz nedense bana sanki Avrupa Yakası'ndan çıkıp gelen Bülent Onaran gibi geldi. Hep aynı tonlama. Selma Güneri- Yusuf Sezgin çiftinin oğulları Umut'la birlikte sanırım ilk filmleri ve Umut'u bu kez beğendim.

Filmin genç oyuncuları Arda Esen, Ahu Türkpençe, Pelin Batu ve Yeliz Doğramacılar fazlasıyla o klişelerin hakkını vere vere oynamışlar.

Anlamadığım bir şey oldu; Orhan Kural'ın orda işi neydi ? Hani eski yıldızları bir araya topladın, bir filmde buluşturdun (ki bundan sonra zor o) , Orhan Kural ne iş? Eski bir yıldızdı da ben mi görmedim yoksa yakın bir arkadaş durumu mu söz konusu?

Türk sinemasını herşeyi ile seven gitsin izlesin, pişman olmayacak :)

26 Aralık 2007

Muktesem Bir Film !!!

Sinematurk'de erotik Türk filmlerinin altına sürekli aynı yorumu bırakan bir üye var ki; bizzat yorumun hastasıyım : MUKTESEM BİR FİLM, KAÇIRMAYIN !

Bu cümleyi her okuduğumda kendimi gülmekten alamıyorum; muktesem ! Gözümün önünde az önce izlediği filmin tadı damağında kalmış bir sinefil beliriyor :))

Muktesem bir tavsiyem olmayacak size ama muktesem bulduğum afişler var, paylaşalım ara ara. Öncesinde , Türk Sineması afişleri ile ilgili mini bir araştırma yazısı yakın zamanda Sinematik okurları ile buluşacak, şimdiden haberini verelim.

Yan tarafta 1963 yapımı Badem Şekeri filminin afişini görüyorsunuz. Şeker kutusu gibi dizayn edilen afişde bir ibare var bakın sarı dairenin içinde ; Ne Şeker Şey'den daha tatlı bir film :)) Her ikisinin de yönetmeni ve senaryo yazarı Osman F. Seden, başrol oyuncusu da Türkan Şoray. Çok hoş olmuş değil mi ?

21 Aralık 2007

Sevdiğim Replikler - 7


Türk sinemasında gelmiş geçmiş en komik sahnelerden biri bana göre 1981 yapımı Gırgıriye filmindeki Güllü ve Bayram'ın zifaf gecesi sahnesidir. Kaç tekrarda çekildi bilemem ama çekim aşaması bile ekibi yerden yere yatırmıştır eminim. Buyrun bakalım, bayram şekeri niyetine...

- Bayramımm, yum gözünü değişecem
- Aa çekinme, nasıl olsa benimsin artıkın
- Yum gözünü !!!
- Tamam yumdum işte yumdum
- Hah şööle

Bayram gözlerini ellerini ile kapatır ama parmaklarının arasından Güllü'yü izlemektedir.

- Haa.. haa...mıhhhaa ay Güllüm sen ne kadar da güzelmişsin ay canım!
- Aa... Bakma bee, döndür suratını duvara
- Tamam tamam döndürdüm işte. Yalnız beni çok bekletmeyesin haa
- I ıh bekletmem... ne demişler... sabreden derviş
- Sabretmekten gebermiş !
- I ıhh gebermemiş...

Bu sırada Güllü, Bayram'ın onu ayna ile dikizlediğini farkeder

- Dikkiz mi ediyosun ulan eşşolueşek... O aynayı alııır....
- Sokarsın yastığın altına... Aman iyi saçımızı da düzeltmeyelim artıkın !

Bundan sonrasında Güllü, Bayram'ın ter koktuğunu ve gidip yıkanmasını söyler. Bayram istemeye istemeye soğuk suyla yıkanmaya gider. Odaya girip kurulanmaya başlar :

- Üşüdün müü
- Üşümedm donduuum !
- Sen merak etme ben seni şimdi ısıtırım
- Noluur çabuk ısıt
- Gelesin
- Cup !
- Ayy üf bee.. Sakalların diken gibi batar!
- Daha bu sabah sinek kaydı damat traşı oldum.
- Üff fırça gibi uzamış işte, git traş ol da gel
- Sırası mı şimdi yaa
- Çabuk... Yoksa koynuma almam seni

Bayram traş olmaya gider. Oda kapısına gelir dikilir:

- Saatler olsun Bayramım
- Saolasın
- Pek de yakışıklı olmuşsun
- Öyle mi ?
- Öyle yaa
- Eraldee
- Ee karşımda kazık gibi dikilmiş ne durursun?
- Bakşa bir emrin var mı diye beklerim
- Var yaa.. Hemen yanıma gelip koynuma giresin. Artık sabrım kalmamıştır senin olmak isterim. Adiiii
- Yaa... Sıkı dur Güllü geliyorum... Ya Allah... Allah Allah Allah...

hoop yatağa atlar...

:)) Merak eden buradan buyursun
Güllü: Gülşen Bubikoğlu
Bayram: Müjdat Gezen

20 Aralık 2007

Çilek Daha Çok Ne Yazsın ?

Çilek'in Dünyası ucundan kıyısından Türk Sineması ağırlıklı tematik bir blog. Yazdıklarımdan en çok hangi yazılar daha çok ilgi çekiyor, okunuyor veya benzeri şeylerin yazılmasına dair bir talep var mıdır acaba diye bir anket düzenledim. 65 kişinin katıldığı anketim bugün sonuçlandı. Buna göre ;

60 lar yeşilçamı
21 (32%)
70 ler yeşilçamı
21 (32%)
Artist yazısı
10 (15%)
Komik anılarını
10 (15%)
Kafasına göre takılsın
29 (44%)

Yani Türkçesi; benim anladığım şu :
Bacım, çileğim... Sen kafana göre takıl. Takıl da... Takılırken daha çok altmışlar yetmişler yeşilçam filmlerini yaz :)) eh iyi peki...

16 Aralık 2007

ŞAHANE ZÜĞÜRTLER



TRT1'in bu sabah ki siyah beyaz filmi 1964 yapımı bir komediydi; Şahane Züğürtler. Daha evvelce bir bölümünü izleyebilmiştim bu sabah iyice tadını çıkardım. Erdoğan Tünaş'ın usta kaleminden çıkan senaryoyu Süreyya Duru kendi yapım şirketi Duru Film adına çekmiş.

Rol Dağılımı :

Ayhan Işık: Fikret Soylu / uşak Ahmet
Sezer Sezin : Leyla Soylu / hizmetçi Fatoş
Ali Şen : Hüsmen Pastırmacıoğlu
Mürüvvet Sim : Şahende Pastırmacıoğlu
Gürel Ünlüsoy : Metin (Hüsmen Bey'in oğlu)
Zerrin Arbaş : Sevim (Hüsmen Bey'in kızı )
Hüseyin Baradan : Sahtekâr Yusuf
Ahmet Turgutlu : Aşçı

Sinopsis :

Fikret ve Leyla Soylu, birbirine büyük bir aşkla bağlı bir çifttir. Adana'nın sayılı zengin ve hayır severlerinden olan bu çift bir dalavere sonucu tüm servetlerini kaybederler. Sadece iyi günde değil kötü günde de beraber yola devam etme kararı alıp, soluğu İstanbul'da alırlar. Amaçları başlarını sokacakları bir ev bulup, çalışıp, eski günlerindeki gibi olmasa da kendi yağları ile kavrulup hayatlarına devam etmektir. İlk akıllarına gelen, zengin bir ailenin yanına uşak ve hizmetçi olarak girmek olur. Böylece, yeni görme zenginlerden Hüsmen Pastırmacıoğlu'nun evinde öalışmaya başlarlar. Pastırmacıoğlu'nun karısı Şahende, kızı ve oğlu ile birlikte başlarına türlü komik olay gelir. Karı koca olduklarını gizledikleri için ailenin kızı Fikret'e, oğlu da Leyla'ya asılır. İki kardeş çiftimizi bir gece kulübüne davet ederler, amaçları hayatlarında belki de ilk defa böyle bir ortama giren bu iki insanın düştüğü durumla alay etmektir. Gece kulübünde kendilerini evvelden tanıyan bir ahbaplarına rastlayan Fikret ve Leyla, gerçeği itiraf etmek zorunda kalırlar. Oynadıkları oyuna artık iki kardeş de katılacaktır.Günün birinde kendi iflaslarına neden olan Yusuf, Hüsmen Bey'i de kandırmak için evlerine gelince karı koca buna mani olmaya çalışacaklardır.

Ayhan Işık'ın 35, Sezer Sezin'in de 37 yaşındayken rol aldıkları bu filmde Sezer Sezin'i kendi sesi ile şarkı söylerken de izliyoruz. Rusların ünlü halk şarkılarından biri olan Oçi Çiorne'ye Türkçe söz yazılmış halinde şöyle seslenir Sezer Sezin;

Bir hayat vardı yaşadık seninle
İşte masalı, anlatayım dinle
O günler neydi, herşey pembeydi
Şimdi artık oldu yazık
Ah sevgilim sen varsın ya
Aldırmam ben hiç dünyaya
Aşkın yoksa herşey gece
Gel yanıma gel ağla

Henüz 23 yaşındaki Zerrin Arbaş'ı ancak çok dikkatli gözler tanıyabilir. Nitekim ben de çok tanıdık gelen bu simayı çıkaramadım, film künyesine bakınca Zerrin Arbaş'ın altmışlı yıllarda rol aldığı bir filmi izlediğim için pek memnun oldum.

Yeni zengin ailenin yanında hizmetçilik yapan çiftimiz görgüleri ve terbiyeleri ile ailenin güven ve sevgisini kazanırlar. Uşağımız Ahmet, koca karı tarifi amonyaklı, ispirtolu, barut karışımlı bir ilaçla efendisinin baş ağrısını geçirmekle kalmaz, davete giderken papyonunu dahi düzeltip şöyle der mesela; Papyon kelebek gibi olmalı, mendil de (yaka cebindeki) yakanıza konmuş bir martı !

Hizmetçimiz Fatoş'a kocasının altı aydır kendisine yanaşmadığından dert yanan evin hanımı Şahende'ye müthiş bir önerisi olur; Ayrı odalarda yatan karı kocayı aynı odada buluşturmak için Hüsmen Bey'in yatağına bir kova su döker. Hüsmen Bey de mecburen karısının odasında gider.

Aklı bir karış havada çocuklar da çiftimizden nasiplerini alırlar. Boksa meraklı Metin'in ısrarları karşısında Ahmet , Metin ile dövüşür ve onu yere yıkar. Fatoş ve Sevim'in girdiği iddia sonucu; nakavt olan Metin'in başucunda sevimli çiftimiz ikramiye alacakları için sevinç içindedirler.

Hüsmen Bey, işe alacağı sırada Ahmet ve Fatoş'dan ( gerçek isimlerini söylemezler) bonservis ister. Adana'nın soylu ailelerinden Fikret Soylu'dan (ki kendisidir) bonservislerini gösterince " Ee evet tanışırız Fikret Beyle , yakın ahbabımdır" der.

Yusuf rolündeki Hüseyin Baradan'ı da o dönem bolca filmde görmeye alıştığımız şekli ile; kötü niyetli, dalavereci adam olarak izleriz. Yeşilçam'ın kavgacı takımı olarak tanıdığımız oyuncuların da gencecik halleri ile kamera karşısına geçtikleri bu hoş ve eğlenceli yeşilçam filmi kesinlikle izlenmeli.

Nerelere Merhaba Demişiz ?

Pazar sabahı işim yok, Googgle Analytics'i karıştırıyorum. Sevindirik oldum da paylaşmak istedim.

Çilek'in Dünyası'nı ziyaret eden ilk üç şehir İstanbul, Ankara ve Kocaeli imiş. Manisa, Adana, Bursa, Kütahya, İçel, Kayseri, Aydın, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Hatay, İzmir, Kırıkkkale, Malatya, Samsun ve Zonguldak'a tekrardan merhaba diyorum bu vesile ile.

Bunların haricinde Bulgaristan Plovdiv'den ve Nordrhein-Westfalen'den sitemi ziyaret edip oldukça uzun zaman geçiren arkadaşlara da memleketten bir Turist Ömer selamı yolluyorum...

Beni izlemeye devam edin anacııım :)

14 Aralık 2007

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları -3

Çilek'in Dünyası'nda en çok ilgi gören başlıklardan biri de bu nostaljik fotoğraflar. Ben değil, analizler öyle söylüyor. Ha analiz bu saatten sonra iyi veya kötü demiş umrumda mı ? Değil :) Bence çok zevkli şu fotoğraflara bakıp vakit geçirmek... Ee buyrun o zaman....


İzlediğim en güzel Cücü filmlerinden biri; CİCİ GELİN. 1967 yapımı filmin yönetmeni Osman Nuri Ergün, senaristi de Bülent Oran. Karedekiler Nubar Terziyan (58), Cüneyt Arkın (30), Filiz Akın (24) ve Öztürk Serengil (37) . Gencecik karısına aslında bir gizli ajan olduğu yalanını atan esas kahramanımızla işleri iyice karıştıran beceriksiz cici gelinin hikâyesi. Cüneyt Arkın komedi filmlerinde de çok çok çok başarılı bir kere daha söylüyorum. Şunlara bakın ya hepsi birbirinden şeker :))



Türkan Şoray'ın Kara Kız , Cüneyt Arkın'ın da (Sinematurk'de okuduğum bir yorumdaki gibi) saçlarını henüz yandan ayırdığı dönemlerden bir film; GÖZLERİ ÖMRE BEDEL. Sene 1964, Türkancığım 19 Cücü de 27 yaşında. Filmin yönetmeni Ülkü Erakalın, senaryo yazarları da Suavi Sualp ve Sadık Şendil. Cüneyit abimiz Adını Unutan Adam adlı kitabında Türkan Sultan'ın gözlerinden bahsederken yaramaz bir çocuk gibi demişti. Sizce de haklı değil mi ?

12 Aralık 2007

ÜÇ KIZIN HİKÂYESİ




İkibinsekiz yılına girmemize sayılı günler kaldı. Bugün size, 49 yıl öncesinden bir filmin; Aka Gündüz ve Nemide Ali'nin birlikte kaleme aldıkları Üç Kızın Hikayesi romanının aynı adlı filminin ayrıntılı bir yazısını hazırladım. Murat Çelenligil'in takdire şâyan dikkati ile bulup çıkardığı ince ayrıntılar ve bendenizin genel hatları ile katkıda bulunup anlatmaya çalışacağı film 1959 yapımı.

Okul sıralarında kesişen üç farklı hayata tanık olduğumuz film oldukça ibret dolu. Baskı ve zorlamanın yanı sıra, serseri mayın gibi bir başı boşluk halinin insanı nereye sürükleyebileceğinin yanıtını görebildiğimiz bu dram elbette ki abartılı ve keskin hatlara da sahip. İyinin çok iyi ve kötünün çok kötü olması var burada. Bundan tam 74 yıl önce kaleme alınan roman, 59 yılında filme çekiliyor. Dolayısıyla dönemin sosyal, ahlâki ve kültürel yapısını göz öünde tutmak gerekli. Altmışlı yıllarda elbette ki değişime uğrayan şartlar 77 yılında da değişecektir. Hatta belki filmin ikibinli yıllar versiyonunu bugün izlemek mümkün olsa bambaşka bir tablo ile karşılaşmak da var. O zaman tabu olan bugün tabu olmaktan çıkmış da olabilir. Burada gözle görülür şekilde değişmeyen tek şey; ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkinin içine girdiği kaba göre şekil alması sonucu hayatların yön bulmasıdır.

Yönetmeni ve senaryo yazarı Orhan Elmas, bu ilk versiyondan sonra 1977 yılında aynı senaryoyu bu kez Liseli Kızlar adıyla filme çekmiştir.

Rol Dağılımı:

Muhterem Nur: Filiz
Sema Pekiş: Dürer
Leyla Sayar: Betigül Tayfur
Ekrem Bora : Ercan
Salih Tozan: Ömer Efendi
Mualla Sürer : Filiz'in Annesi
Selahattin Yazgan: Betigül'ün Babası
Senih Orkan: Filiz'in kuzeni Ali
Nezihe Becerikli : Nilgün
Melahat İçli: Nalan
Faik Coşkun: Emin
Leman Akçatepe: Ercan'ın Annesi
Mürüvvet Sim : Dürer'in annesi
Zafer Önen: Betigül'ü metres edinen Alaattin

1977 versiyonunda ana karakterlerin isimleri farklıdır . Muhterem Nur'un karakterini Necla Nazır (şimdi ikisi de arabeskin babalrı ile birlikte ilginç bir tesadüf), Sema Pekiş'in karakterini Itır Esen, Leyla Sayar'ın karakterini de Neslihan Danışman canlandırmış. Betigül'ün babası rolünü 77 versiyonunda Turgut Boralı, annesini de Ayfer Feray oynuyor.

Sinopsis:

Ekonomik durumları, aile yaşantıları ve kültürleri birbirinden farklı 3 arkadaş aynı sınıfta okumaktadır. Biri (ki muhterem nur oluyor o biri) çok sofu, ailesinden baskı gören bir kızdır. Diğeri çok zengin bir ailenin kızıdır ama annesi konkende babası çapkınlıktadır ( bu versiyonda kızımızın adı Betigül ). Üçüncü kız ise , annesi babası gayet demokratik, modern, mutlu mesut bir ailenin kızıdır, nişanlıdır hatta. İlk kızımız ailesinin onu, mahalle bakkalıyla evlendirmesine razı gelmez evden kaçar, sonra da teyzesinin oğlunun tecavüzüne uğrar. Kötü yola düşer. İkinci kızımız da kafayı güzellik kraliçesi olmaya takmıştır. Bu uğurda ne yapılması gerekiyorsa yapar, türlü ödün verir. Sonunda kurtuluşu intiharda arar.Üçüncü kızımız ise düzgün aile hayatını evlendirerek de sürdürür.



Üç Kızın Hikâyesi


(Murat Çelenligil'in Kaleminden)


Around the World / Sky Symphony (1956) (Victor Young) melodisi ve Kız Lisesindeki ders arasında üç son sınıf öğrencisi...

Beti (Elindeki resme bakarak):
- Canım benim ne kadar da yakışıklısın.
Filiz :
- Nişanlın mı?
Beti :
- Yok canım, meşhur bir film yıldızı ; Robert Taylor. (Romanda Jak Katlen.)
Filiz :
- Tanımıyorum.
Beti :
- Bu zamanda sinema bilmeyen genç kız kaldı mı? Sana acıyorum Filiz. Sen Abdülhamit kafalı bir baba, Havva’dan daha iptidai bir annenin elinde esirsin.
Dürer :
- Ya senin evini terk eden babana, daima bir elinde ruj diğerinde aynayla dolaşan annene ne buyrulur? Sana gelince, derslerine çalışmıyor dans partilerine gidiyor, sinema için deliriyorsun...Sana tabii gelen birçok hareketlerin var ki, senin hayatına özenen Filiz için bunlar ilerde bir tehlike doğurabilir.


Aynı adlı romandaki (Nemide Ali ve Aka Gündüz) (ilk baskı 1933 ‘Sühulet Kütüpanesi’, ikinci baskı 1943 ,Semih Lûtfi Kitabevi) üç gencecik kız. Liseyi bitirince 5 yıl sonra; okulların açıldığı gün köşedeki pastanede; buluşmak üzere sözleşiyorlar.


Filiz...Yıllar sonra kendisine verilecek Konsomatris Kartından soyadının Cansu olduğunu öğreneceğiz. 1936 Aksaray doğumlu. (Romandaki adı ‘Filik’ ve arkadaşları ‘Fili’ diyor.) Babası Emin, mahallede kasap. Ne iş yaptığını öğrenemediğimiz varsıl dükkân komşusu (filmde Karadenizli romanda Haymanalı) Ömer Efendiyle konuşurken ortağından yakınıyordu. O da bunu kendi yararına kullanıyor :


- Mademki ortağından şikâyetçisin, sana bu parayı veririm kurtulursun. Sonra da Allah’ın emri peygamberin kavliyle kızını istersem verir misin?


Köyde geliratı ve çocukları (romanda üç) var. Allah’a şükür ki dükkânında işleri iyi ve karısı öleli beri kimseye yan gözle bakmamış.


Adını öğrenemediğimiz annesi biraz dedikoducu. Avarelerin yeri diye kızını sinemaya göndermiyor. “Okulda temsil vereceğiz. Ben de oynayacağım” diyen Filiz’i çiftetelli oynayacak sanıp azarlıyor :


- Elâlemin karşısında tiyatroculuk mu yapacaksın...Baban duymasın alimallah et doğrar gibi doğrar seni.


Bunca senelik namusları iki paralık olurmuş. Genç kız fakülteye gitmek istiyor ama babası (romandaki adı Hacı Abtullah) ile konuşurken anlıyoruz ki bunun oluru yok :

- Ne olacak yani alim mi çıkacaksın? Mektebini bitir kapan evine bakalım. Sen hiç dünya yüzünde kasap kızının avukat çıktığını gördün mü?


Karısı gibi onun için de elâlem önemli. “Senin yüzünden kendimi elâleme rezil edemem. Yeter bu kadar okumak.” (Bu sırada elinde gazete var. Gazete okuyanı böyleyse...)


Bir okul dönüşü, gönlüne yeni komşuları ve tıp fakültesi öğrencisi Ercan’ın sevgisi düşer. Onu görünce delikanlının da yüzünde güller açıyor. Beraber oldukları sahnelerde Aşkımın İlkbaharı (Fuat Edip Baksı/Arif Sami Toker) şarkısının melodisi var. Genç kızın sesi de çok güzel. Film boyunca bu şarkıyı Mualla Mukadder’in sesiyle üç kez söylüyor

“Aşkımın ilkbaharı, ilk heyecanım benim
Sevgilim iki gözüm, biricik canım benim.”

Ama burada Ölüme Kadar/Ölümden Beter (1965) filmindeki benzer şaşırtıcı bir şey var ; Şarkının sözleriyle Filiz’in ağız hareketleri çok farklı. Üstelik bu durum ses kaydı sırasındaki bir kayma da değil. Sesi kapatıp izlediğimizde onun aslında duyduğumuz şarkıyı değil Sadettin Kaynak’ın segâh eserini söylediğini anlıyoruz ; Aşkın Beni Durmaz Yakar. Elinde bebeği, pencereden Ercan’a bakarken ve filmin sonuna doğru Pavyonda :


“Bu kafesten kurtulamam
Bu mihnete dayanamam
Artık bana gülmek haram
Ey sevgili (onun dudakları sevgilim diyor) sen nerdesin.”


Dürerlerin evinde :

“Aşkın beni durmaz yakar
Ey sevgili sen nerdesin
Yaşlı gözüm durmaz akar
Ey sevgili sen nerdesin.”


Kız isteme sırasında Ercan’ın annesinin döktüğü diller işe yaramaz. Emin Bey için en mühim şey para. Doğal olarak daha eli ekmek tutmamış Ercan’ı değil Ömer Efendiyi yeğliyor. Bir çilingir sofrasında olanlar olur. Filiz’in yumuşak at çiftesi isyanı ; Ercan’a kaçması ; Babasının delikanlıyı öldürüp hapislere düşmesi ; Genç kızın teyzesine sığınması ve teyze oğlu Ali’nin saldırısına uğraması ; Ömer Efendiye kapatma olması ; Sonunda bara düşmesi göz açıp kapayıncaya kadar olur.


Betigül Tayfur... Yıllar önce bir bar kadını için evini terk eden (adını öğrenemeyeceğimiz) babası geri dönmüş. Karısı Nalan’a (Rıza Tüzün’ün tok sesi ile) söyledikleri hep haklı olmaya alışmış erkek seyircileri rahatlatıyor :


- Evet, sizleri yıllarca aramadım. Fakat paranızı daima gönderdim. Beni sabah akşam balolara, düğünlere, kumar oynanan dost evlerine sürükleyen sen oldun. Aklın fikrin eğlencedeydi.


Ama, eve döndükten sonra bile bu yaşantıyı sürdürdüğünü görüyoruz. Beti’nin sinema, dans dolu bir uçurtma gibi döne kıvrıla yaşamı Filiz’i etkiliyor. Genç kız ilk naylon çorabı onun evinde giyer. Acılı Aşk gibi (Dürer’in ‘adi’ bulduğu) romanları okur. Yine ilk kez [Judy Garland’ın ‘Carolina in the Morning’ (1922) şarkısını dinlediğimiz] sinemaya onunla gider. Dürer’in uyarıları işe yaramıyor gibi.


Dürer... Ailesi ve dostları sevgi dolu. Kader Böyle İstedi (1968) filmindeki Nilüfer gibi Edebiyat Fakültesine gitmek istiyordu ama teyzesinin oğlu Demir’le evlenip Bursa’ya yerleşiyor. Onları Yeşil Türbe’de ve faytonla dolaşırken Ahmet Yatman’ın ‘Nihavent Kanun Taksimi’ eşliğinde izliyoruz.


Betigül okuldan sonra memur olur. Gece eğlencelerine devam etse de yaşamı düzeliyor gibidir. Yıllar sonra Filiz’in Pavyonda söylediklerinden etkilenen babası onu kovuyor. Güzellik yarışmasında birinciliğe (göğsündeki bantta kıraliçe yazıyordu) dek giden yaşamı intiharla (havagazı ile) sona eriyor. Romandaysa tentürdiyot içer ama neyse ki ‘komşu ihtiyar doktor, yarım saat zarfında bütün tedbirleri alıp, tedavileri yaparak onu kurtarır.


Ruby (1953) (Parish/Roemheld) melodisiyle izlediğimiz 5 yıl sonraki buluşmaya ancak Filiz ve Dürer gelebiliyor.


Filmin sonu başlangıcı gibi. Yıllar sonra başka bir kız lisesindeki konuşma...
Pervin (Elindeki resme bakarak):
- Ah canım benim, ne kadar yakışıklısın.
Ayten :
- Nişanlın mı?

Pervin :
- Ayol, meşhur bir film yıldızı ; Rock Hudson.
Ayten :
- Bilmiyordum.
Pervin :
-Zavallı kız. Seni sinemaya göndermeyecek kadar geri kafalı bir anne babanın esirisin...







Notlar:




* Filmde yararlanılan romanın 250 sayfalık ilk baskısına ulaşamadığımız için 168 sayfalık ikinci baskısı ile karşılaştıramıyoruz. İlk baskıda Aka Gündüz’ün, ikincide Nemide Ali’nin adı önce yazılmış. 1934’deki Soyadı Kanunu nedeniyle yayıncının adı 1933’de Semih Lütfü, 1943’de Semih Lûtfi Erciyas.


* Kitapta 30’lardaki sözcükler için önermeler var. Bonjur yerine Hoşgün ; Bonsvar yerine Hoşbatı ; Sabahı şerifleriniz hayrolsun yerine Hoştan. Ayrıca Hoşkal ve Hoşgit .


* Filiz’i Adalet Cimcoz ; Betigül’ü ; Ercan’ı Abdurrahman Palay ; Ömer Efendiyi Salih Tozan ; Ali’yi Suphi Kaner ; Demir’i Sadettin Erbil ; Alattin’i Zafer Önen ; İsmet Hanımı ve Filizlerin damadı kaçan komşusunu Mürüvvet Sim seslendirmiş.


* Liseli Kızlar versiyonunda kötü yola düşen kızı canlandıran Necla Nazır, beş yıl sonraki buluşma günlerinde taksinin içinden, aralarında en düzgün hayatı yaşayan arkadaşını uzaktan izler, yanına gitmeye cesaret edemez ; Şoföre "sür " der. Şoför "nereye" diye sorduğunda "beni nerden almıştın?" der. Şoför, pis bir sırıtışla "sokaktan" diye cevap verir. Filmin en etkileyici iki sahnesinden biridir bu. Bir diğeri ise, güzellik kraliçesi olayım derken ona buna peşkeş çekilen Betigül'ün, sonunda babasıyla karşılaşmasıdır ki, babası methini duyduğu bu kızı metres tutumak istemektedir


11 Aralık 2007

Adile Teyze'mi Özlerken


Adile Naşit'in; Adiloş Teyzemin bugün 20. ölüm yıl dönümü. Dünden beri yüzüyle, sesiyle, hali tavrıyla, gülüşüyle, kahkahasıyla karşımda canlıymışcasına duruyor. Belki bişeyler yazmak istememden.
Yol boyu düşündüm bugün işe gelirken. Elimde daha evvelce okumuş olduğum Komik-i Şehir Naşit Bey Ve Çocukları kitabı vardı. Tekrar tekrar kitaptaki fotoğraflara baktım uzun uzun. Adiloş Teyzemin çocukluk, ilk gençlik, gençlik ve olgunluk hali adeta resm-i geçit yapar gibi. İlk gördüğümde de aklımdan geçen şeyi bir kere daha tekrarladım kendime; Adile Teyzem de bir zamanlar çocuktu, genç kızdı, genç bir anneydi... Oysa ki bize hep nasıl gelir, sanki hep teyzeymiş gibi. Adile Teyze değil, Adile'ydi.

Ahmetciği ile birlikte çekilmiş iki fotoğraf var kitapta. Kendisinin otuzlu yaşlarındaki hali; saçları gür, dalgalı... Sarılmış Ahmeti'ine. Parmakları arasında bir sigara. Her iki fotoğrafta da dikkatimi çeken saçları ve sigarası...

Hey gidi Adile Teyzem... Aradan yirmi yıl geçmiş ama sen halâ içimde kanlı canlısın. Aradan yirmi yıl geçmiş şimdi, senin fotoğraftaki halin gibiyim. Seni halâ çok özlüyor ve seviyorum, sen de o fotoğrafları çektirdiğinde birilerini özlüyor ve seviyor muydun kimbilir...

Seni zamanında üzenler , senden sorgusuz sualsiz Kuzucuklarını alanlar bugün senin için anma programları da yaparlar... Hem de hiç utanmadan. Ben onları boşverdim . Nasıl hareket ederlerse kendileri de bir gün o davranışın aynısını görürler elbet.

Seni tanımayan kuzucuklarının yaşı bugün yirmi oldu. Seni tanıttığım iki kuzun da beş ve sekiz yaşındalar... Dilerim kendi doğumgünün olan 16 Haziran'da kaybettiğin Ahmetciğine kavuştun veya kavuşursun... Öpüyorum yanaklarından Adiloş Teyzem...

10 Aralık 2007

Sinemalife - Sanal Sinema Dergisi


Kulaktan kulağa diye bir oyun var hani... Herşeye sonradan vakıf olan bendeniz bunu da yeni duydum... fısıldadılar... ben de size fısıldıyorum... çaktırmayın...

Sanal bir sinema dergisi çıkmış, adı Sinemalife... Gerçek dergi gibi sayfalarını çevirebiliyorsunuz. Hımmm... ilginç... bir bakın bakalım.

Vefatının 20.Yılında Adile Naşit


Yarın Adiloş Teyzemin 20. Ölüm Yıl Dönümü. Ben halâ kendisini çok özlüyorum. Kahkahası kulağımda. Bu münasebet ile bu akşam saat 18:30'da Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde bir etkinlik düzenleniyor. Ayrıntılar için tıkla...

9 Aralık 2007

MALKOÇOĞLU FOREVER

Malkoçoğlu... Her Türk sineması severin tanıdığı , adının Ali olduğunu belki de şimdi duyup şaşırdığı sapına kadar Türk kahraman ! Cüneyit Arkın'ın canlandırdığı , benim en sevdiğim beyaz perde kişiliklerinden biri. Sapına kadar Türk diye vurgu yapmamın sebebi neredeyse her seride bir kefere prensesinin gönlünü çalmasından, kötü kalpli kadın kahramanını yakışıklılığı ve çekiciliği ile derbeder etmesinden :))

TRT olmasa nereden bulup da izlerim bu güzelim filmleri bilmem. Bu sabah yine bir Malkoçoğlu filmi vardı; Malkoçoğlu Kara Korsan . Yakın zamanda Malkoçoğlu Krallara Karşı'yı izlediğimden olsa gerek diğerinin yanında sönük kaldı.

Blogda bir de Malkoçoğlu filmleri bulunsun , afişlerini koyayım, emeği geçenlere bir de selam teşekkür edeyim istedim. Kısa bir genel bilgi olarak;

* Malkoçoğlu serisi 7 filmden oluşur. Bunlar sırasıyla

1- Malkoçoğlu Avrupa'yı Titreten Türk (1966)
2- Malkoçoğlu Krallara Karşı (1967)
3- Malkoçoğlu Kara Korsan (1968)
4- Malkoçoğlu Akıncılar Geliyor (1969)
5- Malkoçoğlu Cem Sultan (1970)
6- Malkoçoğlu Ölüm Fedaileri (1971)
7- Malkoçoğlu Kurtbey (1972) (Bu sonuncusunda başrolde Serdar Gökhan oynuyor)

* Serileri çeken yönetmenler Remzi Jöntürk ve Süreyya Duru

* Bond Kızları misali Malkoçoğlu Kızları olarak adlandırabileceğim aktristler Selma Güneri, Sezer Güvenirgil, Nebahat Çehre, Feri Cansel, Esen Püsküllü ve Oya Peri. Serdar Gökhan'lı Malkoçoğlu'nda ise Perihan Savaş oynamış.

* Serinin ilk filmi olan Malkoçoğlu Avrupa'yı Titreten Türk kimi kaynaklarda sadece Malkoçoğlu olarak geçiyor.

* Serinin kötü adamları arasında Tanju Gürsu, Behçet Nacar, Kayhan Yıldızoğlu, Semih Sergen, Yıldırım Gencer ve Tuncer Necmioğlu bulunuyor.

* Serinin iki filminde yönetmen Remzi Jöntürk'ü de küçük rollerde gördüm, diğerlerini bilemiyorum.

* Meraklısına; Malkoçoğlu fanlarına üzerinde Malkoçoğlu baskılı tişörtler Cüneyt Arkın'ın resmi web sitesinde satışta (Reklamları dinlediniz :P)

Çileknot: Afişlerin hepsini alacaktım buraya ama o kadar çok aksilik çıktı ki ... dördü ile idare edin... aaaa....

8 Aralık 2007

Sevdiğim Replikler - 6


Süt Kardeşler'den bir sahne. Şaban , Ramazan'a artık bu evden gideceğini ve birliğine döneceğini söylemeye çalışıyor...


Şaban: Ramazan allahısmarladık ben gidiyom
Ramazan: Güle güle
Şaban :Bu kim ?
Ramazan: Damadın kız kardeşi
Şaban: Nasıl olur.. ayyhh. çok güzel.. ayy çok beğendim. Gözlere bak yarabbi. Çay içişi görüyo musun, ay bakamıyacam yüzüne, bakıyım mi?
Ramazan: Bak bak
Şaban: Ayyh kalbim duracak, adı nea?
Ramazan: Bihter
Şaban: Bihter!
Bihter: Efendim ?
Şaban: Konuşuyooo!

Bir süre sonra Bihter ve Şaban sohbet etmeye başlıyorlar başka bir sahnede:

- Bihter hanım ?
- Efendim !
- Burda mısınız ?
- Evet burdayım
- Ben de burdayım !
- Buyrun
- Buyurayım
- Evet
- Evet ııhıhı bulutlar ...
- Ne bulutları Ramazan Bey
- Hani böyle birbirine çarpar da şey olur ya canım
- Ne olur ?
- Du bahim ne olurdu ... Ne olurdu?
- Ne , ne olurdu ?
- Hani böyle siyah bulutlar birbirine aniden vurur da foşur foşur ses çıkar ya canım...
- Şimşeeek
- Eheh eve... evet şimşek. Bihter hanım sizi tebrik ederim. İşte bende size karşı böyle bir şimşek aşkı başlamış bulunuyor. Oh bee !
- Yani bana aşık olduğunuzu mu söylemeye çalışıyorsunuz ?
- Ihıhı eveeet
- Çok teşekkür ederim Ramazan bey
- Rica ederim
- Bu sözleriniz beni çok duygulandırdı
- Allah Allah... demek güzel konuştum
- Çok naziksiniz
- Hıhı öyleyimdir
- Üstelik de çok küstahsınız...
- Aman efendim iltifat ediyorsunuz ıhhııh (olduğu yerden düşüyor o anda)
- Bişey oldu mu Ramazan Bey ?!
- Yok canıımm... birazcık götüm acıdı o kadar !

Şaban : Kemal Sunal
Ramzan: Halit Akçatepe
Bihter : Hale Soygazi

(beşinci dakidan itibaren) ikinci bölüm için tıkla

Fotoğraftan Sığ Analiz !


Orhan eliyle bade dolduruyor gönlünü kaptırdığı Mehtap'a. Mehtap mı? O hayatın sillesini yemiş bir bahtsız kadın. Orhan'ı ona bağlayan ise ölen sevgilisine çok benzemesi. Biri kan davasından kaçan bir adam, diğeri ise tüm hırçınlığı , kötü kaderi ile ona tutunmaya çalışan bir kadın. Şerif Gören'in yönetip, Erdoğan Tünaş'ın yazdığı 1979 yapımı AŞKI BEN Mİ YARATTIM filminden bir kare.

Mehtap'ın giydiği straplez elbise seksenlerde daha çok revaçta olacaktır. Boynundaki imitasyon gerdanlık da öyle. Bu gerdanlığın en çok Türkan Sultan'a yakıştığını es geçmeyeyim. Orhan elindeki bardağa bira dolduruyor sözüm ona, biranın köpüğünü heder edecek az sonra haberi yok. Mehtap'in elinde ise rakı bardağı var, sek içiyor anlaşılan.


Hey gidi gidi koca dünya gam yükü müsün ? Ben demiştim değil mi straplezi demin... İşte buyrun... Ahan da Hülya'nın üstündekisi straplez. Sanırım Türk filmlerinde bir konsomatrisler bir de çok zengin sosyetik kızlar giyiyor bu giysiyi :) Kafadaki bandanaya dikkat. Pullu olanındn bu. Anne rolündeki Fatma Girik'in şapkası da janti ... Kulağındaki mavi boncuk küpe, hakeza Hülya'nın bilekliğindeki mavi boncuk. Ne kadar da seksen seksen kokuyor. Seni seksen şey seniii :)) İki mavi gözlü oyuncu ne de şirin anne kız olmuşlar değil mi?

Yukarıdaki kare 1984 yapımı NEFRET filminden. Osman F.Seden imzalı. Bulut Aras'ın kötü adam rolünde olduğu tek film ! Kareye bakıp aldanmayın, filmde Hülya, annesi Fatma'dan accaip derecede nefret ediyor. Nefretinden kadının sevgilisini ayartıyor. Benim için Hülya Avşar'ın en başarılı rol yaptığı filmlerden biri...

7 Aralık 2007

Dikkat ! Konuk Yazar

Çilekcanlar, blogumun bu akşam bir misafiri var; Sinematurk sitesinde Yasa rumuzu ile yazan değerli arkadaşım, Rıfat Ilgaz'ın muhteşem eseri Hababam Sınıfı ile ilgili duygu ve düşüncelerini aktarıyor. Sanırım sorusunda çok haklı; Hababam sınıfı bizim okulda olmasın ? :))


HABABAM SINIFI BİZİ
M OKULDA MIYDI?


    Bu soru İstanbul'daki tüm liselerde (ki o zamanlar parmakla sayılırdı ); bir okul efsanesi gibi konuşulur dururdu.Genelde liseler yatılı olduğu için kitaptaki olaylar özdeşleştirilir , kahramanların isimlerinin değiştiği , aslında Kel Mahmut şu hocaydı filan şeklinde hikayeler ortaya çıkar, zamanla en kuşkulu olan bile "belki de" diyerek inanmaya başlardı.İşin iginç tarafı bu durumun bir çok okulda da aynı olduğudur.


    Hababam sınııfıyla ilk defa karşılaşmam 69-70 yılında kasabamıza gelen bir tiyatro grubunun oyunu sergilemesiyle olmuştur.Daha önce seyrettiğimiz genelde C.Fehmi Başkut'un oyunlarından sonra şoke olmuştuk.Müthiş güldüren bu oyun bizi çok mutlu etmişti.

    Yıllar sonra sanırım 75 yılında ablamla sinemaya gidecektik o zaman Kadıköy Altıyol'da Efes Sineması vardı.Şimdi bir çoğu gibi iş hanı oldu.Bu sinemada Hababam Sınıfı'na girdik yine müthiş bir komedi; salon kahkadan kırılıyordu.O esnada ön taraftan "Yangın var"diye bir çığlık bütün salonu bir anda panik havasına soktu.Kaçışmalar sonrasında yangın olmadığı ,birinin gülmekten aşka gelip şaka (!) yaptığı ortaya çıktı. Bu kişi biraz tartaklandıktan sonra dışarı atılmıştı.Hala bu filmi gördüğümüzde bu olayı hatırlarız.

    Hababam Sınıfı bizim okuldaydı efsanesi filmin çekildiği yıllarda okuduğum Haydarpaşa Lisesi'nde de vardı.O yıllarda filmde olduğu gibi metal kısmı kalın borulardan oluşan ve eğik sıralar vardı.Yine filmdeki gibi kravat takılmaz , aynı tip ceket pantolon giyinmezdik.Tuvaletlerde bol bol sigara içilirdi.Bütün bu benzerlikleri gördükten sonra iyice inanmıştık bizim okulda olduğuna.

    Yıllar sonra Rıfat Ilgaz'ın kızı Yıldız Hanımla aynı kurumda çalışma imkanı bulduğumda bu soruyu ona sormuştum: "Hababam bizim okulda mıydı ?" O da herzamanki nezaketiyle bu soru çok sorulmuş olacak ki ; gülümseyerek "Hayır, bir çok okuldan alınmış olaylardan... ama abim Haydarpaşa'da yatılı okumuştu onun da anılarınddan faydalanmıştı babam " dedi ekleyerek. Böylece efsane son bulmayacaktı bende: "Acaba Hababam bizim okulda mıydı?

    (Teşekkürler Yasa paylaşımın için)

Nerden Geldiniz Bu Siteye ?

Hadi eğlenelim :)

Ben epey geç haberdar oldum; google analytics diye bir güzellik varmış. Öğreneli 4 gün oldu ve şu anda elimde blogumun son üç gününe ait veriler var. İnternet kullanıcıları google arama çubuğuna ne yazarlarsa benim çilekli bloguma yönlendiriliyorlar öğrenmiş oldum. Düşünürdüm ki Cüneyt Arkın, Türkan Şoray vs. gibi isimleri aratanlar veya bir film adı... onlar gelir uğrarlar sadece. Hayır efendim öyle değilmiş :)

Birlikte göz atalım, siz de şaşıracaksınız :))) Kıymetli ve benzersiz yorumlarımı ve cevaplarımı okumaya hazırsanız efendim şu kuyuruklu yazıya dikkat buyurun ... Sadece ilginç bulduklarımı yazıyorum...


günün sözü eh... nerdeyse her blogerın söyleyeceği bir günün sözü var tabi
murat çelenligil güzeeell. Murat ağabeyi her türk sineması sever tanımalı okumalı bence...
kemal sulan ahah... yaw kemal sunal yazacakmış belli ki yanlış yazmış ama yine iyi yere gelmiş ne diyeyim. üstelik bu halde aratınca üçüncü sırada benim blog var :P ilginç... hoş...
2008 duvar takvimi bunu arayan arkadaş(lar) oldukça azimli... her türde denemiş(ler)... gerçi buraya yönlenme nedeni Cüneyt Arkın takvimi ile ilgili yazdıklarım . Cüneyit abi bak reklamını yaptım.
2008 duvar takvim
2008 duvar takvi mi
2008 takvim dizayn
2008 takvimi sipariş
2008 duvar takvimi

adile naşit sinematürk oy oy adiloş teyzem benim... gurur verdi seni burada bulabilmeleri :)

ayhan ışıkın kızı tanımam etmem kendisini. hatta çocuğu var mıydı ki kralın?!


betül kime denir :)) ben de bilmiyorum inan ki...

cüneyit com alemsiniz şekerim ne diyeyim :))

cüneyt arkın ve eşi betül yakışıyorlar birbirlerine dimi :PP

cüneyt arkının eşinin adı nedir betül betül... tamam mı şimdi :)))

devler kaldırımı allah allah....

elektronik gazetelerin fotoları bunu yazıp geldin ama yanlış yere geldin dimi :)))

gazetede çilek dergisi ne zaman verilir bilmem... ama öğrenirsem yazarım buraya


hilal tv bugünlük yayın akışı olduuuu... haftalık da vereyim dilerseniz :) ne alaka yaw !?

hotari hanzo bu benim arkadaş, yabancı deel.. selam ederim bilvesile :)

koca kafar cüneyt arkın ayıp be... tamam kafası kocaman olabilir... demek ki bir ben düşünmüyormuşum öyle. töbe töbe :))) (aynı böyle yanlış yazıp aratmış)


mehmet coşkundeniz seni seviyorum çünkü oyy... bunu yazıp da benim blogu bulan çok ısrarcıymış çünkü otuzuncu sayfaya kadar geldim yönlendirmeyi bulamadım sıkıldım. ben de seni seviyorum :))

mizampli nedir ne değildir ? ahaha

mustafa kemal'in erkek kardeşleri öyle bişey mi varmış :))

robert widmark yaşıyor mu :)) yaşıyor bildiğim kadarıyla... italya'da :)

sezer inanoğlu kimin oğlu benim değil :) berker inanoğlu'nun ayol...

tibet le ilgili yazı bu da ilginç... ben hiç gitmedim tibet'e biliyor musun :PP

türkan şoray 80 li yıllardaki hali şişmandı ben söyleyeyim.. e doğum falan... her hali güzel be sultanımın ....

uyuz kime denir sana ! yok bana! yok yok sana denir sana... ne bileyim ben :))

zeki müren konuşması trt az buz konuşması nasıl bir konuşmaydı acaba bak ben de merak ettim şimdi:)))

özveri trençkot hayır bütün salon kadını çizgimi bozacağım o olacak :) reklam mı aldım nedir ?

ücretsiz 2008 duvar takvimi bulursan bana da haber ver emi ?

ünlü aktörler islam hakkında ne diyor ben merak etmiyorum inan ki :)

6 Aralık 2007

EVLİDİR NE YAPSA YERİDİR


Yetmişlerden dem vuralım biraz da. 1978 yapımı Evlidir Ne Yapsa Yeridir filmini seçtim . Aslında aklımda bu film yoktu ama yeşilçam fotoğraf arşivime katmak için yaptığım taramada filmin set fotoğrafına rastlayınca hem filmi anlatayım hem de keşke şimdi imkân olsa da izlesem diye geçirdim içimden. Şöyle evde tembellik yapmanın farz olduğu yağmurlu bir İstanbul öğlesinde yapılacak en zevkli şey de bu olurdu gibime geliyor. Ayağıma sıcak su torbası da koydum mu oh değmeyin keyfime.

Hülya Koçyiğit'in filmotografisine baktığımda ; Cüneyt Arkın'la birlikte çevirdikleri 1977 yapımı İstasyon filmi ile beraber bu filmin yeri ayrıdır benim için. İkisinde de ben Hülya'yı izlemeye doyamam. Tıpkı Cüneyt Arkın ve Kadir İnanır'ı oynadıkları Gırgır Ali ve Mecnun rollerinde izlemeye doyamadığım gibi.

Künye :
Yönetmen : Şerif Gören
Senaryo: Safa Önal
Yapımcı :Selim Soydan
Yapım yılı: 1978

Rol Dağılımı:

Kadir İnanır: Mecnun
Hülya Koçyiğit: Leyla
Şemsi İnkaya : Kerem
Perran Kutman: Aslı
Halit Akçatepe: Ferhat
Zeynep Çayırlıoğlu: Zeynep (Leyla ve Mecnun'un kızı )
Neriman Köksal: Şirin'in ablası
Sevda Aydan: Leyla'nın Annesi
İbrahim Sesigüzel (Balonlu İbo)

Sinopsis:

Aynı binada yaşayan Leyla- Mecnun, Ferhat-Şirin ve Kerem-Aslı çiftlerinin evliliği üzerinden evlilik kurumunun, kadın erkek ilişkilerinin mizahi bir dille anlatımı bu filmin konusu. Leyla ve Mecnun iki çocuklu bir ailedir. Bir kız bir de erkek çocukları vardır. Mecnun, bir reklam şirketinde çalışmakta, Leyla ise Mecnun'a duyduğu aşktan, zengin baba evini bırakmış ev hanımlığı yapmaktadır. Mecnun, tipik bir Türk erkeğidir. Karısını çalıştırmaz, eve geldi mi yemek bekler, arkadaşları ile felekten bir gece çaldığında karısından dırdır işitmek en son istediği şeydir. Çocuklar okula gidip gelsinler, karısından hep güler yüz görsün, yeterdir ona. Kerem ile Aslı ise çocuksuz bir çifttir . Aşk denilen şeyi çoktaaan tüketmiş, ceviz kabuğunu doldurmayan her şeyi içn rahatlıkla kavga edebilmektedirler. Ferhat ile Şirin de çocuksuz bir çifttir. Şirin, boğazına oldukça düşkün iri kıyım, kolay kolay kafasına bişey takmayan , ablasının sözünü kocasının sözünden daha çok dinleyen bir adem kızıdır. Kocası Ferhat onun yanında minik dev adam gibi kalmaktadır. aynı binada yaşayan bu üç çift gün gelir kadın ve erkek tarafları olarak ayrılırlar. Her iki tarafın da birbirine söyleyeceği, eteklerinde biriktirdikleri taşları vardır . Yalnız taşları dökmek onları rahatlatamayacak, illa ki karşı tarafın başını yaracaktır.


Şu yandaki resme baktığımda içim dibine kadar seksenler ile doluyor. Veletlerin üzerindeki pijamalardan tutun da, Hülya'nın saç kesimine kadar... perdeler , tüller... Kadirciğimin atleti :))

Hatta aynı resimdeki gibi kırmızı bir pijama takımım benim de vardı. Ama ben şu an tam da ordaki anne yaşındayım :)

Filmdeki veletlerin adını şu an için bulamadım. Ola ki rast gelirsem filme tekrar veya bir hayır severden filmi arşivime katabilirsem ne alâ.

Bu filmi o kadar çok seviyorum ki, evet bazı şeyleri tiye alarak abartarak anlatmış ama hepsi özünde doğru, dosdoğru. Evlilik aşkla da başlasa, bir süre sonra aşkın yerini alışkanlık, hayat şartları, mecburiyetler, ıvırlar zıvırlar alıyor... İşin içine çocuklar da girince, kişisel özgürlük alanına ve bir başına kalma zamanına vurulan darbe ile birlikte sorgulanacak, sıkılacak, dolup da boşalmak bilmeyen o ceviz kabuğuna tıkıştıracak meseleler de katılıyor.

Film, aynı zamanda dönemin siyasilerini hicvetmesiyle de çok önemli. Ustalar burada Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'e değdirmişler :) Harika bir ironi.

Sevda Aydan'nın sosyetik anne tiplemesi de çok hoş. Derdi yok, tasası yok, hizmetçisi bile kızından daha itibarlı. Neriman Köksal'ın canlandırdığı feminist kadın tipi de cuk oturmuş.

Benim en sevdiğim sahne ise Mecnun'un rakı içip de kafası güzelleştiğinde ayağa kalkıp, kollarını iki yana açıp şıkkıdı şıkkıdı oynaması. Gözler kısık, suratta mest bir ifade ile yayılan gülüş... Ne kadar izlesem bıkmam herhalde.

Mecnun'un Leyla'ya sevgiiiiliiiimmm namesinde çaldığı ıslıkla seslenmesi de hoş ayrıntılardan biri.

Sevdiğine kavuşamayan aşık rolündeki Balonlu İbo'nun aşık olduğu karakter de Sinekli Bakkal'ın namuslu kızı . Ama onu filmde hiç görmüyoruz. Dertli aşık, evli arkadaşlarına ne kadar öykünse diğerleri her seferinde üzerine gelirler. Onlara göre bekarlık sultanlıktır ya :)

Karı koca arasındaki kavga sonunda Türkiye'yi ilgilendiren toplumsal bir olaya dönüşüyor, evlerde artık Leylacılar ve Mecnuncular vardır . Çok canlar yanar çook :)

Sonunda kazanan aşkın ve hoşgörünün olduğu bu eğlenceli filmin izlenmesini tavsiye eder bu çilek:)))

Sessiz Gemidekilerden...

Beklerim her gün bu sahillerde mahzûn böyle ben,
Gün batar... kuşlar döner... dönmez o yoldan beklenen.
En nihâyet anladım, yokmuş gören hatta bilen.
Gün batar... kuşlar döner... dönmez bu yoldan beklenen


Beste : İsmail Hakkı Nebioğlu
Güfte :Rahmi Duman
Makam:Hüzzam


Her daim bana Beyatlı'nın Sessiz Gemisi'ni hatırlatır bu şarkı... Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler... Belki de bilmek istemez gönül. Bu şarkıya o gemilere binip gidenlerden derlediğim bir fon hazırladım bugün size...

Çerçeveyi biraz daha daraltayım hatta. Küçük Hanımefendi serilerini bilmeyeniniz yoktur herhalde. Altmışlı yıllarda ortalığı kasıp kavuran , Bülent (Sadri Alışık), Ömer (Ayhan Işık) ve Neriman (Belgin Doruk)'ın gönüllerimizi eğleyen hikayesi... Yakışıklı çocuk Ömer'in yanındaki çocuk Bülent, Ömer'e aşık Neriman. Eğlenceli kumpaslarına tanıklık ettiğimiz hayal kahramanlarımız. Şimdi üçü de sessiz bir gemide yol alıyorlar. Bu dünyaya ait kalan parçaları da Karacaahmet Mezarlığında birbirine çok yakın yerlerde...






5 Aralık 2007

Son


Kimi zaman gözlerimizde donmuş iki damla yaşla, kimi zaman yüzümüze yerlemiş bir gülümseyiş ve eğer topluca izlendiyse o film tüylerimizi diken diken eden bir alkışla karşılıyoruz şu yazıyı...

4 Aralık 2007

Mustafa Akkad'ı Anma Gecesi ve Sonrası

Yeni Şafak Gazetesi Sinema Sayfası Editörü Değerli Ali Murat Güven Ağabeyin bir avuç yol arkadaşı ile gerçekleştirdiği Mustafa Akkad'ı anma gecesi geçtiğimiz günlerde yapıldı biliyorsunuz. Ben de blogumda anma gecesinden önce ve sonra olanlardan dilim döndüğünce bahsetmeye çalışmıştım.

Gece bitti geride kaldı. Ali Murat Güven'in gece ile ve bundan sonrası ile ilgili söyleyeceklerini merakla bekliyordum. Değerli görüşlerini 01 Aralık Cumartesi günü Yeni Şafak'taki köşesinde aktarmış. Kendisi ile ettiğim kısacık bir sohbette ; "Yazılarım yayınlandıktan sonra okurlarımındır" demiş ve dilediğim takdirde yazılarından alıntı yapabileceğimin icazetini vermişti.

Mevzubahis gece ile ilgili yazdığı yazıyı aynen bloguma alıyorum. Yeri geldikçe, canım sıkıldıkça dönüp dönüp okumayı düşünüyorum. Söz Ali Murat Ağabeyde...

Kişisel mücadeleler tarihçemde bir dönemin kapanış filmi: 'Akkad'ı Anma Gecesi'
25 Kasım 2007 Pazar akşamı, kendime, mensubu olduğum câmiaya ve okurlarıma karşı şimdiye kadar verdiğim en çetrefilli sözlerden birini daha tuttum ve bu olaya baş koymuş bir avuç yol arkadaşımla birlikte, “Şehâdetinin İkinci Yıldönümünde Mustafa Akkad'ı Anma Gecesi”ni alnımızın akıyla gerçekleştirdik.
Sizlere önce güzel ve olumlu gelişmelerden söz edeceğim…
Hayat, insana, ilk gençlik döneminin toylukları geride kaldıktan sonra, kendisini ve eylemlerini daha rasyonel bir gözle ele almayı öğretiyor. O yüzdendir ki “Herşey pek mükemmeldi” demiyorum bu anma gecesi için. Ancak, yaptığımız işe büyük bir gönül ferahlığı içinde 10 üzerinden 8 verebilecek durumdayım. Hamdolsun ki utanç verici bir sorun yaşanmadı; rahmetli Akkad'ın sanatçı vizyonu ve kalitesine uymayan derme çatma bir “çadır tiyatrosu” görünümü yoktu ortamda. Giriş kapısından sahnesine kadar, salonun her köşesindeki ambiansı özenle tasarlayıp kurmuştuk.
Buna karşılık, yine de bazı küçük sorunlar ortaya çıktı.
Gecenin organizasyonu sırasında el atma fırsatı bulamadığım sayılı konu başlıklarından biri olan “Arapça'dan Türkçe'ye ânında çeviri” hizmetinde yaşadığımız “çevirmen yetersizliği”, canlı yayın sırasında kalbimi sıkıştıran ciddi bir sorundu örneğin… O akşam orada bir kez daha öğrendim ki bir şeyin yolunda gitmesi için “Herşeye maydonoz olan pipirikli adam” kimliğine bürünmekten hiç çekinmeyip, inadına inadına “herşeye maydonoz olan pipirikli adam” kimliğine bürünmem gerekiyormuş. Hayat dediğimiz şey de bir tecrübeler dizisi değil midir zaten?
Sonra, sözgelimi, ikili ilişkilerinde hoyratlıklarıyla ünlenen kimi siyasî gruplara karşı lüzûmundan fazla sevgi dolu ve merhametli olmamayı da öğrendim o gece… Herkes kendilerinden vebalılardan kaçar gibi kaçarken her fırsatta samimiyetle desteklediğim, mücadelelerinde moral verdiğim, yayın organları için üstüste özel söyleşiler yaptığım, yerime yurduma dostça misafir ettiğim bir İslâmcı grubun temsilcileri, organizasyon komitesi başkanı sıfatıyla konuk ettiğim bir bayan yazarı, canlı yayına ara verildiği zaman diliminde bir köşede sıkıştırıp hakaret yağmuruna tutmuşlar. Ne yazık ki bu olaydan ancak dakikalar geçtikten sonra, o bayan yazar yanıma gelip de üzüntüden zangır zangır titrer bir durumda “etkinliği terk etmek istediğini” söylediğinde haberim oldu. Ve olanları duyunca bir anda dünyalar başıma yıkıldı.
Akkad'ın fotoğraflarından başka hiç kimsenin, kendi film şirketimin reklâm panosunu dahi duvarlara asmadığım bir toplantı salonunda, zor koşullarda yürüttükleri yayıncılık mücadelesine saygı duyduğum bu gruba, katılımları için sınırsız davetiyenin yanısıra, salondaki tek istisna olarak “stand açma” izni de vermiştim. Ki aslında bu benim gibi “ılıman çizgideki” biri için imaj açısından ciddi bir riskti. Ancak, imajımın birilerinin gözünde nereye doğru gittiğini zerrece umursamayan bir adam olarak, hiç çekincesizce verdim o izni. Yanında şu uyarıyı yapmayı da ihmal etmeden:
“Sevgili dostlarım; bu gece bütün meşrep ayrılıklarının topyekün rafa kaldırıldığı, Mustafa Akkad isminin çevresinde hepimizin birlikte ve elele olacağımız, her yönüyle kardeşçe bir organizasyona imza atıyoruz. Sakın ola, kürsüde ve lobide siyasal duruşunuza uymayan konuşmacılar ya da konuklar gördüğünüzde, toplantının ruhunu zedeleyecek türden fevrî tepkiler göstermeyin! Bir anma gecesinde böyle bir hareket hiçbirimize yakışmaz.”
Onlar ise bu dostça uyarıma, bizzat benim konuğum olan bir bayan yazarı milletin ortasında boza etmeye çalışarak karşılık verdiler. Bunun sonucunda da gönlümden -bir daha dönmemek üzere- silinip gittiler. Yolları açık olsun…
Bir de son dakikaya kadar geleceğini umduğumuz, fakat gelmeyenler vardı. Gelmeyenler ve gelmeyeceğini haber verme gereğini bile duymayanlar… Bu da bana canlı yayın trafiğinde oldukça zor anlar yaşatan bir durumdu.
Bir de tabiî, benim profesyonel bir sunucu olmamam da bir handikaptı. Deneyimli sunucular, beden dillerini bizim gibi sahneye uzak insanlara göre çok daha başarıyla kullanıyorlar. Ancak, sunuculuğu üstlenme yönündeki bu tercihimin altında, şahsımı yakından tanıyanların da iyi bildiği üzere “ekrana çıkıp şöhret olma” kaygısı falan yatmıyordu. Mustafa Akkad'ın hayatı ve filmlerinden bir çok özel ayrıntının aktarılması gereken bu uzun yayında, sırf “ekranda iyi resim veriyor” diye sinema konusunda çok da donanımlı olmayan bir sunucuya kürsüyü terk edemezdik. Çünkü, daha bundan bir kaç ay önce, hiç ilgili olmadığı bir konuda, sektörde ses getirmiş bir “kısa film” yarışmasının ödül töreninde, sunduğu o yarışmaya sık sık “festival” diyen, jüri üyelerinin adlarını yanlış telaffuz eden, bu nedenle de ön sıralardaki aynı jüri üyelerinden sonunda fırçayı yiyen “prezentabl” bir sunucu görüp epeyce bunalmıştım. “Çağrı”nın müziklerini hazırlayan ünlü Fransız besteci Maurice Jarre'ın adını (Okunuşu: Moris Câr) bir televizyonun canlı yayınında “Maurike Yarre” diye okuyan bir başkası da aynı şekilde ürkütmüştü beni. Bu gibi teknik nedenlerle, çok da haz etmediğim bir iş mecburen üzerime kalmış oldu.
Ancak, başta da belirttiğim gibi, töreni ertesi gün bant kaydından baştan sona dek izlediğimde, büyük ölçüde eli yüzü düzgün bir organizasyon kotarmış olduğumuzu gördüm ve mutlu oldum.
Nitekim, Suriye'nin Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğu'ndan törene katılan diplomatların salonu bizlere tek tek sarılarak, ağlamaklı bir yüz ifadesiyle terk etmeleri de mutluluğumuza mutluluk katan bir kapanış fotoğrafıydı. Önceki gün her iki diplomatik temsilcilikten gelen yazılı tebrik ve teşekkür mesajlarının yanısıra, Suriye Devlet Televizyonu yetkililerinin beni arayıp törenin video kayıtlarını -baştan sona dek tekrar yayımlamak üzere- istemeleri de hepimizde ayrı bir gurur kaynağı oluşturdu.
Sözün burasında, geçtiğimiz pazartesiden bu yana çeşitli basın-yayın organlarında törene ilişkin olarak yayımlanan haber ve yorumlarda yer aldığını gözlemlediğim “Salonda yeterince izleyici yoktu” türündeki ifadelere de açıklık getirmek isterim. Gerçi, bu ifadeleri kullanan bütün haberci ve yazar dostlarımız, onu bizlere değil, kamuoyuna yönelik bir eleştiri argümanı olarak kullandılar. Ancak, eleştiri, bütün iyi niyetine karşın yine de törendeki gerçek durumu yansıtmıyor.
“Mustafa Akkad'ı Anma Gecesi”ni düzenlediğimiz Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi'nin toplam koltuk kapasitesi 460 kişiydi. Ve ben aynı salonda, törenin zirve noktasını oluşturan saat 20.30 sularında, dolu koltukları bire bir sayarak 400 dolayında katılımcı bulunduğunu hesapladım. Ki bu da son yıllarda orta büyüklükte bir konferans salonunda, içinde “Tarkan” ya da “Sezen Aksu” bulunmadan düzenlenen herhangi bir kültür etkinliğinde kaydedilmiş en yüksek katılım oranıydı. Nitekim bu durum salonun görevlileri tarafından da vurgulandı. Kaldı ki artık İstanbul'daki muhtelif kültür merkezlerinde İBB Kültür A.Ş. tarafından düzenlenen, tanıtım ve bütçe açısından bizimkine beş tur bindirecek durumdaki en iddialı etkinliklerde bile yüzde 50 doluluk oranı yakalanamıyor. Halkın genelinin böyle konulara ilgisi yok, böyle bir derdi de... Eskiden ilgisi olan mütedeyyin kişilerin de bu ilgileri süratle azalıyor. Şimdi artık gündemde “Müjde Ar'ın gazozunu kime açtırdığı” gibi konular var.
“Mustafa Akkad'ı Anma Gecesi”, iki ulusal televizyon kanalı tarafından naklen yayımlandı. Hilâl TV, toplam süresi 5 saate yaklaşan bu organizasyonu kesintisiz olarak verirken, TV Net, araya giren haber kuşakları nedeniyle yayını peyderpey aktardı. Ancak onlar da gece yarısı bir bütün olarak bantan tekrarladılar. Bunun yanısıra, Millî Gazete, Zaman, Vakit, Yeni Asya, Yeni Şafak, Karakutu.com, Sinemuslim.com, Kanal 24, El Cezire, Haber7.com, 8sutun.com ve Turuncu Dergisi de gecede gözüme çarpan kardeş basın-yayın kuruluşlarından bazılarıydı.
Emin olun ki eğer isteseydim, basın bültenine ekleyeceğim tek bir “tahrikkâr cümle” ile bütün haber müdürlerini “Gidin bakalım şu İslâmcıların sinema toplantısına, belki bir skandal çıkar da atlatma haber yaparız” düşüncesine sevkederek, majör kanalların ve yüksek tirajlı gazetelerin hepsini oraya silme yığardım. Liboş medyada çalışma tecrübesine sahip benim gibi biri için bu tip ayartıcı cümleleri bulmak gayet kolay. Onların hangi oltalara geldiklerini çok iyi bilirim. Ancak, bu gibi kuruluşların temsilcilerinin geceye katılımını özellikle istemedim. İslâmî câmiadan olmayan basın-yayın organlarının hiçbirine davetiye ya da faks mesajı gönderilmedi. Çünkü, bunların gelmelerinden bir dirhem bile fayda ummuyordum. Gelmemeleri, gelip de bizi germelerinden çok daha hayırlı olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Bu tür konulara duyarlılığıyla bilinen El Cezire televizyonunun hafta içinde bütün bir İslâm âlemine ithafen yaptığı uzun ve ayrıntılı haber, bizim açımızdan yeterlidir.
Son olarak, süre yetip de kimi gerçek dâvâ adamlarına bu geceye verdikleri destekler nedeniyle kameralar önünde teşekkür edip birer hatıra plaketi sunma fırsatını bulabildiğim için çok sevinçliyim. Konuşmacılarımız ve diplomat konuklarımızın yanısıra, reklâm planlama uzmanı Kaya Kızılışık, grafik tasarım sanatçısı Mehmet Emin Öztürk, sinemuslim.com sitesinin kurucusu ve yöneticisi Osman Gazali Çakmak, işadamı Şükrü Şimşek, Yeni Şafak Genel Koordinatörü Nurullah Öztürk, TV Net Genel Yayın Yönetmeni Şenol Kazancı, TV Net Koordinatörü Metin Mutanoğlu, Hilâl TV Genel Yayın Yönetmeni Hakan Sarıhan ve Albayrak Holding İcrâ Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak, destekleri nedeniyle şükranlarımızı sunduğumuz güzide isimlerden bir kaçıydı.
Sonuç itibarıyla, ben ve bir avuç gönül dostum açısından hem maddî hem de manevî külfetleriyle oldukça yıpratıcı olan, ancak namusumuz olarak gördüğümüz bir “taahhüt”ün altından genel bir başarıyla kalktığımıza inanıyorum.
Törenin video kayıtları şu anda elimde… Bu kasetleri yeniden kurgulayarak gereksiz duraklamalardan ve diğer bazı teknik sorunlardan arındıracağım. Akış kısalıp ideal bir süreye indiğinde de başta sinemuslim.com olmak üzere çeşitli dost sitelere yükleyeceğiz bu kaydı. Ve dileyen herkes rahatça izleyebilecek.
Dediğim gibi, söze öncelikle insanın içini ferahlatan, güzel gelişmelerden başladım.
Ancak, söyleyeceklerim henüz bitmedi.
Sizlere, bu genel yazı çerçevesinde, Anma Gecesi'ni düzenleme sürecinde yaşadığımız diğer pek çok olumsuzluğu çarşaf çarşaf ortaya sererek “kocakarı dedikodusu” yapmayacağım. O olumsuzlukların önemli bir kısmı benim yorgun belleğimde kalsın.
Fakat, bir gerçeğin de okurlarım tarafından çok iyi bilinmesini istiyorum doğrusu…
Bu türden her iyi niyetli girişimimde olduğu gibi, bunda da alabildiğine yalnız bırakıldım; kimilerinden gördüğüm çirkin muameleler karşısında kırıldım ve gücendim.
Böylesine düşmanca ve yoz bir “ilişkiler yumağı”nı artık ne hoş görebilecek, ne de taşıyabilecek bir durumdayım.
Şunu çok açık ve net bir dille ifade edeyim ki, câmiadaki -kendisine her fırsatta “erişilmez bilge” havası verip duran, hâl ve tavırlarından alabildiğine kibir akan- hikmetinden sual olunmaz bir sürü adam ve kadınının arasında “bizim mahallenin aşırı heyecanlı delikanlısı” hüviyetine doğru itelenmekten artık tek kelimeyle bıktım, usandım.
Bir “mahalle”, kokuşmuşluğundan, pörsümüşlüğünden, içine düştüğü derin ataletten samimiyetle sıyrılmak istiyorsa, o mahalledeki herkes “aşırı heyecanlı” olmak zorunda. Çünkü bu gibi “sinerji yaratma” çabaları, ancak ortak bir heyecan duyuluyorsa güzel ve anlamlı olabiliyor. Yoksa, ardınızdan gelmesini en çok umduğunuz 100 tane şanlı adam ve kadın davetinize zerrece itibar etmemişse, bu gibilerin hayattaki tek derdi TOKİ'nin villalarından birer dubleks ev edinmek ya da sağcı bir holdinge, metropollerdeki rantı bol belediyelerin muhtelif müdürlük koltuklarına kapağı atmak olmuşsa, ortada aynen böyle cascavlak kalıyorsunuz işte...
Son 48 saat içinde yaptığı yerinde ve dostça müdahale ile hızır gibi yetişip anma gecemizin gerçekleşmesini sağlayan gönlü zengin patronumuz: Mustafa Albayrak
Yeter artık… Harbiden yeter artık… Bu boyutta bir “kabuğuna çekilme”yi, “bireyselleşme”yi, “fesatlığı”, “kamplaşma”yı, “çeteleşme”yi ve “umarsızlığı” ben değil, bu saatten sonra feriştahı gelse değiştiremez. Sanmayın ki mesele sinema gibi spesifik bir konudur, Akkad'ın Suriyeli bir sinemacı olmasıdır. O törenin adı “Akkad'ı Anma Gecesi” değil, “Üstad Necip Fazıl'ı Anma Gecesi”, hattâ “Sahabeleri Anma Gecesi” olsa bile yine de hiç bir şey değişmeyecekti, buna adım kadar eminim. Son beş-on yıldır, adı ve anlamı çok daha yerel olan törenlerde de kaç “dindar”ın biraraya gelebildiğini ya da böylesi etkinlikler üzerine “dindar” olarak tanıdığımız kaç kalem erbabının köşesinde yüreklendirici yazılar yazma lütfunu sergilediğini yeterince gördük zaten…
O yüzden, bu fakirin pili buraya kadar sevgili kardeşlerim… Hiç kimse beni sakın ola bu saatten sonra, gidiş-dönüş yol paralarını cebimden ödeyerek katıldığım, izleyici sıralarında da topu topu 3-5 kişinin bulunduğu bedelsiz bir söyleşiye, konferansa ya da panele; kimsenin okumadığı dergilere destan gibi yazılar yazmaya, câmiadan bir tek sponsor dahi bulunamayan gariban kısa film yarışmalarının -bütün ikramı çay ve simitten ibaret- jüri üyeliklerine, toplam 300-500 kişinin izlediği militan televizyon programlarında saatlerce ateşli konuşmalar yapmaya davet etmesin. Hele de “teşekkür etme” erdeminden bütünüyle yoksun yetiştirilmiş, kendilerine doğru atılan her dostça adımı doğuştan kazanılmış hakları gibi gören kaba-saba, hırt İslâmcılar “Ağabey, falan filan konuda bize yardım et” diyerek kapımı hiç aşındırmasınlar.
Bilinsin ki asla gitmeyeceğim ve böylesine “suflî” görülen işler için kılımı dahi kıpırdatmayacağım.
Çoluk çocuğumun türlü zorluklar içinde temin ettiğim rızkını ve aslen onların hakkı olan çok değerli bir zamanı “dâvâ”, “mücadele”, “silkeleniş”, “uyanış” falan diyerek daha fazla sokağa atmamam gerekiyor. Kalan kısa ömrümü, benden bir parçacık daha sevgi bekleyen iki güzel ve masum kızımın saçlarını okşayıp onlarla beş dakika olsun fazla vakit geçirmeye harcamak, yapabileceğim en isabetli ve ahlâklı hareket olacaktır. Nasıl olsa, yüce devletimiz ve siyonistlerin uşağı olmuş kimi özel sektör kuruluşları bir kaç yıla kalmadan, (kullanmayı planladıkları) başörtüleri nedeniyle onlara acımasızca hakaret etmeye başlayacak. Bari bu vahşi “hakaret bombardımanı”ndan önce birazcık daha “baba şefkati” görsünler.
Benim gibi, “adanmışlığa” psikopatlık düzeyinde meyyâl bir adamı bile en sonunda bu hâle getirdiniz ya; helâl olsun size…

Yazının linki

Nostaljik Yeşilçam Fotoğrafları -2

Altmışlarda bir gezintiye davet ediyorum sizleri. Bugün İstabul'da hava rüzgârlı. Olsun. Şimdi pikâp sahibi de azdır aramızda değil mi? Bir güzel şarkı seçin nihâvend veya kürdîlihicazkâr makamında. İnce belli bir bardak çayı katık edin yanına... Buyrun... Buyrun hanımlar beyler... Bu gün çilek sinemasında özel gösterim var... Buyurun... Kapı önünde kalabalık yapmayalım... İçeriye buyrun.


Fotoğraftakiler Ayhan Işık, Esen Püsküllü ve Selda Alkor... Filmin adı Katiller De Ağlar. Yönetmeni Ülkü Erakalın. Senaryo Bülent Oran'a ait. Yapım yılı 1966. Tam 41 yıl öncesi. Dile kolay 41 yıl. Ayhan Işık 37, Selda Alkor 23 ve Esen Püsküllü de 20 yaşındalar. Kareden de anlaşılacağı gibi Ayhan Işık baba, Esen Püsküllü kız, Selda Alkor da anne rolünde.



On puanlık uzman sorusu : Fotoğraftaki kare hangi filme ait ? Sanırım büyük çoğunluk şu cevabı veriyor şu an : Samanyolu ! Ama değil. Bu kare 1965 yapımı Hıçkırık filmine ait. Hamdi Değirmencioğlu'nun senaryosunu yazdığı filmin yönetmeni Orhan Aksoy. Onsekiz yaşındaki Hülya Koçyiğit ve yirmibeş yaşındaki Ediz Hun'a bir merhaba diyelin.


Şimdii.. En önde duran Neriman Köksal, arkasındaki Suzan Avcı... masada oturanlar da süleyman Turan ve Ediz Hun. Ortama bakarsak burası bir klöp ! Hatırladınız mı klöpü? Hani Vesikalı Yarim filminde görürüz... bildiğimiz gece kulübü işte.


Dönelim filme. Filmi ben de bilmiyorum aslında. Ama aradım taradım, kuvvetle muhtemel ki bu film 1964 yapımı Gecelerin Kadını. Yine Ülkü Erakalın ve Bülent Oran imzası taşıyor bu film de.



Bugünlük bu kadar. Aslında ekleyeceğim bi kaçtane foto daha var sırada lâkin, yeterli araştırmayı tamamlayamadım . Bugünümüz de boş geçmesin dedim. Hoşkalın...